
Erdem AKÇA
Deccal’den Korunmak İçin Kehf Suresi Okunmalı Anlaşılmalı
Peygamber Efendimiz’in (S.A.V) Kehf suresi ile ilgili birçok hadisi bulunmaktadır. Onlardan bazılarını belli bir bütünlük içinde ele almaya çalışacak bu şekilde surenin verdiği mesajı ve bazı istikbale dair haberlere işaret ettiği için o yönünü de göstermeye çalışacağız.
Evet birinci hadiste Peygamber Efendimiz (S.A.V) şöyle buyuruyor:
“Men karae selase ayatin min evvelil kehfi usime min fitnetil deccal” Yani “Kehf suresinin ilk üç ayetini okuyan kişi deccal fitnesinden korunur.”
Öncelikle bu ilk üç ayeti şöyle okuyalım. Ayetlerin Arapça okunuşu şu şekildedir:
1.Elhamdulillâhillezî enzele alâ abdihil kitâbe ve lem yec’al lehu ıvecâ(ıvecen).
2.Kayyimen li yunzira be’sen şedîden min ledunhu ve yubeşşirel mu’minînellezîne ya’melûnes sâlihâti enne lehum ecren hasenâ(hasenen).
3.Mâkisîne fîhi ebedâ(ebeden).
Ayetlerin Türkçe meali ise şudur:
1-Ezelden ebede hamd o Allah’a mahsustur ki; O insanları kendi tarafından çetin bir azap ile ikaz etmek, iyi iş ve davranışlarda bulunan salih müminlere kendileri için içinde ebedî kalacakları güzel bir ecir bulunduğunu müjdelemek için kendisinde hiçbir tenakuz ve eğrilik bulunmayan dosdoğru kitabı indirdi.”
Burada bir işaret var, o da şudur:
Deccal çıktığında ya da Deccal fıtratlı kişiler her asırda çıktıklarında saldıracakları noktalardan belki de en başı, Kur’an’a saldırmaları olacak ve “Kur’an’ın içinde eğrilik büğrülük var” anlamında ithamlarda bulunacaklar. “Kur’an bulunduğumuz asra artık hitap etmiyor. O çöle hitap eden bir kitaptır. On dört asır evveline hitap etmiş bir kitaptır. Toplumumuza hitap etmiyor. Çağdışı bir kitap” gibi ithamlarda bulunacaklarını bu Kehf suresinin başı ifade ettiği için Deccal’in yapacağı fitne ve fesadın ana noktasını, Kur’an’a bu noktada saldırı olacağını Peygamber Efendimiz (S.A.V) o zamandan bildiriyor. “Dikkat edin! “Kur’an’a saldıran bu tarz kişiler kendi dönemlerinde bir deccallik yapıyorlar. İster siyasi mânâda ister ilmî mânâda kim olursa olsun insanları aldatıyorlar” diyor.
Kur’an bir bütündür. İlm-i İlahiden gelmiştir ve sonsuz bir ilmin eseridir. Kendi içinde beraber ele alındığında o bütünlük çok rahat şekilde görülebiliyor. Bu manada ekranlara çıkarak Kur’an hakkında ithamlarda bulunan kişilerin bahsettikleri konuyu biz, Kur’anda konu okuması şeklinde ilgili ayetlerle beraber okuduğumuzda aslında kişilerin aldatıcı şekilde konuştuklarını görebiliyoruz. Çünkü deccal, lügat manasıyla, sürekli ve en az üç yönden aldatan kişi veya kişiler ve rejim demektir. Bir kişi de olabilir en az üç kişi ya da dört kişi de olabilir. Bu açıdan bakıldığında aldatıcılık yapıyorsa, ki burada da Kur’an’ın bir âyetini göstererek Kur’an’ın tamamı böyleymiş gibi bir fikri ortaya atmak bir deccalliktir. Kim olursa olsun bunu yapan insan Kur’an konusunda hiçbir bilgisi olmayan insanları kandırıyor, aldatıyor, manipüle ediyor anlamına gelir.
