Eleştirel bakış ve Şerif Mardin

Dünyada, Türkiye’de nesnel eleştiriyi muhafazakarlar değil başkaları başlattı. Batıda Lukas gibi insaflı Marksist eleştirmenler adeta metin ve roman, kısmen sanat eleştirisinin kuramlarını ve kurallarını verdiler. Ben Lukas’ı hep okudum ve onun yaklaşımlarını Avrupa edebiyatını nasıl gözden geçirip ortaya harika eleştiriler çıkardığını gördüm. Elli yıl Marksizm üzerine çalışmış birkaç estetik diye kitap çıkarmış, onları okudum istifade ettim. Bu bizim avami eleştirmenlerin her kelimeyi duyduğunda kimyası bozulması gibi değil. Kimi Türk deyince, kimi Kürt deyince, kimi ateist deyince, nihilist deyince kimyası bozulan bizim akrabalar, akraba eleştirmenler, bir şey yapmaktan çok gürültüyü eleştiri sayan aile çevremiz.

Türkiye’de Marksist eleştirinin Üstadlarından biri Sayın Murat Belge’dir. Ama siz onun metinlerinde marksizmi ararsanız göremezsiniz, o kendini öyle sayar ama olması gerekeni olmuştur. Onun düzeyinde bir eleştirmen bizim mahallede olmadı. Romanda yine öyle.  Fethi Naci, Yüz Soruda Toplumsal Değişme ve Türk Romanı kitabı nasıl eleştirileceğinin  teori kitabıydı. Solun romancılarını da romanları ideolojik prospektüslere çevirdikleri için eleştirir, bu arada  dindarların da romanları adeta camiye çağırma metni gibi değerlendirmesini eleştirir.

Bir sanat metninde din, Marksizm ve diğerleri belli bir oranda olursa o sanat olur, ama altmış yetmişi aşarsa o dini metin olur, camiiye gitmesi gerekir. Safahat bir edebiyat metnidir, din onun söylemlerinde olması kadar olmuştur. Akif sanatla dinin oranını iyi ayarlamış, ortaya apokaliptik imajları olan bir kitap çıkarmıştır, onu kimse din kitabı olarak okumaz.

Bediüzzaman, Ayet’ül Kübra ve Haşir gibi eserlerinde sanat metinler ortaya koymuştur. İmajinatif, kurmaca ile dini anlatmıştır. Ayet’ül Kübra’da seyyah dolaşır, herşeyden Allah’ı sorar. Teknik ve anlatım tamamen sanatkaranedir. Hadis, ayet okuyup anlatmaz ama anlattıkları hep ayet ve hadislerin sanatkarane yerli yerinde kullanılmasıdır. Haşir risalesi de öyle. İki adam öldükten sonra dirilmeyi tartışırlar. Biri ona eleştirel haşir hakikatini, kainatın, olayların, tabiatın, dinin ve dini şahısların dili ile anlatır.

Soner Yalçın, Şerif Mardin’e Cumhurbaşkanlığın ödülünün verilmesini eleştiriyor. Ödülün verildiği şahsı eleştirmek mi gerekir yoksa ödülü vereni mi? Sayın Cumhurbaşkanının iradesine bir şey söylemiyor. Şerif Mardin’e garip bir şekilde “neden o ödülü aldın” der gibi davranıyor. Eğer nesnel eleştiri gözüyle bakmak lazımsa Soner Yalçın bu nesnel eleştiri yapanlara daha yakın. Neden Şerif Mardin’i affetmiyor da, Cumhurbaşkanına bir söz söylemiyor. Bu eleştirinin mantığına aykırı bir şey. Ortada bir tercih varsa bunu yapan sayın Cumhurbaşkanı.

Sayın Erdoğan geldiği yere tırnaklarıyla kazıyarak çıkmıştır. Kimse tutup onu oraya çıkarmamıştır. Dolayısıyla kendisine yapılan haksızlıklardan dolayı iğneleyici eleştiriler haklı olarak yapar. Bir şiir yüzünden hapis cezası almış bir insan nasıl olsun yani.

Bediüzzaman da geldiği noktaya insanlık tarihine kara leke olacak şekilde zulüm görerek gelmiştir. “Ömrümde dünya zevki namına bir şey bilmiyorum” diyen bir insan. Bir elin ayasının yarısı kadar yemek yiyerek yaşamış. Hayatında aristokratik bir yan yok. Ölmüş, mezarı bile ona çok görmüşler. Mezarını kaldıran adamın iradesi çocuk mantığı. “Bu işi de hallettik“ demiş.

