Vehbi KARAKAŞ
Ettehıyyatulillah’dan gelen şefkat tokatları!
Güzel bir yazı yazmış, sabah namazını kılmaya başlamıştım. Bedenim namazda idi ama kalbim hâlâ yazı ile meşguldü. Nefsim ise yazdığı yazısıyla övünüyor ve kabarıyordu. Tam o an, dilim de “et-Tehiyyatu lillahi vassalavatu vattayyıbatu”yu okuyordu. Derhal kendime geldim, kalbimle dilimi bir araya getirdim. İkisi beraber Ettehiyyatulillah, dediler.
Ettehiyyatülillah, nefsimin suratına üst üste tokatlar indirmeye başladı:
-Utanmaz, dedi, benim anlamımı bir düşünsene! Bak ben diyorum ki, bütün mahlukatın dilindeki selamlar, hamdler, şükürler, ellerindeki ürünler, marifetler, hünerler hepsi Allah’ındır, Allah’a aittir. Güzel yazı yazıyorum, güzel konuşuyorum, diye hava atacağına ve havalara gireceğine mahcubiyetinden büklüm büklüm olman, sonsuz bir tevazu ile secdelere kapanman, sonsuz hamd ve senalarını, şükür ve teşekkürlerini, hürmet ve muhabbetlerini, hayret ve hayranlığını sonsuz bir aşk ve şevk ile Allah’a takdim etmen gerekmez mi? Sonra da: “Bu güzellikler, bu imkânlar, bu mekânlar, bu zamanlar, bu zeminler, bu ilhamlar, bu ikramlar senin Allahım! demen gerekmez mi?
Çünkü her şeyin sahibi O. Çünkü kalem O’nun, kalemin içindeki mürekkep O’nun, kalemi tutan el O’nun, kelimeleri konuşan dil O’nun, düşünmeye yarayan akıl O’nun, eşyayı gören, gördüklerini tanıyan göz O’nun, sesleri işiten ve tanıyan kulak O’nun, tadları tanıyan dil O’nun, kokuları tanıyan burun O’nun. Ses O’nun, servet O’nun, sihhat O’nun, devlet O’nun, kudret O’nun.
Böyle iken sen nasıl olur da Allah’ın marifet ve hünerlerini, ihsan ve ikramını kendi malın gibi görmeye, pazarlamaya, hava atmaya, Allah’ın mülkünü gasb etmeye, temellük etmeye, sahiplenmeye, kendine mal etmeye kalkarsın?
Üstad-ı Muhterem’in dediği gibi, sen kuru bir üzüm çubuğuna benzersin! Böbürlenme! Salkımları, üzüm ağacına takan ağacın kendisi olmadığı, o salkımları ona Allah taktığı gibi; bu yazıları sana ilham eden, bu kelime salkımlarını sana ikram eden de Allah’tır.
Öyleyse nedir bu gurur ve nedir bu gaflet?
“Ettehiyyatu lillahi vassalavatu vattayyibatu” cümlesi, bunları söyledi bana. Sonra Esselamu alayke eyyuhannebiyyu’ya geçtim. Birkaç şefkat tokatı da ondan yedim. O da bana diyordu ki:
-İyilik, güzellik, rahmet, bereket, saadet, servet ve medeniyet adına sana ve dünyana Allah’dan ne geldi ise, Hz. Muhammed’in (s.a.v) eliyle gelmiştir. Yani Onun hürmetine ve Onun sayesinde bu güzelliklere kavuştun. O ki, o yüzden varsın. O olmasaydı, ne sen, ne senin kâinatın, ne kalemin ne kelamın hiçbir şeyin olmayacaktı. Öyleyse salat ve selamların hepsini Ona arz et. Hakkı sahibine teslim et. Tehıyyat ve selam kelimelerinin başında lam-ı tarifin getirilmesi ve onların istiğrak için olmasının anlamı da bu olsa gerek. Tahıyyelerin bütüne Allah, selamların bütününe de Peygamber layıktır.