Bu mânâda o tarz kişilere karşı uyanık olmak gerektiğini, bir de o dönemin kişilerinin sergilemesi gereken tavrı da burada görüyoruz. Kur’an‘ın bütünüyle olaya yaklaşmakla, bütünsel boyutuyla külli bir manada Kur’an’da okuma yapıldığında, âyetlerde vurgulandığı üzere, işin derinliklerine doğru inildiğinde asla ve kat’a bir çelişki olmadığını fakat Kur’an’ın da bir imtihan unsuru olarak zahir boyutunda bazen, böyle kıt akıllılar veya dar akıllılar veyahut da kötü akıllı kişilerin veya niyeti bozuk kişilerin yoldan çıkmalarına yol açacak şekilde imtihan unsuru ifadeler taşıdığını görebiliyoruz.
Birinci hadiste vurgulanan âyetler, bu deccal fitnesine karşı ilk ayetlerdir. Orada aslında uyarı olarak söylüyor Peygamber Efendimiz (S.A.V kendi bulunduğu dönemde… Çünkü Deccaller, başka hadislerde geçtiği üzere yirmi yedi veya otuza yakın olacaklar, denilir. Peygamberimiz’in (SAV) kendi döneminde dahi, üç ya da dört tane Deccal çıkmıştır. Efendimizin (S.A.V) vefatından sonra da onlarla savaş yapılıyor. Sonraki asırlarda da çeşitli toplumlarda da, o karakterde, o fitneyi yapacak kişiler ortaya çıkmışlar. Kur’an’a da saldıracaklarını hadisteki vurgulardan anlayabiliyoruz. Ki ülkemizde de bu tarz Kur’an’a yönelik saldırılar olduğunu görebiliyoruz. Çünkü Köy Enstitüleri’nde yetişen Mustafa Sungur, Üstad Bediüzzaman’ın talebesidir ki o şöyle söylüyor: “Biz Allah’a inanıyorduk fakat kitaba inanmıyorduk, ahirete inanmıyorduk, peygambere inanmıyorduk. Okulda böyle bir boyuta kadar bizi getirdiler” diyor. “Çünkü çöle inmiş bir kitap, o buraya nasıl hitap edebilir, diye bizi okulda zehirlediler” diye söylüyor. Ki bahsettiği durum 1938-1945’li yıllardan bahseden bir hadisedir.
Diğer hadis:
Burada ilginç bir ifade tarzı var. Şöyle ki; “Uyurken Kehf Suresi’nden on ayet okuyan kişi Deccal fitnesinden kurtulur. Uyuyacağı zaman bu surenin son ayetlerini okuyan kişiye bu ayetler kıyamet gününde başından aşağıya kadar bir nur olur.” Bu hadiste enteresan bir ifade var: “Uyurken” veyahut “Uyuyacağı zaman” tabirine vurgunun sebebini şöyle anlayabiliriz: “Bu ayetleri o nispette iç dünyanıza yerleştirin ki, artık rüyanızda dahi siz o ayetleri okuyacak şekilde (özellikle ilk on ayettir burada vurgulanan çünkü devamında sondaki ayetlerden bahsediyor son on ayettir) ilk on ayeti rüyalarınıza işleyecek şekilde, artık rüyanızda okuyacak derecede ezberleyin, tekrar edin, bir zikir haline getirin, manasını, şuur-altına kadar yerleştirin.” Önceki hadiste gördüğümüz üzere ilk üç ayet Deccal fitnesinin mahiyetini söylüyor. Diğer yedi ayet ise korunmanın daha mükemmel halini ifade ediyor. Diğer âyetlerin Arapça okunuşu şu şekildedir:
4. Veyunżiralleżîne kâlûtteḣażallâhu veledâ(n)
5. Mâ lehum bihi min ‘ilmin velâ li-âbâ-ihim keburat kelimeten taḣrucu min efvâhihim in yekûlûne illâ keżibâ(n)
6. Fele’alleke bâḣi’un nefseke ‘alâ âśârihim in lem yu’minû bihâże’l-hadîśi esefâ(n)
7. İnnâ ce’alnâ mâ ‘ale-l-ardi zîneten lehâ linebluvehum eyyuhum ahsenu ‘amelâ(n)
8. Ve innâ lecâ’ilûne mâ ‘aleyhâ sa’îden curuzâ(n)
9. Em hasibte enne ashâbe-lkehfi ve’r-rakîmi kânû min âyâtinâ ‘acebâ(n)
10. İż eve’l-fityetu ile’l-kehfi fekâlû rabbenâ âtinâ min ledunke rahmeten veheyyi’ lenâ min emrinâ raşedâ(n)
Ayetlerin Türkçe mealleri şu tarzdadır:
4-Allah evlat edindi diyenleri de uyarmak için kulu Muhammed’e kendisinde hiçbir tenakuz ve eğrilik bulunmayan dosdoğru kitabı indirdi.
