Namaz Hakkında Bir Soru ve Verilen Cevap

Selamun aleyküm hocam,

Merak ettiğim canımı sıkan bir konu var. İlmine güvendiğim siz geldiniz aklıma. Etrafımda danışabileceğim sınırlı sayıda insan var. Hakkınızı helal edin. Belki yanıtlarsınız diye kalbime siz düştünüz bu konuyu düşünürken. Erkek kardeşim namazın Kur’an-ı Kerim’de 2 rekat olarak kılınması gerektiğini ve herhangi bir şeklinin olmadığını söylüyor. Bugün akşam vakti telefondan bir şey okuyordu. Meğerse o şekilde namaz kılıyormuş. Âyet okuyup, balkonda oturarak. Kur’an’dan başka hangi kitabı okuyayım, diyor. Orada böyle yazıyormuş, şekli insana kalmış, diyor. Ben ona nasıl bir cevap verebilirim? Benim elhamdülillah şüphem yok, Peygamber Efendimiz ne diyorsa odur. Ama bu durumu anlamlandıramıyorum. Kendi çok emin konuşuyor, çok keskin… Bunun dışında bir şeyi kabul etmiyor. “Sabah akşam ben Kur’an okuyorum” diyor. Gerçekten de okuyor, görüyorum ama kimin tefsiri belli değil. İbrahim Esinler diye bir adamın videolarını atıp duruyordu bize. Bu durum için ona ilgili ilmî cevap vermek istiyorum. Onu değiştiremesem bile en azından bir şey söylediğinde Peygamber Efendimiz’in sünnetini koruyabilmek adına. Elimden geldiğince bir şeyler anlatmaya çalıştım ama başka ne yapabilirim acaba? Veya onu devamlı uyarmak mes’uliyetinde miyim? Çok agresifleşiyor bu konuya değindiğimizde… Bizim fark etmediğimiz bir şeyi fark ettiğini düşünüyor. “Siz Kur’anı anlamıyorsunuz” diyor. Sizin bilginiz ve isteğiniz var ise hocam beni bilgilendirir misiniz? Hakkınızı helal edin tekrar.

Aleyküm selam,

Kardeşiniz sanırım Nur suresi 58. âyetteki "salati'l-fecr ve salati'l-işa" tabirlerini baz alarak namazı iki vakit olarak algılıyor. Çünkü Kur’anda kardeşinizin anladığı manada “iki rek’at” olarak namaz kılınacağına dair hiçbir âyet yoktur. Fakat Nur suresinde açıktan salati’l-fecr ve salati’l-işa şeklinde iki vakit namazdan açıkça bahsediliyor. Eğer kardeşiniz buradaki "salat" lafzını temel alıyorsa o zaman yanılıyor, demektir. Çünkü Bakara suresinde

حَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ وَالصَّلَاةِ الْوُسْطَى وَقُومُوا لِلَّهِ قَانِتِينَ

(Namazları koruyun. Özellikle orta namazı koruyun. Allah'a dua etmek için kıyam edin, ayağa kalkın) deniliyor. (Bakara suresi, 238)

“Orta namaz” söz konusu olabilmesi için namazların matematiksel manada en az üç tane olması gerekir. Tek sayılı serilerde orta sayı serinin orta noktası olur. Çift sayılı serilerde orta sayı yoktur. Ayrıca herhangi bir dilde ve Arapça'da çoğul ifadeler en az üç tane olan şeyler ve kişiler için kullanılır. Bu çerçevede âyetteki "Namazları koruyun" ifadesi de namazların en az üç tane olduğunu ifade eder. Kardeşiniz ve takipçisi olduğu kişi bu noktada yanılıyorlar. Âyetin verdiği iki referansa göre net olarak namazlar, 3 veya 5 veya 7 olabilir. Fakat asla çift sayı olamazlar.

