Geleneği devam ettiren şâir: Ekrem Kılıç-2

Ekrem Bektaş'ın yazısı:

2- Bir Gül Sunabildik: Ekrem Kılıç’ın aruz vezniyle yazdığı manzumelerinin toplandığı ikinci şiir kitabı Bir Gül Sunabildik adını taşır. Dörder mısralık şiirlerini bu kitabında bir araya getiren Kılıç, yazdığı Önsöz’de bazı değerlendirmelerde bulunur:

“Arûz vezni ile yazdığım bu dörder mısra’lık şiirleri, arûzla yazılan diğer manzûmelerden ayrı bir kitapta toplamak istedim. Bence, bunların büyük bir kısmı, diğerlerine göre daha âhenkli, daha şiire yakın...

Kısa oluşları, anlatıma kolaylık ve berraklık veriyor, kanâatindeyim. Eski tarzdaki dörder mısra’lı şiirlerin arasına, yeni tarzda dörtlükleri de kattım.

Dalgaları biteviye oynayan denizin yakamozları gibi bir anlık duyuşları; titreşen yıldızlar gibi geçici sezişleri mısra’larla zabtetmeğe çalıştım. Bazen, anlam duyguyu yendi; bazen de, mânâ ses ve âhenge kurban gitti.

Yazdıklarımın san’atkârâne olmasını elbette isterdim. Fakat, edebiyâtın bu dalı öyle büyük san’atkârlar gördü ki, bizim gibi, klasik edebiyâtın son nefeslerine ancak yetişen nesle, yapabilecek fazla bir iş kalmadı.

Yine de, böyle bir ummanda birkaç kulaç atabilmiş olmanın bahtiyârlığını tatmak büyük bir saâdet...

Umarım, Sizlerle bazı mısra’larda paylaşabileceğimiz duygularımız bulunur.
Saygılarımla.”

Kılıç’ın yukarıdaki ifadelerinden anlaşıldığı üzere bu kitaptaki şiirler diğerlerine göre daha ahenkli ve şiire daha yakındır. Yine şiirlerin kısa olması anlatıma kolaylık ve berraklık verdiği kanaatindedir. Bu manzumelerin anlık bir sezişle ortaya çıktığını söyleyen Kılıç, yazdıkları şiirlerin, klasik edebiyatın usta şairlerinin ürünleri karşısında sönük kaldığının farkındadır. Dolayısıyla bu alanda yapılacak fazla bir işin olmadığının da bilincindedir.

Ekrem Kılıç’ın Bir Gül Sunabildik isimli şiir kitabında 70 kıt’a, 66 nazm, 26 tuyuğ, 90 ruba’i ve 34 adet dörtlük yer almaktadır. Hacim bakımından bir Divançeyi andıran bu eserde toplam 286 adet dörtlük bulunmaktadır. Bu dörtlüklerin büyük bir çoğunluğu 1970-1980 yılları arasında tanzim edilmiştir. Şairin bu tarz manzumeler yazmağa devam ettiğini ve bazı haber sitelerinde bu şiirlerini yayımladığını biliyoruz. Dolayısıyla Kılıç’ın tüm dörtlükleri bu eserde yer almamaktadır. Aruzla yazılan bu dörtlüklerin bir kısmı zorlama olduğu bir kısmı da gerçekten akıcı ve şiirseldir. Hemen hemen her konuda kalem oynatan bir şairin bu duruma düşmesi gayet tabiidir. Şairin bu kitabındaki hiciv manzumeleri de ilgi çekicidir. Hiciv kıt’aları arasında yer alan ve 24.5.1978 tarihinde yazılan ((TRT iktidâra çalışıyor.) konulu hiciv şöyledir:

Radyo zâten çalışır şahsınıza,
Televizyon dahi reklam ediyor.
Ne vakit olmasa ceryan, millet
Dinlenip şöylece bayram ediyor...