5- Ne onların (Allah evlat edindi diyenlerin) ne de atalarının bu konuda hiçbir ilmi yoktur. Onların küfür ve iftira hususunda ağızlarından çıkan bu söz ne büyük oldu! Çünkü yalandan başka bir şey söylemiyorlar.
6- Bu kitaba inanmazlarsa ve bu yüzden helak olurlarsa arkalarından üzüntüyle nerdeyse kendini harap edeceksin.
7-Biz insanların hangisinin daha güzel amel edeceğini deneyelim diye yeryüzündeki her şeyi dünyanın kendine mahsus bir ziynet yaptık.
[Burada aslında Deccal fitnesinin insanları dünyevileştireceğine dair bir işaret var]
8-Bununla beraber biz mutlaka oradaki her şeyi kupkuru bir toprak yapacağız.
[Bu ayette de Deccalle mücadele edecek kişinin toprak gibi mahviyet ehli olacağı ve olması gerektiğini bildirdiği gibi, Deccalle mücadele edecek şahsın isminin de Saîd olacağına işaret bulunuyor.]
9-Resul’üm yoksa sen sadece Kehf ve Rakim sahiplerinin ibrete şayan olduklarını mı sandın?
[Yani Ashâb-ı Kehf ve Ashâb-ı Rakim sadece kendi yaşadıkları dönemdeki kişiler değildir. Her asırda her Deccal döneminde o döneme ait bir Ashâb-ı Kehf ve Ashâb-ı Rakim vardır. Her dönemde bu manada şu bulunduğumuz dönemde de Ashâb-ı Kehf ve Ashâb-ı Rakim bulunuyor. Bunlar kimler?]
10- O yiğit gençler mağaraya sığınmışlar ve “Rabbimiz bize tarafından rahmet ve bize şu durumumuzdan bir kurtuluş yolu, bize bir rüşd yolu hazırla” demişlerdi.
[Bu âyette de Deccal devrinde kendisiyle mücadele edecek din hizmetkarlarının gençlerden müteşekkil olacağını, Yunus suresinin referansıyla, Deccal denilen firavunla mücadele eden asrının Hz. Musa’sına daha çok gençlerin iman edeceği çıkarımını yapabiliyoruz.]
Surenin içine baktığımızda Hz. Hızır ve Hz. Musa’nın yolculuğunu görüyoruz. Orada da bir “rüşd” talebi olduğunu görüyoruz. Burada bu mağarayı illa bizim bildiğimiz fiziksel mağara olarak anlamak zorunda değiliz. Ashâb-ı Kehf ve Ashâb-ı Rakim aslında sembolik manada ele alınırsa her asra bakacak bir külli manalardır.
Çünkü Deccal fitnesine dair burada vurgu şudur: En çok muhatap alacağı kişiler gençlerdir. Eğer o dönemde gençler kalp mağaralarına sığınırlarsa, kendi yedi duyularını, ki yedi gençtir onlar, bir de köpekleri var ki, köpekle orada kastedilen insanın nefsidir, bu gençler nefslerini bu mânâda kontrol edecek şekilde iç dünyalarına dönerlerse Deccal’in fitnesinden sıyrılır ve kurtulurlar. Dünyanın fani güzelliklerine aldanmazlar. Aksi takdirde Deccal fitnesinin en çok avlayacağı kişiler duyguları galeyanda olan kızlar ve genç erkeklerdir. Özellikle onlar aldanıp avlanıyorlar. Bu şekilde aslında kanun kural bilmez bir yapı şeklinde Deccal’ın çocukları mahiyetinde Yecüc Mecüc hakikatinin sembolü olacak anarşist bir gençliğin dünyaya gelmesine vesile olan bir durum surede vurgulanıyor. Deccal aslında bu şekilde gençleri anarşist hale getirecek bir akım olarak kendini gösteriyor.
İlk on ayeti bu şekilde ezberlemek, iç dünyasına yerleştirmek ve kendi bulunduğu dönemin bir Ashâb-ı Kehf’i veya Ashâb-ı Rakîm’i olmaya çalışmak gerektiğini görüyoruz. Ashâb-ı Rakîm üç kişi, Ashâb-ı Kehf ise yedi kişidirler, bir de köpekleri bulunuyor. Olaya bu iki yönden bakılabilir.