Ayrıca bu âyette “Namaz ve dua etmek için ayağa kalkın!” deniliyor. Bu manada kardeşinizin oturarak namaz kılması, yanlıştır. Zaten yaptığı şey bir kıraattir, tilavettir ama salat değildir. Namaz, Kur’an okumaktan öte bir eylemdir. Namaz, Kur’an’ın sindirilip akıldan kalbe, kalpten ruha nakşedilmesi, kişinin dünyasının nurlanması ve bu sâyede Allah’a yakınlık hissedilmesi ve elde edilmesidir. Alak suresindeki “Secde et ve yakınlaş” (Alak suresi, 19) ayeti bu hayatî noktayı ifade etmektedir. “Kur’an’ı oku ve Allah’a yakınlaş!” diye doğrudan bir âyet Kur’an’da yoktur. Fakat “Secde et ve yakınlaş” âyeti daha vahyin başlangıcında gelmiştir. Ki Alak suresinde bu âyetten önceki âyetlerde Hz. Peygamber’in (SAV) namaz kılması işlendiği gibi müşriklerin onun namaz kılışını engellemeye çalıştıkları meselesi de işlenir. Bu manada secdesiz bir insan, Allah’tan uzaktır, diyebiliriz. Sırf Kur’an okumak yeterli olmadığının delili Bakara suresi 26. âyettir. İlgili âyet der ki: “ Kur’anda verilen sivrisinek gibi örnekler birçok kişinin sapmasına sebep olur, birçok kişinin de hidayetine sebep olur.” Bediüzzaman Said Nursi âyetteki, sapkınlaşanların çokluğunu, onların sayıca çok olacağı şeklinde; buna mukabil bu tarz örneklerle kastedilen manayı elde edenlerin kalite cihetiyle çokluğa erişecekleri şeklinde âyeti ele alır.[1] Demek sadece Kur’an’ı okumak ve Kur’an’ı sadece aklen anlamaya çalışmak kâfi değildir; namaz gibi ve namazın rükünleri olan kıyam, rüku’ ve sücûd gibi kısımlar da olmalıdır ki Kur’an, Allah’a kurbiyet ve Allah’ın akrebiyetinin sebebi, hidayet ve istikametin vesilesi olsun. Yaşadığımız dönemdeki Kur’an’a sadece aklen muhatap olmaya çalışan ve Kur’an’la aklen yetinmeye çalışarak dalalete sapan çok sayıda kişi, bu hakikatin ispatına dair fiilî örneklerdir.

Ayrıca Kur'an’da Bakara suresi, 43 ve Âl-i İmran suresi 43. âyetlerde görüldüğü üzere

وَارْكَعِي مَعَ الرَّاكِعِينَ

(Rüku edenlerle beraber sen de rüku et) denilmektedir. Burada namazın bir rüknü olan "rüku" açıkça emredilmiştir. Hatta bu âyetlerde "cemaat halinde rüku edilmesi" ve "namazın cemaatle kılınması" da bir İlâhî emir olarak görünmektedir. Kardeşinizin rüku’suz namazı bu âyetler ışığında makul ve makbul değildir. Hatta sizi Kur’anı anlamamakla itham edip, Müslümanların kıldığı namazdan farklı şekilde namaz kılma algısıyla kendini toplumdan izole etmesiyle “Rüku edenlerle beraber rüku et!” emrindeki sosyallik ve sosyalleşmeye de muhalif bir hali sergilemektedir. Böyle bir mantık İslam toplumunu bölücü bir algıdır, Allah’ın razı olmadığı bir hali göstermektedir.

Daha ötede Ali-i İmran suresi 43. âyette şöyle denilmektedir:

يَا مَرْيَمُ اقْنُتِي لِرَبِّكِ وَاسْجُدِي وَارْكَعِي مَعَ الرَّاكِعِينَ

(Ey Meryem, kunut için kıyam edenlerle beraber sen de kıyam et, secde et ve rüku edenlerle beraber sen de rüku et.)

