Serdar BİLGİN
Risale-i Nur’da Taksimü'l-a'mâl kavramı
Girizgâh
Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlüğü’nde ve Kamus-ı Türki’de “taksimü’l a’mâl, taksim-i amal” kelimelerine ulaşamadım. Ancak “İş bölümü, iştirak, taksim, mesai, vazife, iş vb.” tenasüp ilgisi kurabileceğimiz kelimelerden hareket edilebiliriz. Osmanlıca sözlüklerde kelime sosyal hayata dönük “iş bölümü, vazife taksimi” anlamlarına geliyor. Kavramın Risale-i Nur’da da “iş bölümü, vazife taksimi” anlamında, ancak sadece sosyal hayata dönük değil daha geniş anlamı ile kullanıldığını görüyoruz. “İştirâk, iştirâk-i emvâl, iştirâk-i a’mâl, iştirâk-i san’at, iştirâk-i mesai, iştirâk -i a'mâl-i uhrevî, teşrikü'l-mesâi, taksim-i mesai, taksim-i umûr, taksim-i âdil, taksim-i aklî” kelimelerini müzakere sürecinde anahtar kelimeler olarak kullanacağız. Kavramı anlamaya dönük, bugün sizlerle sekiz adımlık kısa bir yürüyüş yapacağız inşallah.
Birinci Adım: Taksimü’l a’mâl, emr-i mânevîdir.
Hayat, vahdet ve ittihadın neticesidir. Vahdet ve ittihat kavramı; parça ve bütünü, parça ile bütünün uyumunu, intizamı kapsar. İntizam ise ahengi ve güzelliği ortaya çıkarır. Hatta kâinatta ihtilâfın bile imtizaca, ahenge ve güzelliğe sebep olduğuna şahit oluruz. (Şuâât s:275) Farklı parçaların bir araya gelip örülüp birbiriyle uyumlu hale gelmesi, kâinatın kevnî bir kanunudur. Sâni-i Zülcelâlin hilkat-i âlemde cârî ve taksimü'l-a'mâl kaidesinden akan kanun-u tekemmül ve terakkîde mündemiç olan rıza ve işaretinin imtisali farzdır. (Muhâkemat s:40) Rezzâk-ı Hakikî bir kanun-u mahsus ile taksim ve tevzi ediyor. (Sözler s:706) Ve şu hikmete binaen, elbette cesîm, muhteşem, geniş bir saray yapmaya başlar. Şahane bir surette dairelere, menzillere taksim eder. Hazinelerinin türlü türlü murassaâtıyla süslendirip, kendi dest-i san'atının en güzel, en lâtif san'atlarıyla ziynetlendirir. Fünun ve hikmetinin en incelikleriyle tanzim eder. Ve ulûmunun âsâr-ı mu'cizekârâneleriyle donatır, tekmil eder. “ (Sözler s:780)
Hikmet-i ezeliyenin emr-i mânevîsi, meyl-i fıtrîsiyle imtisal edip kâinatta taksim yapmış, kısımlara ayırmış, ihtisaslaştırmış ve vazife vermiştir. O halde taksimü’l a’mâl bir emr-i mânevîdir, fıtridir.
İkinci Adım: Taksimü’l a’mâl, taksim-i umûrdur.
Fâtır-ı Hakîm, insanın vücudunu mükemmel bir saray suretinde ve muntazam bir şehir misalinde yaratmış. Ağızdaki kuvve-i zâikayı bir kapıcı, âsâb ve damarları telefon ve telgraf telleri gibi, kuvve-i zâika ile merkez-i vücuttaki mide ile bir medar-ı muhabereleridir ki, ağza gelen maddeyi o damarlarla haber verir. Bedene, mideye lüzumu yoksa "Yasaktır" der, dışarı atar. Bazan da, bedene menfaati olmamakla beraber, zararlı ve acı ise, hemen dışarı atar, yüzüne tükürür. (Lem'alar s:239)
İnsan vücudundaki farklı organların değişik görev ve fonksiyonlarına ve her organın ayrı bir vazifesine nazar-ı küllî ile baktığımızda imtizacı ve intizamı görürüz. Kâinat da tıpkı insan vücudu gibi farklı ilimler (dolaşım, sindirim, boşaltım sistemi vb.) üzerine inşa edilmiştir. Kâinatın özünde branşlaşma (kısım, bölüm) ve branşa bağlı terakki(ihtisas) vardır. O nedenle Kur'ân gibi bir nazar-ı küllî lâzım ki ihata etsin.