Ve Ashâb-ı Rakim ile ilgili kıssayı da tekrardan okumak gerekir. Orada onların üç farklı imtihanı aştıklarından bahsediyor. Biri, malla imtihandır; diğeri kadınla imtihandır ki, karşı cinsle imtihan olduğunu görüyoruz; öbürü ise anne babasının hakkına riayet ile ilgili imtihandır. Aslında kişi ya bu üç noktada kendini kurtarmak için çalışacak veyahut da o yedi kişi gibi iç dünyasına yönelecek şeklinde de olayı ele alabiliyoruz.
Sondaki ayetlerle ilgili vurgu nedir? Burada da sondaki 10 ayetten bahsediyor. Diğer bir hadiste Efendimiz (S.A.V) şöyle buyuruyor:
“Kim Kehf Suresi’nin son on ayetini okursa, Deccal'ın fitnesinden korunur.” Sondaki on ayetin Arapça okunuşu şu şekildedir:
99. Veteraknâ ba’dahum yevme-iżin yemûcu fî ba’d(in) ve nufiḣa fî’s-sûri fecema’nâhum cem’â(n)
100. Ve ’aradnâ cehenneme yevme-iżin li’l-kâfirîne ‘ardâ(n)
101. Elleżîne kânet a’yunuhum fî ğıtâin ‘an żikrî ve kânû lâ yestatî’ûne sem’â(n)
102. Efehasibelleżîne keferû en yetteḣiżû ‘ibâdî min dûnî evliyâe innâ a’tednâ cehenneme li’l-kâfirîne nuzulâ(n)
103. Kul hel nunebbiukum bi’l-aḣserîne a’mâlâ(n)
104. Elleżîne dalle sa’yuhum fî’l-hayâti’d-dunyâ ve hum yahsebûne ennehum yuhsinûne sun’â(n)
105. Ülâikelleżîne keferû biâyâti rabbihim ve likâihi fehabitat a’mâluhum felâ nukîmu lehum yevme’l-kıyâmeti veznâ(n)
106. Żâlike cezâuhum cehennemu bimâ keferû vetteḣażû âyâtî ve rusulî huzuvâ(n)
107. İnnelleżîne âmenû ve ’amilû’s-sâlihâti kânet lehum cennâtu’l-firdevsi nuzulâ(n)
108. Ḣâlidîne fîhâ lâ yebġûne ‘anhâ hivelâ(n)
109. Kul lev kâne’l-bahru midâden likelimâti rabbî lenefide’l-bahru kable en tenfede kelimâtu rabbî velev ci’nâ bimiślihi mededâ(n)
110. Kul innemâ enâ beşerun miślukum yûhâ ileyye ennemâ ilâhukum ilâhun vâhid(un) femen kâne yercû likâe rabbihi fe’l-ya’mel ‘amelen sâlihan velâ yuşrik bi’ibâdeti rabbihi ehadâ(n)
99- Kıyamet günü bakarsınız biz onları birbirine çarparak çalkalanır bir halde bırakmışızdır. Sur da üfürülmüş böylece onları bütünüyle bir araya getirmişizdir.
100-101- Gözleri beni görmeye kapalı bulunan ve kulak vermeye de tahammül edemez kimseleri o gün Cehennemle yüz yüze getirmişizdir.
102- Kafirler beni bırakıp da kullarımı dostlar edineceklerini mi sandılar. Biz Cehennemi kafirlere bir konak olarak hazırladık.
103- Deki, size yaptıkları işler bakımından en çok ziyana uğrayanları bildireyim mi?
104- Bunlar iyi işler yaptıklarını sandıkları halde dünya hayatında çabaları boşa giden kimselerdir.
[Burada sanat ve sun’ilik tabiri var. Özellikle tam bir riya dönemi olacağını söylüyor Deccaliyet dönemlerinin…]
105- İşte onlar Rablerinin ayetlerini ve ona kavuşmayı inkar eden, bu yüzden amelleri boşa giden kimselerdir ki biz kıyamet gününde onlar için hiç bir ölçü tutmayız.
[Yani teraziyi dahi kurmayız diye söylüyor.]
106- İşte inkar ettikleri ayetlerimi ve Resullerimi alaya aldıkları için onların cezası Cehennemdir.
