Himmet UÇ
Demokrasi, Cumhuriyetimiz ve Ferah Tiyatrosu’nda Bediüzzaman
Cumhuriyet ve demokrasi fikrin olduğu yerde olur, bütün fikirleri masanın altına atıp üstünde duran bir adet fikri de dayatma ile millete iterseniz onun adı sizce cumhuriyet ve demokrasi olur. Çoklu tercihlerin olmadığı yerde yönetimin adı cumhuriyet olabilir ama demirperde demokrasisi olur. Bizim demokrasimiz muhalifleri Hasoya Mamoya temizletip kalanları da abid gibi kullanmaktır. Mizancı Murat’ın tiyatroda konuşurken neredeyse ölümün eşiğine gelmesi bizim muhalefetimizin prototipidir. Bediüzzaman orada demokrasiyi de hürriyeti de muhalafeti de, yirmi yıl sonra gelecek cumhuriyeti de haber verir ama gelmiş midir?
Milli mücadelenin bütün mühim adamları Halide Edip, Yakup Kadri, Yahya Kemal gibi büyük oranda modernist olanlar bile çeşitli şekillerde uzaklaştırılmıştır, geri kalanlar ya öldürülmüş, ya da bahane ile ülke dışına gönderilmiştir. Sahada tek takım kalmıştır. Gol atmadan maç oynamak. Hakem heyeti maç yönetmez, kenarda bir şeyler içer ve çocuklar uslu olun derler. Bediüzzaman cumhuriyetinin başlangıç tarihi o İstanbul’a gittiğinde başlamıştır, bütün belalı durumlarda, kargaşalarda o vardır. Yaptığı yatıştırmak, demokrasi ve hürriyet bilinci vermektir. Bediüzzaman ve demokrasimiz ve cumhuriyetin bütün esasları onun İstanbul hayatında gizlidir, demokrasi tarihimiz onun olmadığı bir yerde eksiktir.
Turfanda mı yoksa Turfa mı isimli idealist romanın yazarı Mizancı Murat muhaliftir, etkilidir. Şehzadebaşındaki Ferah Tiyatrosunda konferans verir. Konuşması ile Bediüzzaman’ın fikirleri arasında yakınlık olan bu muharrir hakikatı söylerken tahrik eden bir dil kullanır. Sert ve tenkidkar tutumu yüzünden salonda hakaretler yayılır. Mizancı Murat bir süre dayanırsa da daha sonra perdenin arkasına çekilir. Kalabalık dağılmaz, büyük bir helakete varacak durumlar orta yerdedir. Bediüzzaman kargaşaya tahammül edemez ve sahneye koltukların üstüne fırlar. Bir yazar onu tasvir eder ”Külahlı, şalvarlı, ipek mintanlı, düğmeleri gümüş savatlı, beli kuşaklı idi. Ayaklarında çizmeleri vardı. Elinde gümüş saplı bir kamçı kuşağının arasında kabzası görünen gümüş kaplamalı bir kama vardı. Gençti esmerceydi, bıyığı siyah ve dolgundu, hafif tertip yukarı doğru bükülmüştü.” (Şahiner 94)
Bu demokrat mizaçlı ve yüzyıl karakteri ve tavrına yakın bir adamın çıkmadığı kişi, kağıt üstündeki demokrasimizin her zaman muhtaç olduğu başkasının fikrine saygıyı anlatır. Hürriyete saygı gösterilmesini anlatır, hatibin sözünün kesilmesinin meşrutiyete ihanet olduğunu anlatır. Terbiye ve sözün sınırlarını aşmanın yanlışlığını anlatır. Müslümanlığın muhalif de olsa fikre saygıyı gerektiğini anlatır. Ayet ve hadisler okur, İslam tarihinden Peygamberi zişanın müşaverelerinden örnekler verir. Onlara terbiye ve nezaketle dağılmayı anlatır. Cumhuriyetin bütün aktörlerinin böyle bir adamı yok, olsaydı her mücadelesi bir tiyatro olurdu. Bediüzzaman’a ve mücadelesine bir sanatçı eli değmeli, öyle değil mi? Başkalarının görmek istemediği bizim de göstermeyi beceremediğimiz Üstad Hazretleri.