Şairin hiciv şiirleri okundukça, toplumun her kesiminin sorunlarına sanatı vasıtasıyla dikkat çektiği görülür. Hiciv şiirlerinde iktidar ve muhalefet partileri, işveren sendikaları, öğretmenler, doktorlar, eğitim sistemi, memurlar, tüccarlar, talebeler, gazeteciler, azınlıklar, milletvekilleri gibi sosyal ve siyasal birçok konu işlenir. “Sendika” başlıklı şiir aşağıdadır:

“Hizmet etmek için gerekli.” denir;
Kesilen âidât ne hoşça yenir!
Seçilir gerçi reyle sendikacı,
Parazitdir, hep işçiden geçinir...”

Ekrem Kılıç, bu şiir kitabında da çok farklı aruz kalıplarını kullanır. Türkçe ifadeler çok kullanılmasına rağmen manzumelerdeki imale ve zihaflar pek azdır. Bu da şairin aruzu Türkçeye uyarlamadaki başarısının göstergesidir.

Kılıç, diğer eserlerinde olduğu gibi bu eserinde de dini muhtevaya ağırlık vermiştir. Manzumelerde din, tasavvuf, felsefe, gençlik, ramazan, zamandan şikâyet, pişmanlık, ölüm, haşir ve toplumsal aksaklıklar gibi temalar işlenmiştir. Şair şirlerinde dini konuları neden bu kadar sıklıkla kullandığını aşağıdaki rubâ’isinde şöyle ifade eder:

“Çoklar bana sormakda: “Neden her şi’rin
Mevzûu ya ahlâk, ya îmân ya da dîn?..”
Beş yüz senedir sürdü bu lâkaydi, derim;
Yetmez mi ki artık? Geliyor yevmiddîn!”

Ekrem Kılıç’ın Veysel Karanî övgüsünde yazdığı iki manzumeden biri Alaaddin Yavaşça tarafından “Sâz-kâr” makamında; diğeri de İsmail Baha Sürelsan tarafından “Beste-nigâr” makamında ilahi formunda bestelenmiştir.

Şair Kılıç’ın bu eserindeki bazı ruba’îleri de ithafen yazılmıştır. Başta Hz. Peygamber, olmak üzere Veysel Karanî, Said Nursî, Necmeddin Şahiner, Mâhir İz ve Dr. Câhid Öney gibi edebiyat ve fikir adamlarına ithaf edilmiştir. Hz. Muhammed’e hitaben yazılan ruba’î şöyledir:

İnsanlığı öğretmeğe geldin bize, Sen!
İnkârı ve isyânı getirdin dize, Sen!
Kulsun ve resûlsün; buna Kur’ân şâhîd.
Gösterme, yeter, başkaca bir mu’cize, Sen...

Şairimiz bazı manzumelerinde âyet ve hadîs meallerine veya hadîsin Arapça ifade şekline yer verir. Klasik edebiyatta “iktibas” adıyla bilinen bu edebi sanatı Kılıç üç yerde kullanır. Bunlar “La taknetu min rahmetillah (Allah’ın rahmetinden ümit kesme), “Essabru miftahi’l-ferec (sabır rahatlığın anahtarıdır.”, “İnnemel amalu bi’n-niyeti (ameller niyetlere göredir.)” dir.

Tevfik Fikret’in, Mehmet Âkif için yazdığı ve “Tarih-i Kadime Zeyl”inin son mısrası olan “Sen ne dersin buna, ey Molla Sırat!” ifadesi üzerine Kılıç, şu hiciv kıtasını yazar:

“Koca Âkif ne demiş, bilmiyorum.
Acırım ben sana, kızmak yerine.
İstemez çünki ne te’vil, ne yorum;
Küfrün ikrârı derim, sözlerine...”