“Evet, hakikat-i mutlaka, mukayyet enzar ile ihata edilmez. Kur'ân gibi bir nazar-ı küllî lâzım ki ihata etsin. Kur'ân'dan başka, çendan Kur'ân'dan da ders alıyorlar, fakat hakikat-i külliyenin, cüz'î zihniyle yalnız bir iki tarafını tamamen görür, onunla meşgul olur, onda hapsolur. Ya ifrat veya tefritle hakaikın muvazenesini ihlâl edip tenasübünü izale eder.” (Sözler s:591)
Üçüncü Adım: Taksimü’l a’mâl, taksim-i aklîdir.
Üstadın nazar-ı küllînin ihata edilmesi noktasında Medresetü'z-Zehra" namıyla sunduğu eğitim modelinde, bu durumun yansımasını görebiliriz. Medresetü'z-Zehra bu yönüyle taksim-i aklîdir.
“Beşinci şart: Taksimü'l-a'mâl kaidesini bitamamihâ tatbik etmek—tâ şubeler birbirine medhal ve mahreç olmakla beraber, her bir şubeden mütehassıs çıkabilsin.“(Münâzarat s:509)
Dördüncü Adım: Taksimü’l a’mâl, taksim-i âdildir.
Kâinatta adil bir taksim vardır. Tâ ki o muâdeletle intizam ve o intizamdan tenasüp ve tenasüpten hüsn-ü vifak ve o hüsn-ü vifaktan hüsn-ü muâşeret ve o hüsn-ü muâşeretten kelâmın kemâline bir mizanü't-ta'dil çıkabilsin. (Muhâkemat s:112) Bu yönüyle kavramın planlamayı ve iktisatı da kapsadığını ifade edebiliriz. Risale-i Nur, kavrama fıtri bir planlama, ölçü olarak da bakar, hayatta bu planlamanın dikkate alınmasını da tembihler. O nedenle bizi azaptan kurtaracak, taksimü'l-a'mâl kanunuyla amel etmektir. (Muhâkemat s:41)
“Hem zaman ve mekân cihetiyle pek geniş olan o bayramı asırlara, senelere, mevsimlere, hattâ günlere, kıt'alara taksim ederek her bir asrı, her bir seneyi, her bir mevsimi, hattâ bir cihette her bir günü, her bir kıt'ayı, birer taife ruhlu mahlûkatına ve nebatî masnuatına birer resmigeçit tarzında bir ulvî bayram yapmıştır.” (Sözler s:283)
“Ve ism-i Bâtın ile işaret edildiği gibi, her ağacın içinde işleyen destgâh öyle bir fabrikadır ki, o ağacın bütün ecza ve âzâsını teşkil ve tedvir ve tedbirini gayet hassas mizanla ölçtüğü gibi, bütün ayrı ayrı âzâlarına lâzım olan maddeleri ve rızıkları, gayet mükemmel bir intizam altında sevk ve taksim ve tevzi ile beraber akılları hayret içinde bırakan şimşek çakmak gibi bir sür'at ve saati kurmak gibi bir sühulet ve bir orduya arş demek gibi bir birlik ve beraberlik ile o hârika fabrika işliyor.” (Şuâlar s:60)
“Molla Hamid ağabey hatıratında Bediüzzaman Hazretlerinden şu hatırayı nakletmiştir: Midenin üç hakkı var… Üstad’dan ders alan hocalar, kendi geçimlerini temin etmek ve başkalarına yük olmamak için, bir teneke bulgur ve biraz da yağ getirmişlerdi. Annem yetmiş yaşlarındaydı. Yemeğimizi o pişirirdi.