Bu âyet şu an bütün Müslümanların ve bütün İslam mezheplerinin kabul ettiği ve tarih boyunca yaşamış bütün Müslümanların namazın şartlarından saydığı kıyam, rüku ve secdeyi tamamen içermektedir. Bu âyet Bakara suresi 238. âyetle beraber okunur ve oradaki "kunut" lafzına dikkat edilirse mesele netleşecektir. Bu çerçevede “Kur’an’da namazın şekli belli değil” demek Kur'anı dikkatsiz okumayı gösterdiği gibi, Kur’an’a dair bütüncül okuma yapmamayı ve âyetleri Allah’ın murad ettiği şekilde anlamamayı da göstermektedir.

İslam dini, teorik zemin olarak hakikati ispat ve beyan ederek insanın metafizik boyunu inşa ettiği gibi pratik zeminde de hakka uygun ve mutabık emir ve yasaklarıyla da insanın fizik boyutunu hem inşa eder, hem muhafaza eder, hem de geliştirir. Ayrıca insanı diğer insanlarla barıştırıp birleştirdiği gibi insanı fizik âlemle de bütünleştirir ve insanın, âlemin çarkları arasında ezilmemesinin yöntemlerini de öğretir ve gösterir. Bu noktada İlâhî vahyin bu iki kanadı bizzat Hz. Peygamber’in (SAV) şahsî hayatında görünmektedir. Çünkü

*“Allah’ın varlığı ve birliğine iman” da ilk muhatap bizzat vahyi alan Hz. Peygamber (SAV) olduğu gibi,

*Kur’anın “Ekımi’s-salâte” (Namazı sürekli bir faaliyet olarak hayatınızda ikame edin!) (İsra suresi, 78) emrinin de ilk muhatabı Hz. Peygamber’dir (SAV).

*Günahlardan uzak durmakta da ilk muhatap Odur (ASM).

Birçok peygambere kendi dönemlerinde hiç kimse iman etmemiştir. Fakat o peygamberler hayatları boyunca İlahi emir ve yasaklara harfiyen uyarak müstakim bir ömür geçirmişlerdir. Bu çerçevede vahiylerdeki murad-ı İlahiyi en iyi anlayacak fetanet ve sıdk donanımıyla Peygamberler donanmış oldukları gibi, ümmetlerindeki fertlerden daha mutedil, daha ciddi, daha istikametli, daha ihlaslı ve hakperestane bir halin peygamberlerde olması da zorunludur. Ta ki onun peygamberliğine iman edenlere hayatın her safhasında model olabilsinler. Bu çerçevede Kur’an Hz. Peygamber’in (SAV) “üsve-i hasene” (iman ve ibadetlerde güzel bir model) oluşunu ifade ettiği gibi Kur’anda hikmet-i İlahiye ve imtihan sırrı gereği kapalı bırakılan âyetleri “tebyin” (açıklama) vazifesinin de Peygamberlerin bir vazifesi olduğu ifade edilmiştir. Bu meseleyi izah sadedinde Ahzab suresi 21. âyette " Allah'a ve Ahiret gününe iman edenler için Allah'ın Resulünde "üsve-i hasene" (güzel bir modellik) vardır" denilir. Nahl suresi 44. âyette ise “ Sana da Zikri (Kur'anı) indirdik ki, insanlara indirileni açıklayasın” denilir.

