Habibi Nacar YILMAZ
Felsefeyi Bitiren Gaye Ve Maksat Kanunu-1
'Bir Allah'ı kabul etmemek için, tüm atomlara ilah deme mecburiyetinde kalan dinsiz felsefe, bir yandan da yine yaratmayı kabul etmemek adına, "madde ezelidir" diyor. Öte yandan, "Hayat, zamanla maddeden nes'et etti" (ortaya çıktı) diyerek de kendi tezi olan maddenin ezeliyetini çürütmüş oluyor. Çünkü ezelî dediğiniz madde ile ilgili işlemlerde, artık "zamanla" tâbirini kullanamazsınız. Yani sonsuz dediğinizde, artık "sonsuzun" yanında, süreyi akla getiren zaman dilimlerinin sözü edilemez. Çünkü sonsuzun yanında hepsi sıfırdır, birbirine eşittir. "Madde ezelidir" demek, maddeye uluhiyet vermek de demektir bir bakıma. Yaratılmayan yani sonradan olmayan bir şey, tesir kabul etmeyen, üzerinde işlem yapılamayan demektir
Dinsiz felsefenin, asıl bir ilahı kabul etmemek için düştüğü gülünç, bir o kadar da tenakuz dolu, çok önemli "gaye ve maksat çıkmazı" daha var ki kırk elli sayfada anlatılamaz. Biz bir-iki yazıyla, çok kısa, anlatmaya çalışacağız. "Sonsuz kâinatta, hiçbir şey gaye ve maksatlı olamazmış. Bir yaratıcı, varlıklara bir gaye ve maksat yüklememiştir." İddia bu. Bunu ispat için, olmadık işlere giriyor; insanı utandıracak izahlara girişiyorlar. Peki, niçin böyle bir iddiada bulunuyor bu dinsiz felsefe? Güya düşünüyorlar ya! Düşüne düşüne buldukları, "Kâinatta her şey gayesiz, maksatsızdır" düşüncesinin altında, yine Allah'ı kabul etmemek yatıyor. "Keyfinizi bozmayın, bir ahiret, hesap var" deyip "hazır lezzetinizi tahrip etmeyin" demeye getiriyorlar. Bizim, düşünen ve bu düşüncesini söze dönüştüren felsefe, bunu o kadar da cazibedâr ve aklı şaşırtacak, yani sihirbaz cambazlığıyla anlatıyor ki; aslında düşünmeyen, etrafına az da olsa dikkat etmeyen, gözünü öylesine etrafa salan insanı şaşırtabiliyor da. İddia ediyorum ki bu boş ve mesnetsiz iddia, kibir ve garazı olmayan bir gramlık bir aklı bile asla şaşırtamaz.
Fakat âcizane anlayamadığım şu ki böyle esassız, örümcek ağı niteliğindeki fikirler, geçen asrın başında alıcı bulmuşlar. Fen ve tekniğin yaygınlaştığı bu asırda da bunlara itibar eden bulunuyor maalesef. İşin içinde biraz bulunduğumuz, çoklarıyla muhatap olduğumuz için biliyorum. İnkâr ve bu tip iddialar, kesinlikle cehalete dayanıyor. Ya hiç bilmiyor ya da yanlış ve eksik biliyor. Veya mükellefiyet altına girmek istemiyor. Kasten, çarpıtıyor. Günahlarını, hidayetinin önünde engel olarak görüyor. Allah'ı tanımamış, Kur'an'a nazar etmemiş veya Kur'an'ı inkârcılardan dinlemiş. Bilgisi, görgüsü taklitten ibaret.
Bunu, biraz da çokça karşılaştığımız, Risale-i Nurlara itiraz edenlerin cehaletinden de biliyorum. Adam müstakim dairenin geniş yolundan, patika yollara sapmış, kendini ölçü olarak kabul etmiş. Ya da başkasından bir şeyler dinlemiş. Tahkik etmeden, hükmünü okuduklarına değil de duyduklarına bina ediyor. Adamdan delil istiyorum, video kaset gönderiyor. Yani başkasının tenkitlerine hükmünü bina ediyor. Piyasada da o kadar silik söz dolaşıyor ki bunlara kulak kabartan deliye döner gerçekten. Geçenlerde nurlardan okuduklarına itiraz eden birine denk geldim. İtiraz ettiği husus, sahih hadis metni. Tüm hadis kitaplarında geçen sahih rivayet. Buyur, dedim arkadaş. Susmak zorunda kaldı. Biraz insaf edin, araştırın yahu. Neyse, sadet harici oldu biraz.