Boşuna mı demiş Âkif:
Dünya neye sahipse onun vergisidir hep
Medyun O'na cemiyeti medyun O'na ferdi
Medyundur o masuma bütün bir beşeriyyet
Ya Rab! Bizi mahşerde bu ikrar ile haşret!
Herkesin varlığına o sebep olmuştur. Dolayısıyla herkes ve her şey ona minnet, şükran, hürmet ve muhabbet borçludur. Onun içindir ki doğulu, batılı herkes ona borcunu ödemeye çalışmaktadır. Yüce Yaratıcı’nın âlemi yaratmaktaki kudsî maksadı O idi. Eğer O olmasaydı hiçbir şey olmayacaktı.
Ali Ulvî:
Doğmazdı kalbe iman,
İnmezdi arza Kur’an,
Meçhul olurdu Esmâ,
Levlâke Ya Muhammed (Sensiz Canım Muhammed) derken,
Yunus:
“Hak yarattı âlemi aşkına Muhammed’in
Ay ve günü yarattı şevkine Muhammed’in” derken,
Mevlanâ:
“Ben sağ olduğum müddetçe, Kur’an’ın kölesiyim.
Ben Muhammed Mustafa’nın yolunun tozuyum” derken.
Habeşistan Kralı Necaşi:
“Bu saltanata bedel keşke Hz. Muhammed’in (s.a.v) hizmetkârı olsaydım” derken,
Muhammed ikbal:
“Onun güneşinin zevali yoktur
Onu inkâr edenin kemali yoktur.” derken,
Fransız edibi Lamartin Onun hakkında: “İnsandan büyük, Allah’dan küçük” derken,
İngiliz tarihçisi ve fikir adamı Thomas Carlyle Onun için: “İnsanlık tarihinin yetiştirdiği en büyük kahraman...” derken,
Alman şairi Goethe âdeta yalvararak: “Kardeş ayırma bizi koynundan, yoksa bizi çöllerin kumu yutacak... Hepimizi alıp koynuna, eriştir bizi Yüce Yaradan’ına” derken,
Yaşlı ve gözleri görmeyen Varaka; “Ne olurdu halkı, yeni dine davet edeceğin günler de genç olsaydım, kavmin seni yurdundan çıkaracakları zaman sağ olsaydım da sana yardım etseydim.” derken,
Alman başbakan Prens Bismark: “İnsanlık senin gibi seçkin bir kudreti bir defa görmüş, bundan sonra bir daha göremeyecektir. Ya Muhammed! Senin çağdaşın olamadığımdan dolayı üzgünüm. Huzurunda tam bir hürmetle eğiliyorum.” derken, Ona olan minnet, şükran, hürmet ve muhabbet borcunu ödüyordu.( Geniş bilgi için bkz. Vehbi KARAKAŞ, Hicazlı Sevgili, Timaş Yaınları, İstanbul-2002; yine aynı yazara ait Sana Öyle Hasretim ki, Cihan Yayınları, İstanbul-2007)
Öyleyse Esselamu alayke eyyuhannebiyyu ve rahmetullahı ve berekatühü’ yü bir kere daha söylüyor, bütün selamlar, bütün salatlar, bütün rahmetler, bütün bereketler, bütün sevgiler, bütün saygılar Sana ve Senin üzerine olsun ey şanlı Peygamber, diyoruz.
Nefsin havasını bitiren, gurur ve kibrini bombalayan bu yazıyı bana ihsan eden, beni nefsin tasallutundan kurtaran Rabbime sonsuz hamd ve şükürler olsun.
Allah’ın selamı ve selameti, rahmet ve bereketi, bize edep dersi veren, tevazuu, kulluğu ve hiç olmayı öğreten, varlığımızı borçlu olduğumuz Şanlı Peygamberimizin, al ve ashabının üzerine olsun.
Haliyle, diliyle ve “Sözler”iyle, özellikle 18. Sözüyle bize nefsi yenmeyi belleten Peygamberimizin asrımıza düşmüş Nur-u Bedii’nden, Nur’un taliplerinden ve tüm Kur’an hizmetkârlarından Allah razı olsun. Âmîn.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.