Üstad bir gün bulgurları eve götürmemi istedi. Sabahları çay, peynir, akşamları ise bulgurlu çorba veya pilav yaptırarak günlerimizi geçiriyorduk. Annemin yaptığı çorba ve pilavları alıp getiriyordum. Üstad yemek yerken herkesin ekmeğini ayırır, taksim ederdi. Ekmek bana az geliyordu. Sofradan altı talebe bir de Üstad yedi kişi oluyorduk. Bazen misafirlerimiz de gelirdi. Üstad bana şefkat ettiğinden cesaret alarak, ekmeğin az olduğunu söyledim. Evde çok buğday olduğunu, getirip bol bol yiyebileceğimizi ifade ettim.
Üstad tebessüm ederek: "Kardeşim ben azlığı için, olmadığı için böyle yapmıyorum. Siz midenizi neye benzetiyorsunuz? Midenin üç hakkı, üç hissesi vardır. Sadece birisi yemek içindir. Eğer böyle yapmaz da ölçüsüz doldurursanız, bu yaptığınız beş davarlık bir ahıra, on beş davar doldurmaya benzer." Üstad bu misalle bize ders verdi.” (Son Şahitler, 1. cild s:113)
Beşinci Adım: Taksimü’l a’mâl, teavünün sonucudur.
Hikmet-i ezeliyenin emr-i mânevîsi, meyl-i fıtrîsiyle imtisal edip kâinatta ve hayat-ı içtimaiyede taksim yaptığını, kısımlara ayırdığını, ihtisaslaştırdığını ve vazife verdiğini ifade etmiştik. Kaide-i taksimü'l-a'mâli muktazi olan hikmet-i İlâhiyenin dest-i inayetiyle beşerin mahiyetinde ekmiş olduğu istidadat ve müyûlâtı ile şeriat-ı hilkatin farzü'l-kifayesi hükmündedir. (Muhâkemat s:40) İnsan; malumunuz kâinatın hülasasıdır, farklı meyilleri ve kabiliyetleri vardır. Bu farklı meyiller ve kabiliyetler hayat-ı içtimaiyede taksim-i a'mâl düsturunu elzem kılar. Biri demir getirip, biri ocak yandırıp, biri delik açar, biri ocağa sokar, biri ucunu sivriltir. Taksimü’l a’mal, teavünün sonucu olarak karşımıza çıkar.
“Hattâ dikiş iğneleri yapan on adam, ayrı ayrı yapmaya çalışmışlar. O ferdî çalışmanın, her günde yalnız üç iğne, o ferdî san'atın meyvesi olmuş. Sonra, teşrikü'l-mesâi düsturuyla on adam birleşmişler. Biri demir getirip, biri ocak yandırıp, biri delik açar, biri ocağa sokar, biri ucunu sivriltir, ve hâkezâ... Her birisi iğne yapmak san'atında yalnız cüz'î bir işle meşgul olup, iştigal ettiği hizmet basit olduğundan vakit zayi olmayıp, o hizmette meleke kazanarak, gayet sür'atle işini görmüş. Sonra, o teşrik-i mesâi ve taksim-i a'mâl düsturuyla olan san'atın semeresini taksim etmişler. Her birisine bir günde üç iğneye bedel üç yüz iğne düştüğünü görmüşler. Bu hadise, ehl-i dünyanın san'atkârları arasında, onları teşrik-i mesâiye sevk etmek için dillerinde destan olmuştur.” (Lem'alar s:275)
“Nasıl ki dört beş adamdan, iştirak niyetiyle biri gazyağı, biri fitil, biri lâmba biri şişe, biri kibrit getirip lâmbayı yaktılar. Her biri tam bir lâmbaya mâlik oluyor. O iştirak edenlerin her birinin bir duvarda büyük bir âyinesi varsa, her birinin noksansız, parçalanmadan, birer lâmba oda ile beraber âyinesine girer.” (Lem'alar s:275)
Altıncı Adım: Taksimü’l a’mâl, taksim-i mesaidir.