3- Bir Gün Göklere de Kavuşacağız: Ekrem Kılıç’ın hece ölçüsüyle kaleme aldığı şiirlerinin toplandığı bir eseridir. Kitapta toplam otuz sekiz adet şiir yer alıp başlıkları aşağıdaki gibidir: “Hayat, Akşam, Ey Gönül, Şükür, Hüzün, Bilmiyorum, Hâlâ Mı Darwin, Huzur, İnziva, Ha- zan, Yaz, Eski Günler, Cinayete Mehdiye, Ansızın Gelen, Ümit, Abdülbasıt Abdüssamed, Kur’an Dinliyorken, Yıkılan Mezâr, Şanlı Ceddim, Bunlar Benim Atalarım, Ninni, Bahar, Hiç Bitmeyen, Çocuk ve Anne, Allah Birdir, Söz, İşte Gerçek Öğretmen, Yağmurdan Birliğe, Şefkat Mâdeni: Anne, Anne, Sevgili Babacığım, Manzûmeler, Vakıf, Nedir Vakıf, Vakfı Yaşat, Sen de Sahip Çık Artık, Koru Yıktırma Yıkma, Kültür Mirası, Müze.”

Bu şiirlerin yirmi beşi en çok tercih edilen 11’li hece ölçüsüyle, yedisi 14’lü, dördü 8’li, ikisi de 7’li hece ölçüsüyle yazılmıştır. Şairin “Hüzün” adlı şiirini aşağıda sunuyoruz:

Can çekişen yapraklar savrulurken rüzgârla,
İndi toprağa uyku gelen bu sonbaharla.
Baş başa kaldı gönül güzel hâtıralarla,
O geçen yaz günleri geri gelmezmiş gibi...

***

Sarardı hep tabîat, soldu bütün çiçekler.
Ebedî yaz gününün hasretini çekerler.
Ölümden sonraki o dirilmeyi beklerler.
Yalnız çam kaldı yeşil, solmak bilmezmiş gibi...

***

Dindi kurbağaların kahkahalı şen sesi.
Dün uçtu üstümüzden son leylek kàfilesi.
Cırcır böceklerinin bitti sanki nefesi.
Göğün yüzü asıldı, aslâ gülmezmiş gibi...

4- Ağız Tadı: Şairin serbest tarzdaki şiirlerinin bir araya toplanmasıyla meydana gelmiş bir şiir kitabıdır. Bu kitap, şairin aruz ve hece ile yazılan şiirlerin yer aldığı kitaplar kadar hacimli değildir. Eserin Önsöz’ünde şair, “Bu kitapta topladıklarım, duygularımın klasik tarzda her hangi bir şekle ve ölçüye sığmayan ifâdeleridir.” şeklinde açıklamada bulunur. Bu ifadeyle aynı zamanda serbest tarz şiirin tanımını da yapan Kılıç, otuz üç adet şiirinin bazısında ahengi bazısında da anlamı ön plana çıkararak ruh âlemini etkileyen halleri şiirleştirmiştir. Bu kitapta, diğer şiir kitaplarında olduğu gibi dini ve sosyal muhtevalı şiirler yer alır. Kitaba ismi verilen ve ilk sırada yer alan “Ağız Tadı” adlı şiir şöyledir:

Üstümüzde gök,
Altımızda toprak;
Ağaçlar dal dal,
Yaprak yaprak...
Ağzımızda tat,
Vücûdumuzda sıhhat...
Güzel şey yaşamak!

B- Mensur Eserleri:

Ekrem Kılıç, düzyazılarını üç ayrı kitapta toplamıştır. Yazarın bu üç mensur eseri de maalesef bugüne kadar yayımlanamamıştır. Ancak bu üç eserde yer alan deneme, sohbet ve makaleler, yazarın bir kısmı önceki yıllarda Yeni Asya Gazetesi’ndeki haftalık yazılarından oluşur. Bu yazıların günlük yayımlanan bir gazete yayımlanmış olması işlenen konuların da çeşitliliğini beraberinde getirir. Dolayısıyla mensur eserlerdeki yazılarda işlenen konular din, kültür, sosyal, toplumsal aksaklıklar ve bununla ilgili çözüm önerileri ile dil ve edebiyat sorunlarıdır. Kılıç’ın mensur eserleri şunlardır:

