Abdulkadir MENEK
Geçmişten günümüze Ayasofya (I)
Ayasofya Camisinin 1934 yılında bir oldubittiye getirilerek müzeye dönüştürülmesinin ardından, bu konudaki tartışmalar hiç bitmedi. Şartları gereği olarak zaman zaman tartışmalar ve konuşmalar perde altından yapılırken, demokratik ortamlarda ise konu yüksek sesle ve ilmi zeminlerde hep tartışma konusu olmaya devam etti. Çünkü İstanbul’un Fethi gibi dünya tarihini değiştiren çok önemli bir olayın ardından “Fetih Hatırası olarak camiye dönüştürülen Ayasofya Kilisesi, hangi saiklerle, hangi telkinlerle ve hangi sebeplerle cami olmaktan çıkarılıp müzeye dönüştürüldü’’ sorusuna çok ikna edici ve makul bir cevabın da resmi makamlar tarafından bugüne kadar verildiğini söylemek mümkün değildir. Biz de bu çalışmamızda, bu önemli konuyu tarihi seyri içinde ele almaya çalışacak ve konuyu bugünkü tartışmalara bağlamaya çalışacağız.
Ayasofya’nın tarihi çok eskilere dayanır. Kilise olarak yapımına Bizans imparatoru I. Konstantin zamanında başlandı. Uzun yıllar süren inşaatın ardından 360 yılında, II. Konstantin zamanında tamamlanabildi. Fakat yapılan bu ilk Ayasofya, çıkan bir yangında önemli oranda harap oldu. İmparator II. Theodosios tarafından 415 yılında tamir edilerek yeniden açıldı. Çıkan bir ayaklanma sırasında bu sefer tamamen tahrip edildi ve yakıldı.
İmparator Jüstinyen, tamamen harabeye dönen bu kilisenin yerine muhteşem bir kilise yaptırmaya karar verdiğinde tarih 532 yılını gösteriyordu. Beş yıl kadar süren bu inşa dönemimin ardından bu mabet 537 yılında tamamlanarak yeniden ibadete açıldı. Kaynaklarda belirtildiğine göre inşaatı sırasında on bin kadar işçi çalıştı ve mimarlığını da Miletli İsidoros ve Trallesli Anthemius adında iki kişi üstlendi. Bu yıldan sonra da birçok kez saldırılara uğradı, tahrip ve yağma edildi. Ayrıca depremlerden de çok büyük zarar gördü. 100 metre uzunluğunda ve 70 metre eninden olan Ayasofya’nın kubbe yüksekliği 55,6 metre kadardır. Kilise olarak dokuz yüz yıldan fazla bir süre ile hizmet vermiştir.
İstanbul, Peygamber Efendimiz (asm) zamanından beri bütün İslam Kumandanlarının rüyalarına girmiş ve hayallerini süslemiştir. “İstanbul elbette fetholunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden asker ne güzel askerdir” Hadis-i Şerifinin ifade ettiği manaya mazhar olmak için Eba Eyyüb El Ensari’den (RA) başlamak üzere onlarca sefer fetih gayretlerine girişilmiş, fakat bu büyük şeref Fatih Sultan Mehmed Han’a nasip olmuştur.
İstanbul’un fethinden sonra hiçbir kiliseye dokunmayan Sultan Fatih, sadece Ayasofya Kilisesi’ni kılıç hakkı ve fethin hatırası olarak “Fethiye Camii’’ne çevirmiş ve burada İstanbul’daki ilk Cuma namazını kıldırmıştır. Bu durum İslam Hükümdarları için umumiyetle geçerli olan bir uygulama idi. Fethedilen şehrin en büyük kilisesi cami yapılır, kıble tarafına bir mihrap eklenir ve minare ile şadırvan de eklenerek cami olarak kullanılırdı. Bu durum, aynı zamanda fethedilen şehirle ilgili olarak bir “şükür’’ vazifesi yerine geçerdi.
Diğer kiliselere ise hiç karışılmaz ve bu şekilde mensuplarına hizmet etmeleri için gerekli bütün tedbirler alınırdı. Ancak zamanla burada yaşayan halkın Müslüman olması veya kendi talepleri ile başka bir yere göç etmeleri halinde, bu kiliselerin bakımsızlıktan harap olup yıkılmalarının önüne geçmek maksadıyla bunlar camiye dönüştürülür ve bu şekilde mamur ve bakımlı bir halde kalabilmesi için azami dikkat gösterilir ve muhafaza edilirdi.