“Kaç defa büyük içtimalarda, heyecanlar hissettim. Korktum ki, avam-ı nas siyasete karışmakla asayişi ihlâl etsinler. Türkçeyi yeni öğrenen köylü bir talebenin lisanına yakışacak lâfızlar ile heyecanı teskin ettim. Ezcümle; Bayezit’te talebenin içtimâında ve Ayasofya mevlidinde ve Ferah Tiyatrosundaki heyecana yetiştim. Bir derece heyecanı teskin ettim. Yoksa bir fırtına daha olacaktı. Ben ki; bedevî bir adamım. Medenîlerin entrikalarını bildiğim halde işlerine karıştım. Demek cinayet ettim.(Divan-ı Harbi Örfi)
Bediüzzaman sıkı yönetim mahkemesinde yargılanır. Suçu isyana teşviktir, mahkeme heyeti önünde hasenatlarını iyiliklerini ironik bir dille bağlar ve kendinin yatıştırma rolünün tam aksine tahrik ile suçlanmasına çok mantıklı ve yaptıklarını nazara vererek cevap verir ve beraat eder. Çünkü mahkeme zaten haklıyı haksızı ayırmak için değil kurulmuş bir komplonun icracısı olarak görev yapmaktadır. Herkes Bediüzzaman’ın bu mahkemeden nasıl kurtulduğu konusunda hayret eder. Nevzat Köseoğlu yazdığı biyografide bunu devre dayanarak anlatır.
Henüz İstanbul’a geleli bir yılı aşkın bir süre geçmiş bir insan 31 Mart gibi büyük bir curcunanın içine atılır ve seyirci değil rejisör gibi davranır. Sayısız gazetenin toplumu fesada vermek için yayınlandığı bu dönemde onlara nasihat eder. Gariptir o bizim fikir siyaset ve edebiyat tarihine yerleştiremediğimiz ama örneği olmayan bu garip hamiyetli adam hala dar düşüncelerinden masun değildir. O birtakım okuyucuları olan ama savunucuları ve entelektüelleri olmayan bir garip insandır.
“Gazeteler iki kıyas-ı fâsid cihetiyle ve haysiyet kırıcı bir neşriyat ile ahlâk-ı Islâmiyeyi sarstılar. Ve efkâr-ı umumîyeyi perişan ettiler. Ben de gazetelerle, onları reddeden makaleler neşrettim. Dedim ki: Ey gazeteciler! Edipler edeplí olmalı, hem de edeb-i İslâmiye ile müteeddip olmalı. Ve onlann sözleri, kalb-i umumî-i müşterek-i milletten bîtarafane çıkmalı. Ve matbuat nizamnamesini, vicdanınızdaki hiss-i diyanet ve niyet-i hâlisa tanzim etmeli. Halbuki, siz iki kıyâs-ı fâsidle, yâni taşrayı İstanbul’a ve İstanbul’u Avrupa’ya kıyas ederek etkâr-ı umumiyeyi ta yeni ve gizli ve dinsiz bir istibdat, pis eliyle o mübareği ağrazına siper etmekle lekedar etmesin. Hürriyeti, âdâb-ı Şeriatla takyid ediniz. Zira câhil efrat ve avâm-ı nas; kayıtsız hür olsa, şartsız tam serbest olsa, sefih ve itaatsiz olur. Adâlet namazında kıbleniz dört mezhep olsun. Tâ ki, namaz sahih ola. Zira, hakaik-ı Meşrutiyetin sarahaten ve zımnen ve iznen dört mezhepten istihracı mümkün olduğunu dâva ettim. Ben ki, bir âdi talebeyim. Ulemaya farz olan bir vazifeyi omuzuma aldım, demek cinayet ettim ki, bu tokatı yedim.” (Divanı Harbi Örfi)
İşte demokrasi tarihimizden bir harika sahife, Bediüzzaman demokrasisi ve Ferah tiyatrosu.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.