1- Seyir Defterimden Sayfalar: Eserde deneme türünde yirmi dört, sohbet türünde on iki, makale türünde de dokuz yazı bulunmaktadır. Bu kitapta yer alan yazıların adları şöyledir: “İlk Yaprak, Bıraktıklarımız, Karanlık, Sonsuzluk, Hedef, Tutumluluk, İtâat, Cesâret, Müjdeci Kuşlar, Bilinmeyen Adada, Ayrı Bir Dünyâ, Suç ve Cezâ, Karantina, İhmal, Hırs ve Köleleri, Bâtıl İnanışlar, Kazâzede, Zâlim Hükümdar, Dostluk, Yıldızlar, Bataklık, Bekleyiş, Kargaşa, Savaş, Savunma, Barış, Yaşlılık, Ölüm, Çalışmak, Tahammül, Kabalık, Alışkanlıklar, Tenkit, Hâfıza, Lisan, Dilimizin, Serencâmı, Dil Yarası, Lisan Üstüne Dert Söyletir, Gücü, Levhalar, Siz Türkçe’nin Fringalyanca Lehçesini Biliyor Musunuz?, Seslerimize Dâir,  Zevkler Tartışılmaz mı, Bir Vedâ Yazısı.”

Görüldüğü gibi buradaki yazıların çoğu dil, dildeki sorunlar ve edebiyatla ilgilidir. Yazar büyük bir duyarlılıkla dildeki tasfiye hareketlerine ve yozlaşmaya karşı tavır sergileyerek dilin milli ve manevi değerlerimizle irtibatlı olmasına tavsiye eder.  Onun “Lisan Üstüne” adlı makalesinde şu ifadeleri ilginçtir: “Lisânımızın bugünki durumu, neredeyse, vebâ salgını gibi... Bulaştığı şahsın ifâde dünyâsını alt-üst ediyor. Pek çok kavramı belirleyen kelimeler, ya eski dilden kalma olduğundan atılmış, yerine ne idüğü belirsiz sözcükler uydurulmuş veyâ Avrupa kültüründen özenle seçilerek çağdaş kelimeler bulunmuştur. Tabiî, kökü  millî ve mânevî değerlerimizle irtibatlı olmamak şartıyla, gerektiğinde doğu kaynaklarından faydalanmakta bir beis görülmemiştir.”

2- Kâğıt: Ekrem Kılıç’ın mensur eserleri arasında en az hacme sahip olan bu kitaptaki yazıların büyük çoğunluğu denemelerden oluşur. Fakat arada sohbet ve makale türlerine yaklaşan yazılar da vardır. Kılıç, kitabın önsözünde denemelerin daha ağırlıklı olduğunu ve yazılarının akıldan çok duygulara hitap ettiğini ifade eder. Bu kitapta da yirmi yedi adet yazı yer almaktadır. Bu eserde yer alan yazıların en dikkat çekici özelliği “Ey Kâğıt, Ey Akıl, Ey Gönül, Ey İlim, Ey Nefs, Ey gök, Ey Dost…” gibi hitap ifadelerinin bulunmasıdır. Yazarın bu hitap cümleleriyle ilgili sorulan bir soruya verdiği cevap da enteresandır: "Kâğıt" denemelerden meydana gelmektedir. Denemelerde, mâlumunuz, his ve heyecan ön plana çıkmaktadır. O bakımdan, hitaplar, seslenişlerle o duyguları heyecana getirmek niyeti ile "ey"ler fazlaca kullanılmıştır.”

Esere dil açısından bakıldığında kullanılan dilin hem avam hem de havasa hitap edecek düzeyde olduğu görülecektir. Bazı ifadeler anlaşılmaz görünse bile kelimenin cümle içindeki kullanılışından manayı anlamak mümkündür. Birkaç örnek cümle: “Ey ilim! Bize, asıl yurdumuz olan cenneti vasfeden kasîdeyi oku. Şi’rinin beyitleri rûhumuza kanat olsun.”(Kâğıt, Arayış)

“Ey gönül! Hıçkırıklarını duyan bülbüller sana eşlik ediyor. Şu kesik nefesli ney de sana yetişmeğe çabalıyor. Gözyaşlarını bir bahârın çiçeklerine şebnem yaptılar. Onlar, doğan güneşe karşı muhabbet gözlerini açmış, bakıyorlar; koca güneşi istîâb etmişler.” (Kâğıt, Muhasebe)

“İnsanı saran, çevreleyen zamân; zamânın insan ömrüne göre bölünen dilimleri: yıllar! Bir kısmı geçmişte, bir kısmı gelecekte; kimi sisli, kimi berrâk; mütebessim, müteellim; hayâller, inkisâr-ı hayâller...

