Meleknur ÖZDORUK
Hayattar Kelimeler
"Bu zamana kadar hep sarf ve nahiv mebâdileriyle meşgul olmuştu." (Tarihçe-i Hayat)
Malum, Osmanlı'da klasik medrese tahsili, Arapça dilbilimi (köken, kelime, cümle tahlil ve tetkikleri/ morfoloji) üzerine yoğunlaşarak başlıyordu. Bu zemin, talebede oturduktan sonra binlerce sahifelik ilmi eserlerin tahlil ve şerhine geçiliyordu. Üstadımız bu usüllerin tatbik edildiği son nesle mensuptu.
Medreselerin kapanması ve eski(mez) harflerin yasaklanmasıyla ne kimse lisanî ilimler öğrenebilecek; ne de ummanlar gibi olan hadis, tefsir, akaid, kelam, fıkıh gibi sahalarda sistemli şekilde ilerleyebilecekti.
Acaba asırlardır gök kubbede ve dahi hadde hesaba sığmayan kalplerde sadâsı işitilen İslami güzellikler ve hepsinin membaı olan Kur'an ile nasıl muhatap olunacaktı? Hem zaman-ı âhir çarşılarında belagat, fesahat ve cezalet bunca revaç bulurken; bütün bu hasselerle bin dörtyüz yıldır sönmeksizin parıldayan kelimeler yeri göğü titreten bir âkıbete sürüklenmek isteniyordu.
Elbette dilin tahribi, mimsiz medeniyet senaryosunu oldukça kolaylaştıracaktı. Heyhat! Cenab-ı Allah'ın hükmü, kader planı, rahmet ve hikmet tahtında bambaşkaydı!
Madem bu devrin girdaplarından pek dehşetengiz bir girdap da lisan üzerineydi. O vakit Risale-i Nur, Cenab-ı Allah'ın lutf u tevfikiyle kudsi manaların derc edildiği, nevi şahsına münhasır bir dil ve üslup ile nakış nakış işlenecekti. Haddizatına mahsus merhale merhale mana derinliğiyle hakikat yolcularını, bu dar ve elemli dünyadan -istifade nispetinde- azade edecekti.
"...maksud-u bizzat olan ilimlere ulûm-u âliyeyi okumaksızın îsal edici bir yol buldum. Seriü's-seyr olan bu zamanın evladına, kısa ve selâmet bir tarîkı ihsan etmek, rahmet-i hâkimenin şanındandır." (Mesnevî-i Nuriye)
Demek Risale-i Nur kelimelerinin karşılıkları lügatleri aşacak, unutturulmaya çalışılan bütün o mana cevherlerini taptaze hayattarlıklarıyla gelip âlemimize mihman edecekti.
Demek ayrı ayrı birer âlem olan insanların tab' ve mizaçlarına göre kelimeler renk renk televvün edeceklerdi.
Demek bir kelimenin eşiğinde sıdk ve sebatla halisane bekleyip sa'y edenlere paha biçilmez kıymette hazinelerin bâb-ı esrarı -inşallah- aralanacaktı.
Demek hilkat şeceresinin bir dalı olan kâinatı külliyen ihata eden "nizam, mizan, hikmet tevzin, teavün" düsturları, Nur kelimatında dahi parıl parıl âyân olacaktı.
Demek ehli dikkat, nazm-ı maanisinden örtülü ve aşikâr olan katreleri gördükçe sermest olacaktı.
"Şimdi burada emanetin hakkını eda etmek niyetiyle, Cenab-ı Hakk'ın tevfikiyle derim ki: Ben, ‘Nokta, Katre ve Katre'nin Zeyli, Zerre, Şemme, Habbe' ve sair risalelerimde müteferrik hadsiyatı ve parça parça aynaları dercetmişim. Eğer Cenab-ı Hakk'ın izniyle bir zaman gelir, birisi bütün bu müteferrik hadsleri ve parça parça aynaları tahrir ve tasvir edip birleştirirse; öyle bir ayna onlardan çıkabilir ki, aynelyakînin nuru o aynada zahir ve nümayan olacaktır. Hem onlardan öyle bir hads tehassul edebilir ki, hakkalyakînin nuru, ondan çiçekler açacaktır inşallah." (Mesnevi-yi Nuriye, Badıllı Terc.)
Demek Kur'an güneşinden akseden lisan, Risale-i Nur ayinesinde temessül edecekti.
Demek gülün latif kokusunun çiçeğiyle kaynaşması gibi, Nurların üslubu da manaya göre âhengle akacaktı. Kâh heybetiyle “üslub-u âliye”, kâh letafetiyle "üslûb-u müzeyyene” , kâh remizleriyle "üslub-u mücerrede”...
Demek yeni nesillerin âlî hakikatler ile muhatabiyetinde kelime kelime tesis edilen bu inşa faaliyeti, kalbe damlayan âb-ı hayattan incilere tebdil edilecekti.
Demek kelimeler sadece sathi birer gösterge değildi. Her biri ruhuyla, kimliğiyle, zaman tezgâhında asırlarca işlene işlene zihnimizde ve dahi kalbimizde nefes nefes yaşayan kıymetlilerimizdi.
Demek âlemimizi mesken edinen ulvi kelimeler, hakiki hüviyetimizin ve zenginliğimizin cevherleriydi.
Demek hakikat-gerçek, talebe-öğrenci, nur-ışık, zulmet-karanlık, muhabbet-sevgi, nazar-bakış ve ila âhir.. aynı şey değillerdi.
Demek Nur Risalelerinin kelime hazinesinin sandukçalarında tam da bu zamanın yorgun, yaralı, bîtab, hastalıklı kalplerine iksir olacak mana anahtarları olan kelimeler saklıydı.
Demek o kelamlar, biraz tepeden bakıp yanaşanlara da esrarını fâş etmeyecek, sadakat göremezlerse nazlanacaklardı.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.