Cenab-ı Hakk, dini gönderdiği gibi, vahyin nasıl anlaşılması gerektiğini ve nasıl vahye göre yaşanılacağını da bu âyetlerde bildirdiği üzere Resulullah'ı (SAV) model alma ile düzenler. Bir kişi kafasına göre Kur'an’ı anlayıp Kur’an’ı kendince yaşayamaz. Çünkü Allah'ın Resulü (SAV) namazın ne olduğunu, nasıl kılınacağını, kaç vakit ve her vakitte kaç rekât olarak kılınacağını Allah’ın talimi ve talimatı dairesinde bizzat yaşamış ve dönemindeki ilk Müslümanlara göstermiştir. 124.000 kadın ve erkekten oluşan sahabelerin müşahedesi altında…

Hz. Peygamber (SAV), İbn-i Hacer el-Askalani’nin bildirdiği üzere[2] Tebük Seferi’nde 48.000 kişi ile beraber aylarca yolculuk yapmış, 48.000 erkek sahabeye imamlık yaparak 5 vakit namaz kıldırmıştır. Hem İslam tarihi kaynaklarının müttefikan bildirdiği üzere Hz. Peygamber (SAV) Veda Haccında yaklaşık 10-30 gün aralık hacc süresinde 124.000 sahabe ile beraber namazı, cemaat halinde ve 5 vakit ve 40 rekat olarak kılmıştır. Veda Haccı’nda bulunan Hz. Peygamber’le beraber bulunan 4 Raşid Halife Hz. Peygamber’in (SAV) vefatından sonraki 30 yıllık halifelik dönemlerinde namazı aynı şekilde eda etmiş ve sahabelere namazı 5 vakit ve 40 rekat olarak kıldırmıştır. Diğer sahabeler ve sonraki asır Müslümanları da günümüze kadar namazı bu şekilde namazı eda etmişlerdir. Namaz, hem şekli hem içeriği ile uygulamalı olarak, değişmeden günümüze kadar bu şekilde intikal etmiştir. Sadece Ehl-i Sünnet dışı olan Şii mezhebi namazın 5 vakit olmasını reddetmemekle beraber öğle-ikindi, akşam-yatsıyı bazen cem ederek vakti yine 3 vakit olarak kılmıştır ama kılarken Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in 4 mezhebinde de ortak olduğu gibi kıyam, rüku ve secde ile namazını kılmıştır. Sahabeler ve sonraki kuşaklar Hz. Peygamber’i (SAV), Kur’an’ın referans verdiği üzere, “üsve-i hasene” olarak kabul etmiş, dinî yaşantılarını siyere ve sünnete tabi kılmışlardır.

Hz. Peygamber’in (SAV) sünnetine ve dini yaşamasına tâbi olunması konusu Kur’anda birçok âyette işlenmiştir. Sünnete uyulmaması meselesi “Sesini Resulullah’ın sesinden daha yüksek tutma” olarak kabul edilerek Hucurat suresinde şöyle eleştirilmiştir:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا لَا تَرْفَعُوا أَصْوَاتَكُمْ فَوْقَ صَوْتِ النَّبِيِّ وَلَا تَجْهَرُوا لَهُ بِالْقَوْلِ كَجَهْرِ بَعْضِكُمْ لِبَعْضٍ أَنْ تَحْبَطَ أَعْمَالُكُمْ وَأَنْتُمْ لَا تَشْعُرُونَ

(Ey inananlar! Sesinizi, Nebi'nin sesinden daha fazla yükseltmeyin… Yoksa farkında olmadan yaptığınız ameller boşa gider.)

Bu âyet, Sünnet-i Seniyye dışında bir Kur’an algısının ve yaşantısının Allah katında karşılığı olmayan, boş bir eylem olduğunu vurgulamaktadır. Buna mukabil sünnet-i seniyyeye tabi bir hayatın kazandırdığı güzellikler Âl-i İmran 31. âyette şöyle ifade edilir:

قُلْ إِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللَّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللَّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَحِيمٌ

(De ki: Eğer Allah'ı sevme iddiasındaysanız bana tabi olun, benim gibi yaşamayı benimseyin ki Allah da sizi sevsin ve sevdirsin. Allah günahlarınızı bağışlasın. Allah günahları toptan bağışlayan Gafur ve kullarına karşı sonsuz şefkatli Rahîm'dir) denilmektedir.