Yıllar: sevimli, günâhsız, tatlı... Yıllar: şaşkın, kararsız, mütecessis... Yıllar: güvenli, azimli, tuttuğunu koparır... Yıllar: olgun, müsâmahakâr, ölçülü... Yıllar: tahassür, muhâsebe, pişmanlık... Yıllar: mâzî, mâzî, mâzî...” (Kâğıt, Yıllar)

3- Gördüğüm: Gördüğüm adlı kitap, yazarın mensur eserleri arasında en hacimli olanıdır. Daha önce de ifade edildiği üzere yazarın bu yazıları haftada bir olmak üzere tefrika edilmiştir. Kitapta, diğer iki mensur eserden farklı olarak sadece sohbet türü yazılar yer alır. Bu yazılarda genellikle okuyucunun pek önemsemediği, dikkatlerden kaçırdığı veya unuttuğu mevzular tercih edilmiştir. Yazarın kendisi “Konular, çoğunlukla pek önemsemediğimiz sâhalardan seçilecek. Günlük yaşayışımız, şahsî dertlerimiz, ortak meselelerimiz dile getirilecek. Göze takılan, kulağa çalınan, söylenmesi unutulan, hatırlatılmasından çekinilen hallerimiz, tavırlarımız sergilenecek, sorgulanacak. Vicdanlara, akıllara, duygulara seslenilecek.” eserin Önzöz’de dile getirir.

Eserdeki konuları şöyle sıralayabiliriz: “Başta sosyal meseleler olmak üzere komşuluk, ahlak yozlaşması, hürriyet, moda, mevsimler, başarının sırrı, zaman ve önemi, ölümün insan hayatındaki yeri, müsriflik, ümitsizlik vb.”

Toplumsal sorunların ifade edildiği en dikkat çekici yazı kanaatimce “Sen Neymişsin Be AB!” başlıklı olanıdır. Başlıktan anlaşılacağı üzere Avrupa Birliği bilmecesine kendi fikirleri doğrultusunda açıklık getirmektedir. Avrupa Birliği’nin, insanın birçok beklentisine cevap vereceği görüşünün doğru olmadığına, AB’nin insanlara refah getiremeyeceğine inanan yazar, ifadelerin sonundaki “-miş” öğrenilen geçmiş zaman ekini getirerek bir bakıma alay eder: “Toplumun hizmetinde olması gereken bütün kurum ve kuruluşlar eski alışkanlıklarına tövbe ederek; söyleyip uygulamadıkları şu, hâkimiyetin kayıtsız şartsız millette olduğu terânesini, samîmiyetle kabul ve harâretle her türlü davranışta tatbik edeceklermiş. “Burası kamu alanı başını aç da gel, bunlar kamu talanı gözünü aç da al, bunlar kamu yalanı kulağını kapat da dal!” denmeyecekmiş. Milyonlar tarafından kazanılan, birilerince yenmeyecekmiş. Vergiler yük değil vazîfe, vazîfeler angarya değil hizmet, hizmetler hâkimiyet değil, ücreti hak etmek için olacakmış.”

