Muhammed Numan ÖZEL
Ehl-i imanın nizasında temel sebep
تساند “Karşılıklı yardımlaşma. Birbirine istinad etmek.” Manalarına gelmektedir. İçtima her sahada bunun nice misallerini görmekteyiz. İnsanlığın var olduğu her saha bunun tatbikat alanıdır. İstinasız olarak. Tesanüd neticesiyle tek başına yapılması müşkül olan nice işler kolaylıkla yapılmaktadır. Örf-ü nasta “el birliği ve imece” gibi tabirlerle de bu mesele câridir.
İğne ustalarının tesanüdü ve iş bölümü yapmaları sebebiyle ferdi çalışmalarının kaç katı netice elde ettiği İhlas Risalesini okuyanlarca malumdur.
Tesanüdünü muhkemleştirmiş olan bir yerde tesanüdün bozulmasıyla çok vahim neticeler hasıl olabilir. “Tesanüd bozulsa cemaatın tadı kaçar.”[1] Sözüyle de asrın mütefekkiri mevzuyu veciz olarak ifade etmiştir. Tesanüd ise tenesübün birbirine uyum içinde olmanın neticesidir. “Temasülse, tezadın mühim bir sebebidir. Tenasübse tesanüdün esası. Sıgar-ı nefistir tekebbürün menbaı. Za'f-ı kalbdir gururun madeni. Olmuş acz, muhalefet menşei. Meraksa ilme hocadır.”[2] “Kâinatın heyet-i mecmuasındaki teavün, tesanüd, teanuk, tecavübden tezahür eden sikke-i kübra-i uluhiyettir..”[3]
Tenasübü ve neticesi olan tesanüdü tarumar eden esbabın başında temasül gelmektedir. Yani birbiriyle emsal olmaktır. Bu emsalik, yaş, maddiyat veya kemalat olmak üzere bir çok şey hususunda olabilir. Bu hususlar tenasübü değil taannüdü getirmektedir. Bu inatlaşmak ise çok vahim neticeler verebilmektedir.
“Hak namına, hakikat hesabına olan tesadüm-ü efkâr ise; maksadda ve esasta ittifak ile beraber, vesailde ihtilaf eder. Hakikatın her köşesini izhar edip, hakka ve hakikata hizmet eder. Fakat tarafgirane ve garazkârane, firavunlaşmış nefs-i emmare hesabına hodfüruşluk, şöhretperverane bir tarzdaki tesadüm-ü efkârdan bârika-i hakikat değil, belki fitne ateşleri çıkıyor. Çünki maksadda ittifak lâzım gelirken, öylelerin efkârının Küre-i Arz'da dahi nokta-i telakisi bulunmaz. Hak namına olmadığı için, nihayetsiz müfritane gider. Kabil-i iltiyam olmayan inşikaklara sebebiyet verir. Hâl-i âlem buna şahiddir.”[4]
Hak namına olan meseleler mübahase edilirken bu inat sebebiyle hakikatlar zıddına bile inkılab edebilir. Tesadüm-ü efkar olarak da tabir edilen münazara zemini, münakaşa zeminine inkılab etmektedir. Ama hak namına ve hakikat hesabına olduğu zaman tesanüdü netice vermektedir. “haklı şûra, ihlas ve tesanüdü netice verdiği…”[5] bir yerde yapılan istişare şayet ihtilaflara sebep oluyorsa konuşulan meseleler tekrar gözden geçirilmelidir. Çünkü neticesinde tesanüd ve ihlas değil ihtilaf çıkmıştır. Bir ihlassızlık veya Risale-i Nurun esaslarına aykırılık söz konusu olabilir. Böyle bir zeminde ise gerek hak namına gerek nefisler hesabına olsun ittifak değil fitne ateşleri göğe yükleriyor. Maksatta ittifak eden kimselerin tenasübünü bozmak için dairemiz haricinden de parmak karıştırmak isteyenler de olabilir. Bunun neticesinde de Barika-i hakikat değil, fitne ateşleri alevleniyor.
“Karşımda müdhiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeğe, imanımı kurtarmağa koşuyorum.”[6] diyen asrın mütefekkirinin müntesipleri, tenakuza, taannüde ve ihtilafa düşüyor. “Âdeta bir sineğin ısırmaması için, müdhiş yılanlara arka çevirip, sineğin ısırmasına karşı mukabele etmek gibi bir divanelikle..”[7] hareketler tezahür ediyor. “Hiç aklınız yok mu ki, kendi âzanızı kendi dişinizle divane gibi ısırıyorsunuz? ”[8]
Gıpta etmek bile bu hususta tehlikelidir. İmrenme. Aynı iyi hâli isteme. Şiddetle başkasının güzel bir halinin kendisinde de olmasını arzu etmek manalarını ihtiva etmektedir. Bu damar dahi tenasübü bozabilmektedir.
Hülasa: ehl-i tarikte fena fiş-şeyh, fena fil ihvan, fenafillah, beka billah gibi mertebeler vardır. Bu fena olunanlar insanın emsali olmaması sebebiyle fena olmak kolaydır. Ama fena fil ihvan olan emsalinde fena olmak ve fena olmayı iştiyakla arzulamak ise çok zordur. Çünkü karşıdaki kendisinden farklı ve üstün bir meziyeti olacak ki onda fani olabilsin ve tesanüd edebilsin. Talebeler yani aynı seviyede olanlar arasında münakaşa çok olur. “Biz talebeyiz, birbirimizle döğüşürüz, barışırız.” [9]
“İşte ey mü'minler! Ehl-i iman aşiretine karşı tecavüz vaziyetini almış ne kadar aşiret hükmünde düşmanlar olduğunu bilir misiniz? Birbiri içindeki daireler gibi yüz daireden fazla vardır. Her birisine karşı tesanüd ederek, el-ele verip müdafaa vaziyeti almaya mecbur iken; onların hücumunu teshil etmek, onların harîm-i İslâma girmeleri için kapıları açmak hükmünde olan garazkârane tarafgirlik ve adavetkârane inad; hiçbir cihetle ehl-i imana yakışır mı?”[10]
Hizmet-i imaniye ve Kur’aniye olan Kur’an davasında tüm ehl-i sünnet vel cemaati tesanüd, teavün, tecavüb, imtizaç sıfatalarıyla techiz etmiş bir duvarın taşları gibi eylesin. Taannüd gibi huylardan uzak eylesin! Amin.
Selam ve Dua ile
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.