Himmet UÇ
Estetik, güzel, çirkin, insicam
Estetik güzel ile çirkinin birbiri içinde görülmesidir. Ne güzeli şımartıp çirkini kovabilirsiniz, ne çirkini bir kenara atabilirsiniz. Bu iki görüntünün tezahürü, birbirleriyle ilişkileri ve eşyaya güzel ve çirkin görünümünü kazandıran Mutlak güzelliğin, Mutlak güzelin bu bütün eşyaya kabiliyeti ve kametince yansıması, yansıtılması aklı beşerin tartamadığı bir büyük keyfiyettir. Bütün insanların yüzünü bir bahar mevsimindeki çiçek bahçesi gibi seyrettirecek bir büyük göz olsaydı güzelliğin en harika görüntüsü olan ahseni hilkati seyredecek bir estetik muhit göz olsaydı, neler görürdü? Bediüzzaman sürgüne giderken bir tepecikte bir güzel çiçek görür, onu o psikoloji içinde seyreder, harika şeyler söyler. “Bu çiçek kimin ise bütün güzel çiçekler O’nundur” der. Bir çiçekten mutlak güzele giden bir maverai bakış.
Ne kendisi, ne de başka şeyler, bütün mesele bu metinlerin bu ülkenin çöl ikliminde yerini bulacak bir büyük himmete muhtaç olması. Bu harika ötesi harika metinler yerini bulmalı ama onları taşıyıp vitrinine koyacak insan olmayınca neye yarar ki.
İntizam-ı ekmel, insicam-ı ecmel, mizan-ı adil. İntizam geometrisi kolay bir kelime, bütün cüzleri, parçaları arasında bir orantı görülen ve bir şeyin cüzlerinin tek tek değil birlikte güzelliğini görmek, tezadda güzeli yakalamak. Bir el kendi içinde intizamlıdır ama insan bedeni tezatlardan doğan bir güzelliktir. İşte bu tezatlardan doğan güzellik insicamdır. Bu kelimeyle çok uğraştım, en iyi karşılığı latince bir kelime olan armoni. Bir piyanoda tuşların sesleri hep farklıdır, onun başına Beethoven geçerse ortaya müzik anlayışı olanları mesteder. Bu birbirinden farklı notaları ve sesleri bir besteye çevirmektir. İşte armoni bu.
Senfoni, insicamı Türkçe’de karşılayan bir kelime yok, güzel demek yetmez ona, onu batılı bir kelime olan mana senfonidir.
Senfoni sözcüğü Yunanca’da “bir arada uyumlu sesler çıkarmak” manasına gelen symphonia sözcüğünden türetilmiş, dilimize Fransızca symphonie sözcüğünden geçmiştir. Sinfonia sözcüğü ilk sefer İtalya’da, çalgı için bestelenmiş parçaları tanımlamakta kullanıldı; 17. asır başlarında kantat, oratoryo ve operalarda orkestra tarafından çalınan giriş parçasının isimi oldu.
İşte kainat birbirinden nihayetsiz farklı şeylerden bir güzellik ortaya çıkarmak, her şeyi yerli yerine koymak, bu ilahi senfoni.
Bu cümle Bediüzzaman’ın senfonik bakışıdır. Bu kainat bin birlikler perdeleri içinde sarılı bir gül goncası gibidir. Bu estetik tarihimizde görülmemiş bir senfonik cümledir. Necip Fazıl Senfoni’yi yazmış ama Bediüzzaman senfonisi ile kıyas etmem. İki büyük adamı ölçecek metrem yok, haddimi de bilmeliyim. Necip Fazıl’ın senfonisi, hissetmesi, görmesi, onun senfonisi. Necip Fazıl da mir senfoni, farklı seslerden doğmuş, dağınık, farklı, düzenli, çarpıcı.
Beethoven’in senfonilerini duyarak dinlerseniz, o Bediüzzaman’ın gül goncasına bir ses vermiş görürsünüz.
İnsicam-ı ecmel bütün kainatı ihata eden farklıkların güzelliği. İnsan zihni benzerliklerden güzellik çıkarır umumiyetle ama Allah insan yüzünü farklı uzuvlardan bir senfoni olarak, armoni olarak yaratmış. Bu zıtlıklardan güzelliğe bazı sofiler, cemal-i ilahi demişler, bazısı ileri gidip “cübbemin altında ondan başkası yoktur” demiş. “Beni bende demen bende değilem bir ben vardır bende benden içeri” bu da senfoninin arka planı. Bizde bizim olan ne var? İrade iradeyi nasıl yaratılışın şoförü yapmış da bizim değil. Uçurumun başındasın hey! Nesimi boşuna dememiş, “Sırrı ezel açıldı, oldu aşikara.” Aşık kendini nasıl idare etsin?