Ekrem Kılıç, bu kitabında birbiri ardınca geçmiş günlerden ve yaz mevsiminden kısacası maziden söz eder. Geçmiş zamanlar yazarın ruhunda daima derin ihtizazlar oluşturur. Yazar çocukluğunda yaşadıklarına çok önem atfeder. Çünkü yeni nesil her geçen gün eski örf ve adetten uzaklaşıyor. Bu yozlaşma yazarı derinden sarsıyor denilebilir: Aşağıdaki yazı yeni kuşağın pek de alışık olmadığı bağbozumundan söz ediliyor:

“İplere dizilen cevizler, kaynayan şıraya batırılır ve dışarıda ağaç dallarına, evin tavanlarındaki çivilere asılır; kurumaya bırakılırdı. Çocuklar da, kendi elleriyle dizdikleri, daha küçük boydaki sucukları, daha bir özenle kaynayan şıraya batırır ve ellerinin emeğini titizlikle asarlardı. Bunlar, diğer kesme ve pestil cinsi ile birlikte kışın yenecek, ikram edilecek başlıca çerezlerdendi.

Kış üzümü, muşmula, kış karpuzu, kış armudu, elma, ayva, iğde, kızılcık, ceviz, bâdem; dut, incir, kaysı, elma ve armut kurusu gibi bir hayli yiyecek uzun süre depolanıp saklanabilecek türdendi. Onların bir kısmı hevenkler hâlinde asılarak, bir kısmı saman veya otlar arasına konularak, bir kısmı küplerde muhafaza edilirdi. Bağ bozumundan sonra, kilerin duvarları ve küpleri çeşit çeşit, renk renk nîmetlerle dolardı. Fakat, kilerin anahtarı dâimâ çocukların bilmediği bir yerde saklanırdı...” (Bağ Bozumu)

3- Ekrem Kılıç’ın Edebî Üslubu

Ekrem Kılıç, edebiyat eğimi almamasına rağmen divân şiiri geleneğini iyi bilen ve bu geleneğe bağlı kalarak eser üreten güçlü bir şairdir. XIX. yüzyıldan sonra yeni edebiyatın türlerine yerini terk eden eski edebiyatın serüveni -bazı şair ve yazarların menfi bakış açısına rağmen- ve bazı şairler üzerindeki etkisi silinememiş, gelenek olarak varlığını günümüze kadar devam ettirmiştir. Yahya Kemal, Behçet Necatigil, Atillâ İlhan, Bekir Sıtkı Erdoğan, Sezai Karakoç, Hilmi Yavuz ve Cahit Öney gibi güçlü şairler bu şiir geleneğinden yararlandıkları gibi bu geleneği devam ettirmişlerdir. Üzerinde durduğumuz şair Ekrem Kılıç, yukarıda isimlerini saydığımız şairler kadar edebiyat tarihimize mal olmamışsa da yukarıda kısmen değindiğimiz gibi divan şiiri geleneğinden beslenmiş ve bu geleneğe katkı sunmuş önemli şairlerden biri olduğu kanaatindeyiz. Kılıç’ın bugüne kadar edebiyat çevrelerinde tanınmamış olması onun eserlerinin yayımlanmamış olmasıyla izah edilebilir.

Kılıç gerek manzum gerekse mensur eserleriyle güçlü bir sanatkârdır. O hem şair hem de nasirdir. Hatta şairliği yazarlığından daha üstündür denilebilir. Her ne kadar “Bir Gün Göklere De Kavuşacağız” adlı kitabının ve diğer kitapların önsözünde şiir konusunda iddiasının olmadığını belirtse de kaleme aldığı eserler, özellikle de aruzla yazdığı manzumeler onun dikkate değer bir şair olduğunu göstermektedir. Kılıç, aşağıdaki dörtlükte gayet mütevazı davranarak kendisini şair olarak görmek istemez:

Zannetme ki, ben kendimi şâir saydım;
Şâirlere, bilsen, ne kadar lâkaydım!
Birkaç kötü mısra’ı da hiç yazmazdım;
Rûhumda sükûn şi’rini bir bulsaydım!

Kılıç, insanın duygu ve hislerini anlatma aracı olarak şiiri görür ve bu konuda “Şiir, çok özlü ve yoğun duyuşları ahenkli bir şekilde ifade etme sanatıdır.” diye tarif eder. Bu yüzden Kılıç, hissiyatını şiirle kaleme alır.

