Cemil KARAKULLUKÇU
Dostuma mektup (19)
Sevgili dostum;
Bir önceki mektubunuzda, yalnızlığı yaşamanın öyle herkesin yaşayabileceği bir düzey olmadığını belirtmeye çalışmıştın. Ben yalnızlığımla, yalnızlıktan hoşlanmamla, bir kısır döngüde bocalayıp durduğumu sanıyordum. Hem bu halimle kendimi bir zavallı, bir hayattan bıkmış ve insanlardan kaçar bir psikoloji içinde olduğumu sanıyordum.
Bu hal beni oldukça rahatsız ediyordu. Ne demek, kalabalıklar arasında bulunmaktan hoşlanmamak! Yalnızlığımda diyaloglarımın, iç diyaloglarımın fazlalaşması ne demekti? Birileri ile bir saatten çok sohbet etmeyi, sessizliğimden uzak kalmayı ve başkalarının bana göre iğneli sözlerinden kolayca usanmayı ciddi merdümgirizlik/mizantrop olduğuna inanmıştım.
Senin yazdıklarınla kendime geldim, sevgili dostum! İşte daha dündü, şehre indim; -benim bütün günlerimi geçirdiğim yer şehre göre bir köydür ya da bir dağdır ya- yalnızlığımı, birçok tanıdıklarımla gidermeye çalıştım. İnanıyordum ki, onların hepsi değerli insanlardı. Zamanımıza göre onlar birer kutuptu bana göre. Saygı duyuyordum kişiliklerine, bilgi doluluklarına, hayata bakış açılarına... İnan, sevgili dostum; benden çok üstün meziyetlerle donanmış olduklarını gerçekten kabul ediyordum. Ama yine de benim acılı yanlarıma bir merhem olmuyordu konuşmaları; bir yerlerim aç ve susuz kalıyordu, doyuma ulaşmıyordu onların yanlarında. Bu halimle kendimi suçluyordum. Birilerini ve kalabalıkları asla suçlayamam ve suçlamadım da...
Ve sen, bana yalnızlıktan asla kaçmamamı yazıyorsun. Elbette yalnızmışım. Bilinçli olduğumda yalnızlığımı daha da içten hissediyormuşum. Bir insan bilinçlendiğinde yalnız olurmuş. Bilincimiz ve farkındalığımız ne kadar artarsa, o kadar yalnız olurmuşuz. Ondan kaçmamalıymışız. Yalın olarak ifade ettiğim bunları yazıyorsunuz bana. Her cümle ve her kelimeniz, benim yaralarıma merhem olduğunu bilmenizi isterim. İsterim, çünkü uzaktan bile olsa, yazdıklarınla ciddi iyileşiyorum. Kendimi yalnız hissetmekten şimdi kaçmıyorum. Yalnızlığım, benin biricik görünmeyen dostum ve tesellim olduğuna da kesin inanıyorum.
Bence de yalnızlığı kuralınca yaşamak, ebedî dosta biraz da yaklaşmanın bir adımı ve yolu. Hele günümüzde, hele insanların her şeyde bir çıkar aradıkları bir zamanda, elden geldiği kadar bu tür yaklaşımlardan uzak durmak, içimizin derinliklerine inmek, oralardaki pürüzleri ayıklamaya çalışmak, dedikodulardan uzak bir hayat yaşamak, iç fısıltılara kulak vermek ve içimizden lahutî âleme pencere açmak bir erdemdir elbette.
Doğrusu pek de bu halime bir hastalık olarak bakmıyorum şimdi, sevgili dostum! İşte şehre indim. Orada bol tanıdık simaların içinde kalmaktan belki bir saat geçti ki, ben, derinliklerimde feverana benzer şeylerin olduğunu hissetmek üzere iken, neyse ki ruhuma yatkın bir olay gelişiyordu. Orada olan bir tanıdığın beni kenara çekip, öyle baş başa verip bir sohbeti kaynatmamız için zaman ayırıp ayıramayacağımı sormuştu bana. Baş başa verip dalacağımız sohbete ne zamandan beri hasretmişim meğer. Gözlerim açıldı. Beni çok öncelerin koyu sohbetlere kadar götürdü. Bir iç çektim sevgili dostum. Ne idi sabahlara kadar o pür dikkat sohbetler! Zamanın geri geldiğini sandım bir anda. Baş başa verip iç diyaloglarımızın sıcaklığında o sessiz karanlıkları aydınlatmak! Evet, nuranî bir ışıkla saatlerce, sessizce ve biraz da bilgece yıkanmalarımız neydi sevgili dostum!
Elbette olur, dedim o tanıdık simaya. Sorular eşliğinde uzayıp gidecekti sohbetimiz. Teke tekliğin içtenliğinde doğrular daha net çıkardı ortaya ya. Muhabbet de bu teke tekliğin ve baş başa vermenin hararetinde aşka dönüşürmüş ya. İşte, ben de o tanıdığın sohbetini iple çeker halimle bir başka haz aldığımın işaretini, bu geldiğim yaşımda ilk kez almış gibi çok sevindim, sevgili dostum. Yoksa, sen mi bir başka vücuda girip karşıma dikilip bu teklifi yaptın, diye de düşünmedim değil.
Şimdi daha da inandım yazdıklarına. Ben yalızlığımı istemekle bir hasta değilim elbette. Ben insanlara iyilik yapmaktan hoşlanıyorum çünkü. Onlara yapacağım her katkıyı saf bir iyilik olarak algılıyorum. Çok önceleri seninle olan o doyumsuz sohbetleri hatırladım. Sohbet varsa anlaşılmak da vardı elbette. O zamanlar hep böyleydi.
Teke tek ya da baş başa yapılacak sohbetleri bir nostalji olarak karşılamam da garip değil mi? İşte benim bu garip karşılamam bile yalnızlıktan yana tavır takınmamın bir dayanağından başka ne olabilir? Yalnızlıktan kaçmayacağım. Yalnızlığımda ben daha büyük meşgalenin içindeyim çünkü.
Ah dostum! Yine de içimde bir sızı var. Senin gelmene ya da sana ulaşmaya müştakım ben.
Kal sağlıcakla...
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.