Ahmet AY
Değişen paradigmalar mı? Yoksa Nur talebeleri mi?
Değişen paradigmalar mı? Yoksa Nur talebeleri mi?
Yirmi Üçüncü Söz Okumaları Notları 1
Geçtiğimiz hafta, Yirmi Üçüncü Söz üzerine müzakerelerimiz vardı. Yirmi Üçüncü Söz, Risale-i Nur külliyatında benim en çok sevdiğim, şeker gibi dilime sürdüğüm, fikrime tattırdığım güzide bir eserdir. Neden bilmiyorum, aramızda diğer Sözler’den ayrı bir hukuk var. Belki de lisanının fikrime çok kolay gelmesi, belki de başka bir şey... Nedeninden emin değilim. Fakat bu vesileyle, Emirdağ Lahikası’ndan hareketle, Risale-i Nur külliyatı içindeki metinleri, şu iki başlık altında ayırdığımı belirtmeliyim. Öncelikle, fikrime destek verecek o metni Emirdağ Lahikası’ndan alıntılıyayım:
“Evet, nasıl ki ehl-i tarikat, seyr-i enfüsî ve âfâkî ile mârifet-i İlâhiyede iki yol ile gitmişler ve en kısa ve kolayı ve kuvvetli ve itminanlı yolunu enfüsîde, yani kalbinde zikr-i hafiyy-i kalble bulmuşlar. Aynen öyle de, yüksek ehl-i hakikat dahi, mârifet ve tasavvur değil, belki ondan çok âlî ve kıymetli olan iman ve tasdikte, iki cadde ile hareket etmişler.
Biri: Kitab-ı kâinatı mütalâa ile, Âyetü’l-Kübrâ ve Hizbü’n-Nuriye ve Hülâsatü’l-Hülâsa gibi âfâka bakmaktır.
Diğeri: Ve en kuvvetli ve hakkalyakîn derecesinde vicdanî ve hissî, bir derece şuhudî olan hakikat-i insaniye haritasını ve enaniyet-i beşeriye fihristesini ve mahiyet-i nefsiyesini mütalâa ile, imanın şüphesiz ve vesvesesiz mertebesine çıkmaktır ki, sırr-ı akrebiyete ve veraset-i Nübüvvete bakar. Ve enfüsî tefekkür ü imanî hakikatinin bir parçası, Otuzuncu Sözün, ve “ene” ve “enaniyet”te ve Otuz Üçüncü Mektubun Hayat Penceresinde ve İnsan Penceresinde ve bazı parçaları da sair ecza-yı Nuriyede bir derece beyan edilmiş.”
Bu kısımda Üstad Hazretleri; fark ettiğiniz üzere, kendi yolunu da ehl-i hakikat başlığı altında iki caddeye ayırıyor. Birincisi; kendisini dışında bırakarak varlığı ve kâinatı izlemek, tefekkür etmek ve ondan Cenab-ı Hakkın marifetine yollar bulmak ki; buna Ayetü’l-Kübra’yı örnek gösteriyor. Biz, Tabiat Risalesi’ni, Otuz Üçüncü Söz’ün pek çok kısmını ve daha başka risaleleri de bu başlığa ekleyebiliriz.
İkinci olaraksa; kâinatı dışarıda bırakarak, kendi varlığını tefekkür etmeyi bir marifet caddesi olarak izah ediyor ki; buna da yine kendisi “ene” bahsini ve Otuz Üçüncü Söz’ün bazı kısımlarını örnek olarak gösteriyor. İşte biz, bu ikinci şıkka da Yirmi Üçüncü Söz’ün büyük bir kısmını dahil edebiliriz. Gerçi daha önceki yazılarımda dediğim gibi; Risale-i Nur’u böyle kategorize etmek pek doğru değildir. Zira Üstad’ın da yukarıda dikkat çektiği gibi; bazı risalelerin sadece bazı kısımları bir gruba giriyor, diğer kısımları başka yol üzerine devam ediyor. Tıpkı Otuz Üçüncü Söz örneğinde olduğu gibi... Hem afakî, hem enfüsî tefekküre örnekler var o risalede...
Ben, Yirmi Üçüncü Söz’ü, işte böyle, insanın kendisinden yola çıkarak, yani kendi fıtratını okuyarak Allah’ın idrakine ve imanın gerekliğine ermesi, bunun okumasını yapabilmesi olarak görürüm. Zaten Haşir suresinde; “O Allah’ı unutanlar gibi olmayın ki, Allah da onlara kendilerini unutturmuştur” buyrulmasındaki sır, bir yönüyle belki budur. Yani Allah’ı unutmaya niyet eden insan, kendi fıtratının hakikatlerini de unutmaya niyetlenmiştir veya unutmak zorundadır. Kendisini doğru bir şekilde idrak etmeyi terk etmelidir ki, yüzünü Allah’a çeviremesin. Yoksa fıtrat daima Allah’a yön verir, Allah’ı gösterir. Ve Yirmi Üçüncü Söz gibi, Ene Risalesi gibi bahisler; işte bu yönlendirmenin metodolojisini bize gösterirler.
