Leyla İPEKÇİ
Depremle sarsılıp kendimize dönmek
Şimdi Van depremini konuşuyoruz. Yardımlar akıtıyoruz oluk oluk, gidecek yardımları örgütlemeye çalışıyoruz. Üzülüyoruz bir yandan, soğuktakiyle, enkaz altındakiyle, ezilip ölmüşüyle, sağ kalmışıyla yekdil oluyoruz.
İlk saatlerde ansızın bir kavga yansıyor ekranlara: Uzun uzun ideolojik cümlelerle bir felaketzede hükümeti suçluyor. Devlet nerede diye yakınıyor. Kamera iki üç metre ilerliyor ve muhabir devleti buluyor. Askerler, vinç, kurtarıcılar... Orada. Derken gelen dış yardımların geri çevrildiği haberi geliyor. Hadi herkes birbirine düşüyor bir anda. İsrail'in yardım talebinin geri çevrilip çevrilmediği bilinmezken dahi, en sert cümleler sanal ortamlarda paylaşılıyor: "Hükümet İsrail'den insani yardım almayıp insansız uçak almaya devam etsin!"
Sonra bir bakıyorsunuz bizi aynı ateşte eritecek, küle döndürecek bir cümle daha uçuşuyor sanal âlemlerde, sohbetlerde, ekran gerilerinde. Tekrarlana tekrarlana bir çığ gibi düşerek zihin altımıza: "Saldırdıkları, taş attıkları, kurşun sıktıkları polis ve askerden yardım beklemesinler." Ve hızla büyüyor, yayılıyor. Şimdi o suçladığınız saldırganları teşhis ettiniz de, bu biçare afetzedelerin cezasını vermeye kalkıyorsunuz demek istiyorum. Derken daha şiddetlisi geliyor: "Bu deprem Allah'ın gazabı!" Bu sefer yıkılıyorum işte. Hangi neden sonuç ilişkilerinin hükmünü verebiliriz ki biz kullar? 'Tanrıcılık' oynadığınızın farkında mısınız? Ceza makamı siz misiniz?
Bitmiyor. Van belediyesi ile devletin yardımları dağıtma konusunda koordineli çalışmadığı ortaya çıktığında, valilik ile ortak çalışma yürütmek isteyen belediye başkanı, bu tekliflerinin kabul görmediğini söylüyor.
Yetmiyor. Farklı görüştekilerin yardım yollarken dahi işbirliği yapamadıkları da ortaya çıkıyor bu arada. Kimi İHH'ya kızıyor, kimi Sarmaşık derneğine. İdeolojik ayrım, insani tüm melekelerimizi imha ediyor. Sonunda Sarmaşık Derneği, İçişleri Bakanlığından aldığı örnek kuruluş sertifikasını paylaşıyor kamuoyuyla.
Depremzedelere ulaşacak yardımın ne çok kimliği, kaç ideolojisi, kaç görüşü, inancı var... Bilinmiyor. Ama sözgelimi Diyarbakır'da açlık sınırındaki 5 bin aile bu derneğin gıda bankası sayesinde varlığını sürdürüyor. Derneğin kurucuları arasında CHP'li ve AKP'li eski milletvekilleri, farklı kesimlerden STK'lılar olduğu da ortaya çıkınca, fitne başka ateşleri yakmak üzere yoluna devam ediyor.
Daha sırada başta kamu binaları olmak üzere yıkılan ve ağır hasar gören bütün yapıların müteahhitlerinin canlı yayınlarda kendilerini savunuşunu izlemeye hazırlanıyoruz. Kaç şiddetinde sallıyor bizi fitne, kaç kez gidip geliyor... Asıl zelzele, asıl şiddet bu fitnede işte. İnsanların içine nefret hissi, intikam ve öfkeyi koyan, en iyi niyetleri bile art niyet olarak gösteren ve bizi birbirimize düşüren fitne, sıcak savaş kadar yakıcı. Hatta daha çok. Çünkü hiç bitmiyor. En çok, barış sandığımız savaşları kışkırtmada etkili. Ellerimizi, dilimizi, gözümüzü, kulağımızı rehin alıyor. Karşılığında tek verdiği ateş. Keşke diyorum, keşke yakıtı insan ve taş olan ateş bizde yakacak bir şey bulamasaydı. Keşke İbrahim Aleyhisselama serinlik ve esenlik veren o ateşi arzulasak. Aşkın ve kemalin ateşi intikam ve öfkenin ateşiyle hemcins değil. Keşke anlasak...
Yardımı kim yapacak, kimler kime yardım yapacak, kimler kime yardım yapamayacak.Böyle tartışmaların eşiğinde bizi buluşturan hakikatlerin dilini sökmeye başlayabiliriz yeniden. Nifak tohumları, operasyonlar, terör, savaş... Bütün bu zulümler depremle filiz veren bir umudu çoğaltmaya da dönüşebilir aniden. Bazılarına göre bölgede AKP ile BDP arasındaki mücadelenin su yüzüne çıkmasını görüyormuşuz deprem yaralarını sarmaya çalışırken. Ama bazılarına göre, ateşi dindirecek su, rüzgâr da olabilir bu dayanışma. İkilikleri, ikircikleri, parçalanmış dünyaları bütünlemenin vesilesi olabilir!
İkinci günün akşam saatlerine doğru bölgeden, Twitter aracılığıyla gelen bir 'tivit', on yıllarca bizi çatıştırmış resmi söylemin (iç düşman, dış düşman, herkes düşman vesaire)sivil hali gibiydi: "Erciş ikiye bölünmüş durumda" diye yazıyordu! Fitne yine mi kazanacak diye düşündüm: "Sivillerin durduğu bölge enkazın yoğun olduğu yer. Ve devletin durduğu stadın orası."
Ne olur 'kardeş kokusu'nu duyacağımız bu anlarda, bizi çatıştıran bu dile teslim olmayalım. Vicdanımızı çürüten, harlı ateşinde kelimelerimizi öğüten 'nifak sistemi' her seferinde kazançlı çıkmasın. Bizi en çok yaklaştırması gereken deprem gibi bir afetin bizi hınzırca bölmesine ayrıştırmasına göz yummamanın bir yolu olmalı. İyi niyetimizden, umutlarımızdan merhametimizden, vericiliğimizden art arda yükselen alev toplarını söndürmenin bir yöntemi... Keşke hatırlasak.
Fitnede ittifak etmek çok kolay. Nihayetinde kendimize düşman olarak seçtiğimiz her şeyi imha etmeyi deneyebilir ve hatta başarabiliriz. Ama kinin, öfkenin, kışkırtıcılığın, intikamın mahalli nefsimizi ne kadar imha etmeye çalışırsak çalışalım onu ortadan kaldıramıyoruz. (Onun mutmain olması yetiyor.) Belki cevap, biraz da buralarda bir yerdedir... Kendi içimizde.
Zaman
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.