İkinci Alâmet ve Hüccet ki لَا شَرٖيكَ لَهُ kelimesini intac ediyor. Bütün kâinatta zerrelerden tâ yıldızlara kadar her şeyde kusursuz bir intizam-ı ekmel ve noksansız bir insicam-ı ecmel ve zulümsüz bir mizan-ı âdilin bulunmasıdır. Evet kemal-i intizam, insicam-ı mizan ise yalnız vahdetle olabilir. Müteaddid eller bir tek işe karışırsa karıştırır.
Sen gel, bu intizamın haşmetine bak ki bu kâinatı gayet mükemmel öyle bir saray yapmış ki her bir taşı bir saray kadar sanatlı ve gayet muhteşem öyle bir şehir etmiş ki hadsiz olan vâridat ve sarfiyatı ve nihayetsiz kıymettar malları ve erzakı, bir perde-i gaybdan kemal-i intizamla vakti vaktine umulmadığı yerlerden geliyor. Ve gayet manidar öyle mu’cizane bir kitaba çevirmiş ki her bir harfi yüz satır ve her bir satırı yüz sahife ve her sahifesi yüz bab ve her babı yüz kitap kadar manaları ifade eder. Hem bütün babları, sahifeleri, satırları, kelimeleri, harfleri birbirine bakar, birbirine işaret ederler.
Hem sen gel, bu intizam-ı acib içinde şu tanzimin kemaline bak ki bu koca kâinatı tertemiz medeni bir şehir, belki temizliğine gayet dikkat edilen bir belki yetmiş latîf ziynetli perdelere sarılmış bir gül goncası gibi pâk ve temizdir.”
Acib kelimesi insanın anlamakta güçlük çektiği şeyler için kullanılan bir sıfat. Kainatta bir intizam var ama acip, sadece görüyoruz, zihni ve fikri metrik hale getirmemiz mümküm değil. O intizamı ilim yüzyıllardır, kenarından köşesinden bir kısmını lokalize ederek anlatmaya çalışıyor ama harita ortada yok herkes gördüğünü anlatıyor. Hani çocuklar farklı kartonları bir araya getirip bir resim oluşturuyor ya işte böyle bir birleştirme yok. Herkes kendi bulduğuna hayran tıpkı fil misali gibi. Birbiri içinde bir gül goncası bu. Gel de zaten acib ya.
“Hem sen gel, bu intizam ve nezafet içindeki bu mizanın kemal-i adaletine bak ki bin derece büyütmekle ancak görülebilen küçücük ve incecik mahlukları ve huveynatı ve bin defa küre-i arzdan büyük olan yıldızları ve güneşleri, o mizanın ve o terazinin vezniyle ve ölçüsüyle tartılır ve onlara lâzım olan her şeyleri noksansız verilir. Ve o küçücük mahluklar, o fevkalâde büyük masnûlar ile beraber, o mizan-ı adalet karşısında omuz omuzadırlar. Halbuki o büyüklerden öyleleri var ki eğer bir saniye kadar muvazenesini kaybetse muvazene-i âlemi bozacak ve bir kıyameti koparacak kadar bir tesir yapabilir.”
Bediüzzaman umumi güzelliği cüzlerine ayırarak anlatıyor. “Mizanın kemal-i adaleti.“ Her varlık ağırlığı ile temsil ediliyor, yerli yerine konuyor. Terazide denge yoksa sarkar, sarkan bir varlık yok, herkes sükuneti ile yerini almış. Sükunet düzen demek. Bütün varlık varlığındaki orantılara göre yerli yerinde yaratılmış ve arzedilmiş. Mizanın kemali adaleti bu.
“Hem sen gel, bu intizam, nezafet, mizanın içinde, bu fevkalâde cazibedar cemale ve güzelliğe bak ki bu koca kâinatı gayet güzel bir bayram ve gayet süslü bir meşher ve çiçekleri yeni açılmış bir bahar şeklini vermiş ve koca baharı gayet güzel bir saksı, bir gül destesi yapmış ki her bahara, zeminin yüzünde mevsim be-mevsim açılan yüz binler nakışlı bir muhteşem çiçek suretini vermiş. Ve o baharda her bir çiçeği çeşit çeşit ziynetlerle güzelleştirmiş. Evet nihayet derecede hüsün ve cemalleri bulunan esma-i hüsnanın güzel cilveleriyle, kâinatın her bir nev’i, hattâ her bir ferdi, kabiliyetine göre öyle bir hüsne mazhar olmuşlar ki Hüccetü’l-İslâm İmam-ı Gazalî demiş: لَيْسَ فِى الْاِمْكَانِ اَبْدَعُ مِمَّا كَانَ Yani “Daire-i imkânda bu mükevvenattan daha bedî’ daha güzel yoktur.”
