Selahattin GEZER
Ders veren karıncalar…
Elimde fotoğraf makinem, çekim yapmak için dolaşıyordum… Geçtiğim vadinin tabağa benzer düz bir alanında, şevkle intizam içinde, koşuşturan karıncaları gördüm. Kendileri büyük, davaları büyük, neşe içinde tatlı bir telaşla kalın bir hat halinde, aralarındaki muharebeyi de güçlü tutarak, hedefleri için geçit yapıyorlardı… Makinenin ayarını videoya alıp çekerken, izlemeye koyuldum… Arada ana hattan ayrılarak, incecik bir hat oluşturanlar, adeta bir şaşkınlık içine girip, asıl hatta tekrar dâhil oluyorlardı; sürüden ayrılmak, itaatten ayrılmak pişmanlık vermişçesine… Kısa süreli maceraya girmelerine, koloniden ayrılmalarına, sanki dönüşleri bir tövbe gibiydi; inat etmeyi, düzene ayak diretmeyi bırakmaları… Bu minicik varlıklara kocaman bir misyon oluyordu, uhuvvetlerine sahip çıkmaları… Bu küçük bedenlerin büyük başarıları, paralel olmakta değil birlikte kardeşçe hareket etmelerinde idi…
Karıncalar, en gürültüsüz gürültücülerdir; birliği, uhuvveti anlamamız için, dikkatimizi çekmek için… Cumhuriyeti sevdiren birlikte kocaman adımlar... Karınca kolonisinde, İhtilaflara düşmeden, ihanetlere girmeden, Samanyolu’ndaki yıldızlar gibi karıncalar bir hedefe akıp, rızıklarını kucaklar, sırtlar, aynı nizam ve intizam içinde yuvalarına dönerler, itaati bozmadan, ahengi bozmadan... Huzur vardır karınca kolonisinde; şahsi menfaat yapmazlar, topladıklarını ortaya koyar birlikte zor günlerde paylaşırlar... Cumhuriyetlerinde ikiliklere, bölünmelere fırsat vermeden, liderlerine baş kaldırmadan, fıtri bir şekilde asayişin teminini bırakmadan, tek bir hedefin asil yolcularıdır, sessizce ama aslında gürültülü adımlar atarak...
Bediüzzaman, mahkemede kendisine cumhuriyet hakkında fikri sorulunca:
"Yaşlı mahkeme reisinden başka daha siz dünyaya gelmeden ben dindar bir cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki tarihçe-i hayatım ispat eder. Hülâsası şudur ki: O zaman, şimdiki gibi, hâli bir türbe kubbesinde inzivada idim. Bana çorba geliyordu. Ben de tanelerini karıncalara veriyordum. Ekmeğimi onun suyu ile yerdim. Benden sordular, ben dedim: Bu karınca ve arı milletleri cumhuriyetçidirler. Cumhuriyetperverliklerine hürmeten, taneleri karıncalara veriyorum."
Karıncalar, bencilliği incecik bellerinde yük yapmadıkları için, kendilerinden büyük ağırlığı taşırlar… Biz olanların yükü hafifler, hedefleri büyür, başarı kazanılan gerçek olur. İnsanda ene, hem kendine sıkıntı, varlığı yorucu olan, hem de birlikte yaşadıklarına ağırlığı gitgide artan yük. Bencillikler neticesinde, her alanda ortaklıkta, aile hayatında, yönetmekte, hizmette farklı kulvarlar, ihtiraslar için açılan yollar ortaya çıkar…
Biz karıncalar gibi, Alpaslan’ın peşinde akarken, Anadolu’nun kapısını iman anahtarı ile açtık... Biz, Fatih’in peşinde, ittihatçı karıncalar gibi var iken, surlar bize kurabiye gibi oldu, çıtır çıtır yedik... Biz karınca birlikteliğini yaşarken, Atilla’nın yumruğu Asya’nın bozkırlarından, Avrupa’nın tepesine bindi. Yavuz’un peşinde itaatkâr karıncalar gibi akınca tek seslilikle, ihtilaflara fırsat vermeden, Âlemi İslam’ın şuuru tekrar yerine geldi, kutsal topraklar gerçek sahibine yeniden kavuşmuş oldu.
Ne diyelim? Paralelsiz cumhuriyeti ve karınca kardeşliğini becerirsek, uhuvvet ve ihlâs da bizim nükleer gücümüz olur.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.