[Ki bu tarz kişilerin Peygamber Efendimiz’i (S.A.V) alaya aldıklarını görüyoruz. Peygamber Efendimiz’e (S.A.V) ‘Arap Mehmed’ diyecek derecede saygısızlık yaptıklarını yine tarihi kaynaklarda görebiliyoruz. Hem Kur’an’a göre süt kardeşlik kişiye mahremiyet kazandırıp kişinin evlenemeyeceği kişilerin çerçevesini genişletir ve artık aynı sütten emen kişiler onun için haram hükmüne geçerken bu Kur’an hükmüyle ‘yoğurt kardeşliği’ şeklinde alay edenlerin de bu ülkede görüldüğünü biliyoruz. Âyetlerle alay etmek Tevbe Suresi’nin bildirdiği üzere bir münafık karakteridir. Bu açıdan bakıldığında Deccaliyet aslında tam manasıyla bir münafıklık yapıyor diye de bu âyetten anlayabiliyoruz.)
107-108- İman edip iyi davranışlarda bulunanlara gelince; onlar için konak olarak Firdevs cennetleri vardır, orada ebedi kalacaklardır, oradan hiç ayrılmak istemezler.
109- De ki; Rabbimin sözleri için derya mürekkep olsa ve bir o kadar da ilave getirsek dahi Rabbimin sözleri bitmeden önce deniz tükenir.
[Burada şöyle bir vurgu var: Denizden kasıt, ilimdir. Ki Hazret-i Musa ve Hazret-i Hızır’ın kıssasında gemide yolculuk yaptıkları esnada şöyle bir olay oluyor. O esnada bir kuş gelip denizden bir damla su alıyor. Hz. Hızır, Hz. Musa’ya: “Şu kuşu görüyor musun? Denizden aldığı damla, denizi azaltır mı?” diyor, Hazreti Musa‘da “hayır” diyor. Bunun üzerine Hz. Hızır: “İşte diyor, Allah’ın ilmi bir deniz gibidir. Bizim ilmimiz o denizden alınan bir damla suya benzer.” Bu âyet İlâhî ilim denizinin mutlak oluşunu anlatmak için bunu söylüyor.]
Sure bu şekilde, başıyla ve sonuyla birlikte okunduğunda şunu vurguluyor: Allah’ın ilminin bir tecellisi olan Kur’an’da asla bir çelişki, tenakuz olamaz, olması mümkün değildir. Çünkü kitap ilme dayanıyor fakat insanlar (tabi şu var her meselenin ilmine herkesin vakıf olması mümkün değil) alttan bakarak meseleyi ölçüp tartmaya kalkarlar. Oysa bu bir yanılgıdan başka bir şey olamaz. Çünkü ilim hakikati bütünde gözükür. Bütünden bakmayarak, cüz’i meselelere bakarak ilim elde edilmez. Bilimde kanunları tespitte temel bir kural olarak tümevarım yöntemi vardır. Tüme varamayan bir insan bilimsel manada o konunun hakikatini elde edemez. Elde edemezse o konuda söz söyleme hakkına asla sahip değil olamaz. Bu yüzden bu tarz konuşan kişiler tamamen cahil insanlardır. İsterse ilahiyat profesörü olsun. Bu tarz tiplerden birisi; Mustafa Öztürk’tür. Onun Cennetle ilgili bazı ithamlarına cevap olacak şekilde bir makale kaleme almıştık. Ki, Kur’an’ın bütününe bakıldığında yaptığı ithamlarının ne kadar sathî ve yersiz olduğunu, âyetlerin en zahir manasıyla dahi ele alındığında o makalede göstermek nasip olmuştu.