Bu noktada, yeri gelmişken, Metin Karabaşoğlu Bey’in konumuzla kısmen alakalı olduğunu düşündüğüm “değişen paradigmalar” tezini de eleştireceğim. Metin Bey, değişen dünya şartları içerisinde cihad-ı manevînin tarzının Tabiat Risalesi’nden Ene bahsine doğru kaydığı yönünde bir fikir beyan ediyor. Ve bunu da, Türkiye’de ve dünyada ilgi görmeye başlayan akımlar ve trendler aracılığıyla destekliyor. Evet, o açıdan bakıldığında fikrinin cazibesine kapılmamak elde değil, fakat hakikatte acaba böyle mi? Ben, biraz aykırı düşününce pek de böyle olmadığını görüyorum.
Geçen hafta İhsan Kasım ağabeyi ziyaretimizde, kendisi bize bir noktada içimizde yayılmaya başlayan bir zaaftan bahsetti. Doğrusu, onu dinleyince hak vermemek elde değildi. Üstad’ın Otuz Üçüncü Söz’de ve sair sözlerde öğütlediği tefekkür-ü afakî tarzını, yani yukarıdaki birinci caddeyi, doğru kullanmadığımızı ve her nesneye, daha bakar bakmaz, “Allah’ın falanca ismini gösteriyor” diyerek kolaycılığa kaçtığımızı söyledi.
Siz ne düşünürsünüz bilemem. Ama ben, bu noktada, İhsan Kasım ağabeye sonuna kadar katılmadan edemiyorum. Hakikaten de afakî tefekkürün ilmî tahsile/tedrise bir nebze bağlı oluşu ve aradaki fiil, fail, isim, sıfat, şuunat-zatî silsilesini takip etmenin birazcık nefsimize zahmetli gelişinden dolayı Esma-yı Hüsna tefekkürünü pek zedelemiş gibiyiz. Her nereye baksak, Allah’ın isimlerini görüyoruz, görebiliyoruz bu doğru... Fakat ezber ettiğimiz isimlerini görüyoruz. Ve dikkatinizi çekerim, tıpkı İhsan Kasım ağabeyin dediği gibi ara mertebeleri atlayarak, hemen isme vararak görüyoruz. Nesneyi, fiili, faili, sıfatı hiç hesaba katmıyoruz. Bu da bizim tefekkürümüze, Üstad’ın öğütlediği sisteme zarar veriyor. Tefekkür-ü afakî zedeleniyor, aksıyor. Zevk-i tefekkür dahi kayboluyor.
Ben şimdi Metin Bey’in “değişen paradigmalar” tezini bu zikrettiklerim üzerine düşününce, aslında değişenin paradigma değil, Nur talebelerinin bakış açısı olduğunu ileri sürüyorum kendimce. Yoksa tefekkür-ü afakî dairesinde yaşanan çatışmalar hâlâ devam ediyor. Hâlâ birileri yüksek ilim koltuklarında oturarak Allah’ın varlığını inkâr ediyor. Evet, belki bugünlerde kimse sokaklarda “Allah yoktur” diye bağırmıyor. Ama aksine; “Allah vardır ve şu, şu şekillerde ispat edilir” diye de kimse bağırmıyor. Sanki bu konularda iki taraf da geriye çekilmiş gibi... Cihad sona ermiş değil, mücahidlerde bir kolaycılık var. İki yönlü bir sessizlik.
Nasıl ki, Emirdağ Lahikası’ndan alıntıladığım metinde söylendiği gibi; mutasavvıfın iki caddesinden enfüsî olanı galip gelerek ekser mutasavvıflar o ekolden gelmişler; buna bağlı olarak afakî ekolü nihayetinde diğerinden zayıf kalmış. (Çünkü daha kısa ve kolaydır.) Aynen öyle de, bugün de Nur talebeleri, sanıyorum, yine bu iki caddeden enfüsî olana karşı bir meyil taşımaya başladılar. Değişen paradigmalar tezini ben biraz da, değişen Nur talebeleri eşliğinde okuyarak, Risale-i Nur’un iki kanadını beraber yürütmekte asıl mesleğimizin inkişaf edeceğini düşünüyorum. Zira biliyorum: “Küçük âlemde ene, büyük âlemde tabiat gibi tâğutlardandır.” İkisini birden mahvetmek gerek. İkisine karşı cihadın devamı gerek. Yoksa tarikat gibi biz de ahirzaman fitnesinden büyük zararlar görebiliriz. Hasılı; Yirmi Üçüncü Söz okumalarımız boyunca, inşallah, bunu yapmaya çalışacağız.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.