Risalelerin yazımı ve neşri süreci ile ilgili olarak taksimü’l a’mâl kaidesine riayet edildiğini, taksim-i a’mâl ile tavzifat yapılırken, ehl-i hizmet ağabeylerin ihtisas sahalarının nazar-ı itibara alındığını özellikle Kastamonu ve Barla Lahikasında okuyoruz. Üstadın; risalelerin yazımı ve neşri ile ilgili süreci taksim etmesi, müsveddesi yazılan nurların temize çekilmesi, temize çekilen nurların neşri için santral hizmeti gören Sabri Ağabey’e gönderilmesi, yazılan risalelerin tashih için tekrar Üstada getirilmesi, tashihten sonra talebeler vasıtası ile dağıtılması gibi taksimü’l a’mâl dairesine giren örnekler verebilir, örnekleri çoğaltabiliriz. Örneklerden de görüldüğü üzere taksimü’l a’mâl düsturu çerçevesinde Risale-i Nur hizmetinde bir vazife taksimi yapıldığını, vazife taksimi yapılırken talebelerin maharetlerinin ve kabiliyetlerinin dikkate alındığını okuyor, hakikî bir uhuvvetle, birbirinin faziletleriyle iftihar edecek bir tesanüdle, birbirinin aynı olmak derecede bir tefâni sırrıyla hareket edildiğini görüyoruz. Risale-i Nur eczaları Kur'ân'ın tereşşuhâtıdır; bizler, taksimü'l-a'mâl kaidesiyle, her birimiz bir vazife deruhte edip o âb-ı hayat tereşşuhâtını muhtaç olanlara yetiştiriyoruz.” (Mektubat s:605)
Aziz kardeşlerim,
Fihrist bakiyesinin telifi size havale edilmişti. Taksimü'l-â'mâl tarzında yapsanız iyi olur.
Mâşâallah, bârekâllah, kalemlerinizin mükemmel çalışmaları devam etmekle beraber tezâyüd etmeleri ve hususan Sav'da birden çoğalması...
Hacı Hafız'a ve köyüne bin bârekâllah; bizi fevkalâde mesrûr etti. Ve Hüsrev'in tevafuklu yazıları, hususan yaldızlı Mu'cizat-ı Ahmediye (a.s.m.) nüshası ve Büyük ve Küçük Ali'lerin risaleleri buralarda tatlı, hem çok fütuhatı var. İnşaallah o mübarek kalemlerin daha çok fütuhatı olacak ve göreceğiz. (Kastamonu Lahikası 10. Mektup)
Aziz kıymettar, sadık ve sebatkâr kardeşlerim,
Fihristeyi, taksimü'l-â'mâl tarzında mütesanid heyetinizin şahs-ı mânevîsine tevdiiniz çok güzeldir. Tam ve daimî bir üstad buldunuz. O mânevî üstad, bu âciz kardeşinizden çok yüksektir; daha bana ihtiyaç bırakmıyor.(Kastamonu Lahikası 11. Mektup)
“Elmas kalemli kardeşlerimize taksim ettim, en birinci kardeşimiz Hakkı Efendi birinci cüzü yazdı.” (Barla Lahikası s:439)
"İhtilâfa düşmeyin; sonra gevşeyip cesaretiniz kırılır, cemaatinizin tadı (gücünüz) elden gider." (Enfâl Sûresi, 8:46.) ayet-i kerimenin işâret ettiği gibi, tesanüd bozulsa cemaatin tadı kaçar. Bilirsiniz ki, üç elif ayrı ayrı yazılsa kıymeti üçtür. Tesanüd-ü adedîyle içtima etse, yüz on bir kıymetinde olduğu gibi, sizin gibi üç-dört hâdim-i Hak, ayrı ayrı ve taksimü'l-a'mâl olmamak cihetiyle hareket etseler, kuvvetleri üç-dört adam kadardır. Eğer hakikî bir uhuvvetle, birbirinin faziletleriyle iftihar edecek bir tesanüdle, birbirinin aynı olmak derecede bir tefâni sırrıyla hareket etseler, o dört adam, dört yüz adam kuvvetinin kıymetindedirler. (Barla Lahikası s:191)