Bu âyet, Hz. Peygamber’in (SAV), Allah sevgisini kazandıracak hakikatler, sırlar ve nurlar ile dopdolu bir hayatı Kur’an’dan istihraç ederek yaşadığını bildirmektedir. Allah rızası ve sevgisini kazanma gayeli bu nebevî yaşantının, Allah’ın rızasına mazhar ve muhabbetine vasıl olduğu ve hedefine eriştiği âyetin detaylarında ifade edilmiştir. Bu çerçevede rıza-yı İlahiyi kazanmak isteyen ve Allah’ı sevme iddiasında olan bir Müslümanın nasıl yaşaması gerektiği, namazları nasıl ve kaç rekat kılması konusu da dolayısıyla Hz. Peygamber’in (SAV) hayatı üzerinden gözlemlenmeli, diye bir İlahi emir bu âyette verilmektedir. Evet, bilinmeyecek ve anlaşılamayacak bir mesele referans verilemez. Böyle bir referans insanların akıllarıyla alay etmek demektir. Böyle bir kusurdan ve abesiyetten Allah’ın kelamı namütenahi şekilde uzaktır, münezzeh ve mukaddestir.

Sünne-i seniyyeye tabi olmanın Hz. Peygamber’le (SAV) kazandırdığı manevi bağın özellikleri, Kur'anın “üsve-i hasene” olarak gösterdiği diğer bir peygamber olan İbrahim (AS) tarafından kendi ümmetiyle diyaloğunu ifade ettiği cümlede izah edilir. Hazret-i İbrahim (AS), İbrahim suresi 36. âyette şöyle Rabbine seslenir:

رَبِّ اِنَّهُنَّ اَضْلَلْنَ كَث۪يراً مِنَ النَّاسِۚ فَمَنْ تَبِعَن۪ي فَاِنَّهُ مِنّ۪يۚ وَمَنْ عَصَان۪ي فَاِنَّكَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

(Rabbim, çünkü onlar, insanlardan birçoğunu saptırdılar, hakikat yolundan çıkarıp uzaklaştırdılar. Bundan böyle kim benim izimce gelirse, işte o bendendir; kim bana karşı gelirse artık Sen bağışlayan, merhamet edensin!)

Bu manada Resulullah'ın (SAV) sünnetine uyan, Ona tabi olan Ondandır. Onun sünnetine ve yaşantısına isyan eden için Allah'ın mağfireti umulur ama affedilir mi meçhuldür.

Bu izahlar çerçevesinde diyebiliriz ki, kardeşiniz kendi kendisine sorsun: “Kur'an’ı Rabbimizden bize getiren Allah'ın resulüdür. Onun hakkında "Onun sesinden fazla sesinizi yükseltmeyin. Amelleriniz boşa gider de fark etmezsiniz bile" (Hucurat suresi, 2) denilmiştir. Hz. Peygamber (SAV) günde kaç vakit ve kaç rekat olarak namaz kılıyordu? Ondan namazı öğrenen ve kendisiyle yıllarca namazı cemaatle kılan 124.000 sahabe namazı kaç vakit ve kaç rekat olarak kılıyordu? Sahabelerden namazı ve İslamı öğrenen tâbiîn nesli, ki milyonlarca kişiydiler, namazı kaç vakit ve kaç rekat kılıyordu, namazı hangi şekilde kılıyorlardı?” Bu soruları kendisine sorduğunda aklı ve kalbi ona doğruyu gösterecektir.

Bu yazıyı kardeşinize gönderebilirsiniz. İnşaallah zehirlendiğini fark eder de o kişiden uzak durur.

[1] Bkz. Bediüzzaman Said Nursi, İşârat’ü’l-İ’caz, Bakara suresi, 26. âyetin tefsiri.

[2] Bkz. İbn-i Hacer el-Askalanî, el-İsâbe fi temyizi’s-sahabe.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
16 Yorum