Silahı yok, klasik güç gösterisinin bütün edevatından uzak. Zannedersem Burdur’da hizmetinde bulunan adama savcı der ki, “onun neleri var lütfen bize bilgi ver.” Adam, “Vallahi onun Kur’an’ı Kerim‘den başka bir şeyi yok” der.

Bak, Soner Yalçın! Bediüzzaman entelektüeldir. Söylüyorum, iddia etmiyorum. Son iki yüz yıllık tarihimizde Bediüzzaman’dan büyük bir entelektüel yoktur. Bir televizyon programına çıkalım anlatayım. Fizyoloji, psikopatoloji, psikoloji, astronomi, biyoloji, zooloji, kimya, fizik, matematik, kelam, tefsir, yorum bilim, anatomi, arkeoloji, tarih, coğrafya, astrofizik, mantık… Bir kısmını saydım bu elliye kadar çıkar. Öyle metinleri var ki on ilimi birbiri ile karıştırarak ortaya eser çıkarmış.

Ahmet Vefik Paşa’dan Ziya Gökap’e Hatta Fuat Köprülü’ye kadar bütün bu adamların metinlerine bak böyle sekiz on ilimden hareketle bir metin ortaya çıkardıklarını göremezsin.

Nedir derdiniz? Bu adamla nesnel konuşmuyorsunuz, siz ki nesnel eleştiriyi, objektif eleştiriyi, marksist eleştiriyi biliyorsunuz, neden bir metin üzerinde konuşmuyorsunuz? Böyle eleştiri olmaz.

Anadolu’nun allı şanlı şehirlerinde doğmuş, kuş sütü eksik olmayan sofralarında her sabah hayata merhaba demişsiniz. Bediüzzaman Said Nursi, gariban bir Anadolu köyünde doğmuş. Onunla neden uğraşıyorsunuz?

Köy her zaman düşünce tarihinde şehirden daha çok insanlığa hizmet etmiştir, tabiatın kucağının, köyün, sadeliğin şehre galibiyetidir.

Hz. Peygambere (asm) bak! Bir ümmi, bütün dünyaya meydan okumuş. Bak Hz. İsa’ya (as).

Bediüzzaman o kadar tabiata aşık ki kaldığı şehirlerde bile o çıplak tabiatın anasının kucağına çocuğun koştuğu gibi kucağına koşmuş. Oradan ne almış biz ne bilelim. Ayet’ül Kübra’yı Kastamonu tabiatında yazmış, bu kitap dünyaya parmak ısırttıran bir kitap. Bütün eserleri o kadar tabiatın şahitliğindeki dersen en büyük arkadaşları tabiatın özneleri. O tabiatın kucağında bir güzel sanatlar galerisinde gezer gibi gezmiş. Van’dan sürgüne giderken ağaçlara o arkadaşları olan ağaçlara sarılıp ağlamış.

Bir gün Zübeyir Abi’de Van’da kaldığı yerleri son bir defa onun adına ziyaret etmesini söylemiş, o da hasta olduğundan gidememiş. Kırkıncı Hoca gidip o yerleri onun gözü ile ziyaret etmiş Bediüzzaman’ın selamını onlara iletmiş. Sineğine, kaplumbağasına, faresine bile kimseyi iliştirmemiş. Talebeleri de öyle Atıf Ural kardeşi sineği camdan dışarı atmış diye onunla üç gün konuşmamış. Bir sineği şöyle bir gözden geçir Picasso’nun şah eserlerinden daha sanatkarane.

Ne diyeyim Soner Yalçın? İster gelin ister gelmeyin. Bediüzzaman Said Nursi'yi okumadığınız için eninde sonunda pişman olacaksınız, yol yakınken dönün.

“Hoşabak zatına kim zübde-i alemsin sen / Merdüm i dide-i ekvan olan ademsin sen” diyor üstadımız Şeyh Galip hazretleri. Bediüzzaman bize merdüm-i dide –i ekvanı öğretti, yoksa insan bir kemiyet.

“Zindanda insanlar bir kemiyet/ torbalarla kemik torbalarla et” diyor Üstad Necip Fazıl. Ben torbalarla et ve kemik olmadığımı öğrendim ondan.

Şerif Mardin bu realiteyi her şeye rağmen söyledi, onun entelektüel olduğunu haykırdı. Sağolsun varolsun, eline, ağzına sağlık. Ve mazlumların sığınağı sayın Cumhurbaşkanı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
8 Yorum