“Elmas kalemli kardeşlerimize taksim ettim, en birinci kardeşimiz Hakkı Efendi birinci cüzü yazdı.” (Barla Lahikası s:439)
"İhtilâfa düşmeyin; sonra gevşeyip cesaretiniz kırılır, cemaatinizin tadı (gücünüz) elden gider." (Enfâl Sûresi, 8:46.) ayet-i kerimenin işâret ettiği gibi, tesanüd bozulsa cemaatin tadı kaçar. Bilirsiniz ki, üç elif ayrı ayrı yazılsa kıymeti üçtür. Tesanüd-ü adedîyle içtima etse, yüz on bir kıymetinde olduğu gibi, sizin gibi üç-dört hâdim-i Hak, ayrı ayrı ve taksimü'l-a'mâl olmamak cihetiyle hareket etseler, kuvvetleri üç-dört adam kadardır. Eğer hakikî bir uhuvvetle, birbirinin faziletleriyle iftihar edecek bir tesanüdle, birbirinin aynı olmak derecede bir tefâni sırrıyla hareket etseler, o dört adam, dört yüz adam kuvvetinin kıymetindedirler. (Barla Lahikası s:191)
Yedinci Adım: Taksimü’l a’mâl, iştirâk -i a'mâl-i uhrevîdir.
Kavram, “manevi iş bölümü” manasını da karşılamaktadır. Taksimü'l-â'mâl düsturu temelinde her bir talebenin binler hisse aldığı daha genel ve kapsamlı bir şahs-ı manevi dairesinin inşa edildiğini ve bu daire içerisinde muhabbet, uhuvvet ve insaniyet bağlarının derinleştirilmeye çalışıldığını görüyoruz.
“Cenâb-ı Hakkın ihsan ve keremiyle, sizlerle, gayet kudsî ve gayet ehemmiyetli ve gayet kıymettar ve her ehl-i imana menfaatli bir hizmette, taksim-i mesai kaidesiyle iştirak etmişiz. Tesanüdümüzden hasıl olan bir şahs-ı mânevînin fevkalâde ehemmiyet ve kıymeti ve üstadlığı ve irşadı, bize kâfidir.” . (Kastamonu Lahikası 40. Mektup)
“Risale-i Nur şakirtlerinin iştirâk-i a'mâl-i uhreviye düstur-u esasiyeleri sırrınca, her birisinin kazandığı miktar, her bir kardeşlerine aynı miktar defter-i a'mâline geçmesi, o düsturun ve rahmet-i İlâhiyenin muktezası olmak haysiyetiyle, Risale-i Nur dairesine sıdk ve ihlâsla girenlerin kazançları pek azîm ve küllîdir. Her biri, binler hisse alır. İnşaallah, emval-i dünyeviyenin iştirâki gibi inkısam ve tecezzî etmeden, her birisine, aynı amel defterine geçmesi, bir adamın getirdiği bir lâmba, binler âyinelerin her birisine aynı lâmba inkısam etmeden girmesi gibidir.
Demek, Risale-i Nur'un sadık şakirtlerinden birisi leyle-i Kadrin hakikatini ve Ramazan'ın yüksek mertebesini kazansa, umum hakikî sadık şakirtler sahip ve hissedar olmak, vüs'at-i rahmet-i İlâhiyeden çok kuvvetli ümitvârız.” (Kastamonu Lahikası 62. Mektup)
Sekizinci Adım: Dua
Rabbimiz bizi sırr-ı ihlâs ile iştirak, sırr-ı uhuvvet ile tesanüd, sırr-ı ittihat ile teşrikü’l-mesai hakikatini hakkıyla anlayıp tatbik etmeye muvaffak eylesin. (Lem'alar s:275)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.