Şimdi, asrı salladığı söylenen, inkârcıların başucu kitabında geçen şu cümleye bir bakalım. "Eşyada intizam ve gaye olduğunu tasdik edenlere cevap verilmemelidir. Böyle bir intizam, karmakarışık bir surette atılan harflerdeki intizamsızlıktan daha mâkul bir şey değildir." Cümleye bakar mısınız? Yani elindeki harfleri ya da taşları rastgele atınca, bir intizamsızlık olur. Bu, daha mâkulmüş onlara göre. Hangi şeyden daha mâkuldür? Kâinatta bir gaye, maksat bir intizam var demekten. Peki, intizam ve gaye yok mu kâinatta? Aklı, kâinatta "gaye var da yok da" noktasına götürmek, olan gayenin de önemli olmadığı ve bu gayenin biri tarafından varlıklara takıldığını saklamak için, başvurulan söz ve kelime oyunlarına da bir bakalım.
"Göz, gayeli olarak bilinir ve Allah yarattı zannedilir. Halbuki bu uzvun, gayet noksan ve mahzurlu özellikleri vardır. Bu da gösteriyor ki gözler bize görmek için verilmemiş, gözlere mâlik olduğunuz için görüyoruz." Tartıştığı konuya bakar mısın? Gözümüz olduğu için mi görüyoruz; yoksa göz görmek için mi bize verilmiş? Görmek için göz verilmiş dediğimizde, bu gözü verenin, gözün takılı olduğu yüzü de; yüzün takılı olduğu vücudu da; nihayetinde, vücudun vücut bulduğu kâinatın vücudunun da yaratıldığını kabul etmemiz gerekecek. Öyle ya göz var, güneş yok. Göz neye yarar? Kâinatta öyle bir vahdet, birlik var ki birinin sahibi olmak için, hepsinin sahibi olmanız gerekiyor. Şimdi görmeyen biri, gözü; işitmeyen biri, kulağı; tattan habersiz biri, dili verebilir mi? Sağır, dilsiz, şuursuz zerrelerin hangisinde bu özellikler var? Gözü, kulağı, dili; bu özellikleri olmayan zerrelerin, bu uzuvları hem de bir maksat ve gaye için verdiğini kabul etmek, ancak akıldan bin derece uzak olmakla mümkün. Onun için, başka dolambaçlı cümlelerle felsefe yapmaya başlıyor ve laf kalabalığıyla, güya bir illüzyon yaparak, durumu idare etmeye; sözü, her şeyin başıboş, gayesiz ve öylesine tabiî bir şekilde ortaya çıktığına getirmek istiyor. "Tatmak için mi dilimiz var, dilimiz olduğu için mi tadıyoruz? Duymak için mi kulağımız var, kulağımız olduğu için mi duyuyoruz?" Sualler bunlar. Bu sualleri hem de ilk okuyan zihin, bir yanılmayla gözün öylesine oluşmuş, haliyle ben de görüyorum, noktasına getirilmek isteniyor. Kulak için de aynı şey düşündürülmek isteniyor.
Yine zihni buna hazırlamak için de kendine göre göz kusurlarını da sayıyor. İşte göz, cismi önce niye ters görüyor da beyin tarafından düzeltiliyormuş. Ufka bakınca, niye çok keskin göremiyormuşuz gibi, göz tıbbının cevabını verdiği görmek keyfiyetindeki düzgünlüğü, sanatı, eksik bilgisi ile, kendince kusurlu olarak verip işte bu kusurlar varsa, göz için bir gaye ve maksat da yoktur, haliyle gözün bir yaratıcısı da yoktur, demeye çalışıyorlar. Buradan da bir toptancılıkla bunun gibi, insanı her şey maksatsızdır, noktasına götürmek istiyorlar.
Evet dostlar, bir sonraki yazımızda yine felsefenin gaye ve maksat noktasındaki cehaletine, bu cehaletine bina ettiği küfür karanlığına temas edeceğiz. Felsefe yapayım derken, kafasını kuma sokan zihnin nasıl bir açmaza düştüğünü göstermeye çalışacağız.
Selam ve dua ile.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.