Hasan TANRIVERDİ
Dünyevî Aşklar İlahî Aşka Köprü Olmalı
Kâinatta insanların masnuatı sevmesinin üç kaynağı vardır. Bunlar; “kemal, cemal ve ihsandır.”
Kemal: Olgunluk, mükemmellik, kıvam, fazilet ve bütün güzel sıfatlara sahip olmaktır. Cemal: Yüz, güzellik, Cenab-ı Hakk’ın ihsanı ile bütün cemali isimlerinin tecellisi. İhsan: İyilik etme, bağışta bulunma ve lütfetmektir. Diğer yandan Allah’ı görüyor gibi ibadet etme, sürekli O’nun huzurunda bulunduğunun farkında olarak yaşama anlayışıdır.
İşte insan, bu kaynaklardan dolayı âşık olur ve sever. Kâinattaki bütün kemal, cemal ve ihsanın kaynağı Allah’ın isim ve sıfatlarıdır. O yüce Zat’ın güzelliğinin dışında başka bir güzellik yoktur. Masnuatın “ma’na-yı” ismi üzerinden okunan güzelliği, Allah’ın güzelliği karşısında deryalardan bir damla hükmünde dahi olamaz.
Öyleyse sevilecek ve âşık olunacak esas kaynak dururken, niçin bir gün yok olup gitmeye mahkûm olan, gerçek kaynağın yetmiş bin perdeden geçmiş gölgesinin gölgeleri hükmünde olan güzelliklere âşık olup, sonunda üzülelim ve elem çekelim. Akıl sahibi insanlar anlarlar ki; fani masnuat bu çeşit sevgiye değmez.
Allah’ın insanlara vermiş olduğu kalp, ancak kendisiyle tatmin olacak ve kendisini tatmin edecek kapasitede yaratılmıştır. Bu nedenle kalbin, fani varlıklara gönül vermesi ve âşık olması, o kalbin manevi bir hastalığı olarak kabul edilir. Hatta kalbe girmemesi gereken bir sevgiye yer vermesini, şirk olarak kabul edenler bile var. Çünkü Halık-ı Zülcelâl, kalbi yalnız kulun kendisini sevmesi için yaratmıştır. Diğer sevgiler, hakiki sevgiye ancak köprü olabilirler.
Bir kalp maddi veya manevi bütün unsurlarıyla yaratana aittir. İnsana, sadece Allah’ın Zat’ının sevilmesi için verilen bir nimettir. “Kalpler ancak Allah’ın ismini anmakla tatmin olabilir, ayeti” Kur’an’nı Kerim’in insanlara önemli bir uyarısı, bir ikazıdır. Kalp aynı zamanda imanın mahallidir.
Önemli bir konu da sevgi ve muhabbet, ilim ve marifetin sonucu hükmündedir. İlim ve marifet arttıkça muhabbet ve sevgi de ona bağlı olarak yükselir. Her şeyin aslı ve özü muhabbettir. Nasıl ki, bir tarla ürün almak için ekilir, zahmet ve emek verilir, aynı şekilde bu kâinatın yaratılmasının esası ürünü ve gayesi muhabbet ve sevgidir.
Harika tablolar yapan, marifetli ve sanatında usta bir ressam düşünün ki, yaptığı bu harika tabloları bir depoya saklasa ve onları hiç kimseye göstermezse, o harika tabloların hiçbir değeri olabilir mi? Demek ki, o ressam kendi yaptığı tabloları kendisi de beğenmemiştir. Eğer önce kendisi beğenirse, başkalarının da beğenmesini de ister, onları teşhir eder, sergiler, insanların beğenisine sunar.
İşte bu kâinat ağacını yaratan yüce Zat olan Halık-ı Zülcelâl, ilim, sanat ve marifetinin eseri olan bu kâinatı mükemmel ve kusursuz yaratmış, önce kendisi sevmiş, sonra yarattığı harika eserleri sevecek ve takdir edecek akıl ve ruh sahibi insanları yaratmış. İnsanlara sevme duygusu vererek sanatını beğendirmek ve takdir ettirmek istemiştir. Yani kendisini sevecek ve O’na kalben bağlanacak bir muhabbet hissini “ vermek istemeseydi, istemek vermezdi” sırrıyla, insanın özü ve esası olan kalbine yerleştirmiştir.
Cenab-ı Hakk’ın insanoğluna verdiği en büyük nimet, onu ihtiyaç içinde yaratmasıdır. İhtiyaç olmazsa, istek de olmazdı. Sevme ve sevilme de bir ihtiyaçtır. Onun için yaratılış gayesine uygun olarak, Cenab-ı Hak insanlara sınırsız bir muhabbet ve sevme duygusu vermiştir. O nedenle bu ihtiyacın verilmiş olması bile şükür gerektirir.
Anlıyoruz ki, insanın kalbinde her şeyi sevecek genişlikte bir muhabbet kabiliyeti yerleştirilmiştir. Verilen bu kabiliyeti harekete geçirecek, onu faal kılacak ancak ve ancak Allah’ın birliği, yanı tevhid inancı sağlayabilir. Zira tevhid kalple, Allah arasında bağlantı kuran bir köprüdür. Tevhid adeta çok kabiliyetlerle donatılmış kalbin kullanma kılavuzudur. Kılavuza göre hareket edilmez ise, kalp adi ve basit şeyler içinde yıpranır gider.
Tevhidi rehber edinenler, kılavuzu doğru seçmiş demektir. Sırat-ı müstakim dediğimiz o doğru istikamet, kişiyi hakiki sahibine götürür, aklına rehber olduğu kişiye sahibini buldurur. Aynı şekilde tevhid inancı akla rehber olduğunda, onu dünyevi sevgililerden kurtarıp, yerine hakiki sevgili olan İlahî muhabbete, yani Aşk-ı hakikiye ulaştırır.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.