Burda fevkalade cazibedar cemal ve güzelliği dikkat çekilmiş. Bayram, meşher, bahar, saksı, gül destesi, kim bunlar. Kainat mevsim be mevsim açılan yüzbinler nakışlı muhteşem bir çiçek. Dair-i imkanda daha güzel yoktur, herşey güzeldir, daha güzeli de o güzel olandır, hiç kimse yaratılmışların bir cüzünün daha güzel olduğunu ve olması lazım geldiğin söyleyemez, bir kol daha güzel olmaya kalksa beden çirkin olur, insan çirkin olursa evren çirkin olur, çünkü güzellik tek başına değil armonikal birlikte.
“İşte bu muhit ve cazibedar olan hüsün ve bu umumî ve hârikulâde nezafet ve bu müstevli ve şümullü ve gayet hassas mizan ve bu ihatalı ve her cihette mu’cizane intizam ve insicam, vahdete ve tevhide öyle bir hüccettir, bir alâmettir ki gündüzün ortasındaki ziyanın güneşe işaretinden daha parlaktır.
Bu makama ait gayet mühim iki şıklı bir suale gayet muhtasar ve kuvvetli bir cevaptır.
Sualin birinci şıkkı: Bu makamda diyorsun ki kâinatı hüsün ve cemal ve güzellik ve adalet ihata etmiştir. Halbuki gözümüz önünde bu kadar çirkinliklere ve musibetlere ve hastalıklara ve beliyyelere ve ölümlere ne diyeceksin?
Elcevap: Çok güzellikleri intac veya izhar eden bir çirkinlik dahi dolayısıyla bir güzelliktir. Ve çok güzelliklerin görünmemesine ve gizlenmesine sebep olan bir çirkinliğin yok olması, görünmemesi; yalnız bir değil, belki müteaddid defa çirkindir. Mesela, vâhid-i kıyasî gibi bir kubuh bulunmazsa hüsnün hakikati bir tek nevi olur, pek çok mertebeleri gizli kalır. Ve kubhun tedahülü ile mertebeleri inkişaf eder. Nasıl ki soğuğun vücuduyla hararetin mertebeleri ve karanlığın bulunmasıyla ziyanın dereceleri tezahür eder. Aynen öyle de cüz’î şer ve zarar ve musibet ve çirkinliğin bulunmasıyla küllî hayırlar ve küllî menfaatler ve küllî nimetler ve küllî güzellikler tezahür ederler. Demek çirkinin icadı çirkin değil, güzeldir. Çünkü neticelerin çoğu güzeldir. Evet yağmurdan zarar gören tembel bir adam, yağmura rahmet namını verdiren hayırlı neticelerini hükümden ıskat etmez, rahmeti zahmete çeviremez.”
Amma fena ve zeval ve mevt ise Yirmi Dördüncü Mektup’ta gayet kuvvetli ve kat’î bürhanlar ile ispat edilmiş ki, onlar umumî rahmete ve ihatalı hüsne ve şümullü hayra münafî değiller, belki muktezalarıdırlar. Hattâ şeytanın dahi manevî terakkiyat-ı beşeriyenin zembereği olan müsabakaya ve mücahedeye sebep olduğundan o nev’in icadı dahi hayırdır, o cihette güzeldir. Hem hattâ kâfir, küfür ile bütün kâinatın hukukuna bir tecavüz ve şerefini tahkir ettiğinden ona cehennem azabı vermek güzeldir. Başka risalelerde bu iki nokta tamamen tafsil edildiğinden burada bir kısa işaretle iktifa ediyoruz.
Umberto Eco, Çirkinliğin Tarihini yazmış. Harika bir kitap ama yanında güzel olmalı. Bediüzzaman yirminci yüzyılda çirkinin fonksiyonunu anlamış estetik tarihine yeni bir cümle ile kuşatıcı bakışını anlatıyor. Çirkin ve güzeli okuyunca bunun değeri anlaşılır. Çok güzellikleri intac veya izhar eden bir çirkinlik dahi dolayısıyla bir güzelliktir. Ve çok güzelliklerin görünmemesine ve gizlenmesine sebep olan bir çirkinliğin yok olması, görünmemesi; yalnız bir değil, belki müteaddid defa çirkindir. Çünkü çirkin güzeli doğuran bir kıyas unsuru. Çirkin bulduğumuzdan hareketle daha güzeli buluruz ama çirkinleri görmesek güzeli bulamayız. Tek fırınlı köyde daha güzel ekmek yoktur, çünkü kıyas unsuru yok. Güzel olan mevcut olandır.
Bu bahis bir okyanus biz bir iki şey anlattık.
Ne Bediüzzaman ne şu ne bu herşey bu metinlerde. Her şeyden vazgeçilir ama bu metinlerden vazgeçilemez. Bütün estetik tarihini, farklı fikirleri gören bir göz bu satırları yazabilir. Ama bu metinlere odaklanması gereken bir düşünce nerede asıl konu da bu ya. Bediüzzaman’ı yüceltmek metinlerini yüceltmekle mümkün, yoksa izah edemediğiniz bir şaşkınca hayranlık sizindir. Yansımaz.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.