Sultan Muhammed Fatih, Ayasofya camisinin kıyamete kadar yaşaması ve bütün masraflarının karşılanması maksadıyla geniş bir alanı vakıf olarak vermiştir. Bu mabedi başka bir maksatla kullanmak isteyenlerin üzerine Allah’ın ve meleklerin kıyamet gününe kadar lanet etmesi temennisini de eklediği vakfiye metni şu şekildedir:
“İşte bu benim Ayasofya Vakfiyem. Dolayısıyla kim bu Ayasofya’yı camiye dönüştüren vakfiyemi değiştirirse, bir maddesini tebdil ederse onu iptal veya tedile koşarsa, fasit veya fasık bir teville veya herhangi bir dalavereyle Ayasofya Camisi’nin vakıf hükmünü yürürlükten kaldırmaya kastederlerse, aslını değiştirir, füruuna itiraz eder ve bunları yapanlara yol gösterirlerse ve hatta yardım ederlerse ve kanunsuz olarak onda tasarruf yapmaya kalkarlar, camilikten çıkarırlar ve sahte evrak düzenleyerek, mütevellilik hakkı gibi şeyler ister yahut onu kendi batıl defterlerine kaydederler veya yalandan kendi hesaplarına geçirirlerse ifade ediyorum ki huzurunuzda, en büyük haram işlemiş ve günahları kazanmış olurlar.
Bu sebeple, bu vakfiyeyi kim değiştirirse;
Allah’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen LANETİ ONUN VE ONLARIN ÜZERİNE OLSUN, azapları hafiflemesin onların, haşr gününde yüzlerine bakılmasın.
Kim bunları işittikten sonra hala bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait olacaktır.
Allah’ın azabı onlaradır.
Allah işitendir, bilendir.’’ (Sultan Muhammed Han)
Sultan Fatih’ten sonra da görev yapan bütün Padişahlar, Ayasofya Camisine çok özel bir alaka ve itina göstermişler, burayı korumak ve gelecek nesillere en güzel şekilde aktarmak için maddi ve manevi hiçbir fedakârlıktan kaçınmamışlardır.
Ayasofya Camisinin Osmanlı tarihinde şahit olduğu en önemli ve anlamı hadiselerden biri, hiç şüphesiz ki, Halifelik devir teslim töreninin burada yapılmış olmasıdır. Bilindiği gibi Mısır 1517 yılında Yavuz Sultan Selim tarafından fethedildi ve böylece Osmanlı Padişahları Halifelik görevini de deruhte etmeye başladılar. O zamanlar Halifelik görevini yapan III. Mütevekkil Alellah’ı İstanbul’a getirildi ve halifelik görevini, Ayasofya Camisi’nde düzenlenen muhteşem bir merasimin ardından Yavuz Sultan Selim Han’a devretti. (Halifeliğin devir teslim töreni ve yeri ile ilgili olarak bazı kaynaklarda farklı bazı bilgiler de bulunmaktadır. Bu konuda geniş bilgi için Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Hilafet Maddesine bakılabilir ) Camide minbere çıkan III. Mütevekkil Alellah, Yavuz’un hilafetini ilan ederek hırkasını Sultana giydirdi. O zamana kadar halifeler için, “Hâkimü’l-Harameyni’ş-Şerîfeyn (Mekke’ye ve Medine’ye hükmeden)” sıfatı kullanılırdı. Yavuz Sultan Selim ise hilafet görevini devraldıktan sonra bu tabiri değiştirerek “Hâdimü’l-Harameyni’ş-Şerîfeyn (Mekke’nin ve Medine’nin hizmetçisi)” şeklinde değiştirdi. Bu tarihten itibaren bütün Osmanlı Halifeleri aynı tabiri kullanmaya devam etmişlerdir.
Ayasofya Haziresi'nde ve çevrede bulunan diğer bölümlerde birçok Padişah ile eşleri ve yakınlarının da mezarları bulunuyor. Burada mezarı bulunan Padişahlar, II. Selim, III. Murat, III. Mehmet, I. İbrahim ve I. Mustafa olarak dikkat çekiyor. II. Selim Türbesi, Mimar Sinan'ın yaptığı 18 türbeden biri. III. Murat’ın Türbesi ise Sinan'ın öğrencisi Davut Ağa tarafından yapılıyor. Ayasofya Haziresi'nde Mimar Sinan tarafından yapılan Şehzadeler Türbesi de bulunmakta. II. Selim Türbesi'nin önemli bir özelliğinin de ilk kez padişah eşlerinin de aynı türbeye gömülmeye başlanılması olduğu ifade ediliyor.
Osmanlılar tarafından Ayasofya’da çok önemli tamirat, tadilat ve çalışmalar yapılmıştır. Fakat bu şaheserin orijinal halinin muhafazası için azam dikkat gösterilmiştir. Fatih tarafından buraya iki tane minare eklenmiş, kubbenin tepesindeki haç çıkartılmış ve kuledeki çan indirilmiştir. Yine kıble tarafına bir mihrap ile bir minber inşa edilmiştir. Bina içindeki mozaikler sökülmeden, üzerlerine ince bir sıva yapılarak namaz için uygun hale getirilmiştir. Daha sonra Topkapı Sarayına yakın bölgede II. Bayezıd tarafından üçüncü bir minare yaptırılmıştır.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.