Burada şu kanaati görüyoruz: Kur’an’a bütününden bakıldığında asla ayetler arası bir çelişki yoktur. Fakat kişinin kendi iç dünyasında çelişki olabilir. Kişi kirli gözle Kur’an’a baktığında, psikoloji biliminin tespit ettiği algıda seçicilikle kendi meşrebine, mesleğine, mezhebine uygun şekilde Kur’an’ı anlamaya kalkıp Kur’an‘ı eğip bükmeye çalışabilir. Fakat Kur’an eğrilikten münezzeh ve mukaddes bir kelamdır. Kur’an hakikate mutabık dosdoğru bir sözdür. Kur’an’ın, -bu manada- o dosdoğru yapısını görebilmesi için bir insanın öncelikle kendisinin dosdoğru olması lazımdır. Yani sıddık olması lazım ki, Kur’an’ı hakkıyla anlayabilsin. Kur’an’ı hakkıyla anlayan kişilere “sıddık” denilir Kur’an’da ve bunlar nebilerden sonra gelen en kaliteli kişilerdir. Şehitlerden daha üstündürler, evliyalardan da daha üstündürler. Neden? Çünkü onlar vahyi hakkıyla anlayacak şekilde hem kendi fıtratlarına hem Allah’a hem insanlara hem de kâinata karşı dürüst kişidirler. Zararlarına dahi olsa doğruluktan asla ayrılmazlar ve bu şekilde vahyi hakkıyla anlayabilecek bir doğruluğu elde ederler. Evet Kur’an’ın doğruluğu ancak doğru kişilerde gözükür, eğri kişilerde Kur’an gözükmez. O yüzden de bu tarz kişilerin Kur’an hakkındaki sözleri, tamamıyla bir cehaletten başka bir şey değildir. Jeoloji profesörü Celâl Şengör de bunlara dahildir. Ki zaten hiçbir ihtisas sahası olmamasına rağmen Kur’an aleyhinde konuşuyor. Kendisi ne Arapça bilir -bu manada Arapça bilmemesi ile beraber Kur’an hakkında konuşması da yersizdir- ve ayrıca cımbızlayarak konuşuyor. Bu hususa da dikkat edilmesi gerekiyor.]
İşte bu ayet, özellikle Efendimiz (S.A.V) baştaki on ayetle sondaki on ayeti beraber vurgulayarak uyarıyor: “Asla şüpheye düşme. Kur’an bir ilimdir, hikmettir.” Yasin suresinin başındaki “Yâsîn! Ve’l-Kur’âni’l-hakîm” ayeti ta Mekke yıllarında gelerek, Kur’an’ın bir hikmet üzere olduğunu ifade ediyor ve “Hakkıyla Kur’an’ı anlayan insanlar, değil dinî ilimlerde, fennî ilimlerde dahi kemale eriyorlar ve hikmete kavuşuyorlar” diye net olarak bildiriyor.
110- De ki; ben yalnızca sizin gibi bir beşerim. Şu var ki; bana ilahınızın sadece bir ilah olduğu vahyolunuyor. Artık kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa iyi iş yapsın, Rabbine ibadetine hiçbir şeyi ortak koşmasın.
[Bu ayetteki işaret ve vurgu şudur: Peygamber Efendimiz’e (S.A.V) beşerî cephesinden dolayı saldırıldığını bu ülkede görüyoruz. Genellikle ateistler, deistler Peygamber Efendimiz’in (S.A.V) çok sayıdaki evliliğine kafayı takıyorlar. Oysa şöyle bakabilirler aslında: Kendilerinden evli olanlar, hayatları boyunca tek bir kadını idare etmekten aciz kalmalarına rağmen Peygamber Efendimiz (S.A.V) dokuz kadınla aynı anda evli kalarak, hepsini adalet üzere, denge üzere, incitmeden, kırmadan, dökmeden idare etmesiyle evlilik konusunda erişilemeyecek bir mucizeyi gösteriyor. Eğer bu ateist ve deist kişiler imkanları varsa, ellerinden geliyorsa, değil bir kadın iki kadınla ya da üç kadınla hiçbir tarafı askıda bırakmamak kaydıyla, adalet sergileyerek Peygamber Efendimiz’in (S.A.V) yaptığı o mucize evlilik hayatını sergileyebilsinler! Sergilemeyecekleri gösterecek ki, Peygamber Efendimiz’in (S.A.V) evliliği dahi, evliliğindeki sayı dahi bir mucizedir. Onlar Hz. Peygamber’in (SAV) fiziksel boyutuna takılıyorlar. Bu fark etmez. Çünkü orada da bir mucize vardır ki; şu anki hiçbir erkek dokuz kadınla aynı anda bir evliliği yapıp onların fiziksel ihtiyaçlarını cinsel manada dahi karşılayabilecek bir potansiyeli taşımamaktadır.