Yukarıda da değinildiği üzere Ekrem Kılıç, dördü manzum ve üçü de mensur olmak üzere yedi eser kaleme almış velut bir kimsedir. İnanıyorum ki bundan sonra yapılacak ilmi çalışmalarla Kılıç’ın edebi şahsiyeti daha fazla gün yüzüne çıkacak ve hak ettiği edebiyat tarihimizdeki yerini alacaktır. Yazımızı Kılıç’ın “Barış” isimli deneme ile bitirelim:

“Barış her zaman için hayırlıdır. Kâinâttaki düzene uygun davranmaktır. Beşeriyet, insanlığın yüz akı olan bir çok hayırlı îcâdı sulh sırasında kazanmıştır. İnsanlar huzûr ve güven ortamında faydalı, kalıcı, güzel eserler meydana getirebilirler. Sevgi, saygı, kardeşlik, insanlık duyguları barışta gelişir. İyi davranışlar barış sâyesinde yayılır. Güzellikler bu iklimde meyve verir. Barışta insanlar birbirini öldürmeyi değil, yaşatmayı düşünürler. İyi münâsebetler kurarlar. Dostlukları pekiştirirler. Sevgilerini ebedîleştirirler.

İnsanların birbirini anlayabilmesi, birbirini tanımalarına bağlıdır. Tanımak için aklın duygulara hâkim olması gereklidir. Hiddete kapılmış, can kaygısına düşmüş bir şahsın karşısındakini tanımaya,  anlamaya fırsatı bulunmamaktadır. Bütün güzel özellikler, ölmemek için öldürmek gayretinin toz - dumanı arasında kaybolmaktadır. İnsanlığın öğünmesine vesîle olan şefkat, merhamet, başkalarını düşünmek, hoş görmek, kabullenmek gibi pek çok haslet de taraflarda kavga sırasında ölmektedir.

Yalnızca dünyâ hayâtı değil,  âhiret hayâtı da sulh ile kazanılır. İlimle meşguliyette, bilgi sâhibi olmakta, ibâdet etmekte önemli mesâfeler barış zamanında alınır. Münâkaşaların, kavgaların, nîzâların yakıcı atmosferinde ilmin inkişâfı çok güçtür. Beyinler ve gönüller, kan ve kin sellerinin sürüklediği balçıkta çürürler. Bedenler, cepheden cepheye koşarken bütün güçlerini tüketirler. Ümitler, geleceğin kesîf karanlığı içinde körleşir. “Birbiriyle boğuşan insanlar müspet bir iş yapamazlar!”

Dünyânın îmârı barışa bağlıdır. Şehirlerin, yolların, köprülerin, çeşmelerin yapılması barışla mümkündür. Bağ, bahçe, tarla, bostan barışta yeşerir. Çocukların gelecekleri barışla kurulur. Ailelerin saâdeti barışla tamamlanır. İnsanlar barışla insanlıklarının farkına varırlar. Hayâtın lezzeti barışla anlaşılır.

Bütün canlılar arasında var gibi görünen mücâdelenin aslı bir yardımlaşmadır. Kendi türlerine verilen yaratılış görevini yerine getirmekten ibâret bir davranış biçimidir. Birbirinin ihtiyâcını gidermek için Cenâb-ı Hakk’ın çizdiği program çerçevesinde olup biten işler, kavga değil, barış ortamında gerçekleşmektedir. Denizlerden buharlaşan suyun yağmur hâlinde yeryüzüne dönmesi, savaşla değil, barışla olmaktadır. Otların, çiçeklerin, ağaçların yeşermesi, kâinâtta yürürlükte olan bir sulhun netîcesidir. Bitkilerin meyve vermesi bu sebepledir. Hayvanlar, vücutlarının ürünlerini bu yüzden insanların hizmetine sunmaktadır. Varlıklar, beşeriyete bu sulhun genel kurallarından ötürü şeref bahşetmekte, saygı göstermektedirler.

Barış, âdetullâha en uygun hareket şeklidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.