Çünkü fiziksel manada bu çok zor ve istisna olabilecek bir hadise ve mucizedir. Peygamber Efendimiz’in (S.A.V) bu boyutu dahi, aslında bir mucize olarak kendini gösteriyor. Olaya bu gözle bakılınca bir mucizedir. Fakat kişilerin bakış açıları kirli olduğu için; olaya kirli cepheden bakıyorlar ve olayları da öyle yorumluyorlar. Peygamber Efendimiz’i (S.A.V) bu yönünden dolayı karalayarak insanların ruhlarında Efendimiz’e (S.A.V) dair bir şüphenin oluşmasına yol açmaya çalışıyorlar. Oysa hadiseye bu perspektiften bakıldığında değil bir şüphe oluşması bilakis mucize üstüne mucize bir hayatı sergilediği akıllara ve kalplere görünmeye başlamaktadır. Peygamber Efendimiz’in (S.A.V) her şeyi, her halinde bir çeşit mucize bir durum bulunduğunu görebiliyoruz. İşte meydan! Peygamber Efendimiz’den (S.A.V) ötede bir hayatı kendi hayatlarında sergilesinler. Onun o muazzam ahlakının daha ötesi bir ahlakı kendi hayatlarında bir durum olarak yaşayabilsinler. Asla bu mümkün değildir ve olmayacaktır.
Diğer bir hadisler şu şekilde:
Kehf suresi ile ilgili iki hadis daha bulunuyor:
“Kim Kehf Suresinin başını ve sonunu okursa tepeden tırnağa nurla dolar. Kim surenin tamamını okursa yerle gök arası kadar nura sahip olur.”
Buraya dikkat edilirse; surenin başı kişinin başı, tepeden dediği, surenin sonu tırnağına kadar dediği, kişinin aslında başından sonra kalan kısmıdır. Burada şunu ima ediyor Efendimiz (S.A.V):
‘Surenin başı, akla gelecek vesvese ve şüphelere cevaptır. Kur’anda asla eğrilik falan yoktur. Dünya hayatı imtihan için kurulmuştur; hedef budur. Dünya fanidir, aldanmayın” şeklinde ve “Döneminizin Ashâb-ı Kehfi ve Ashâb-ı Rakîm”i gibi olmaya çalışın” şeklinde bir uyarı var. İnsanın duygu boyutuna gelince de son on ayet o noktayı söylüyor: ‘Eğer duygularınızın galeyanına gelip aldanırsanız Cehenneme gitme durumunuz var. Eğer aldanmazsanız Cennete gidebilirsiniz ve asıl aradığınız yer de Cennet hayatıdır. Özellikle Firdevs cennetidir. Ve bilin ki diyor, son ayetlerde, modeliniz Allah’ın Resulüdür ve onu örnek alacaksınız ve Allah’ın Resulü size sonsuz bir ilimden gelen bir hayatı getirdi, kendi hayatıyla modeldir. Onun gibi yaşarsanız zaten ne şehvetiniz, ne öfkeniz ve ne bunların alevleri sizi yoldan çıkartır; ne de düşünce manasında, ilim ve hikmet noktasında vesvese ve şüphelere maruz kalırsınız. Bu şekilde baştan ayağa kadar, surenin sonu, evvel ve ahiri sizi bir nur ile doldurur” diyor. “Fakat insanın âlemi enfüs ve âfak şeklinde iki parça olduğu için âfak dünyanızın da aydınlanması için surenin ortasındaki doksan ayeti de okumanız lazım” diye Peygamber Efendimiz (S.A.V) hadisin ikinci yarısında vurgulamada bulunuyor. Yani surenin tamamını okuduğunuzda evvelinizi ahirinizi zahirinizi batınınızı tam bir nur alemi haline getirirsiniz.
Diğer hadiste Efendimiz (S.A.V) şöyle buyuruyor:
“Vahiy olarak Kehf suresinin sadece son ayetleri nazil olsaydı yine de ümmetime yeterli gelirdi.” Bu hadise karşı “Sadaka Resulullah” demek gerekir.
Cenab-ı Hak cümlemizi Kehf suresi ile nurlananlardan eylesin ve Kehf suresinin tamamını okuyarak enfüs ve afak boyutunu, bütün kainatını bir nur alemi haline getiren rüşde ermiş hakikatli kullardan kılsın. Bizleri kendi döneminin deccallerinin farkında olup ve bu manada hidayet erlerinin farkında olarak, döneminde Ashâb-ı Kehf ve Ashâb-ı Rakim mantığında yaşayanlardan ve Yecüc ve Mecüc boyutuna düşme perişanlığından kurtulanlardan eylesin. Âmin.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.