Gençler için kremalı pastaların üzerine toplu iğne ile Risale-i Nur yazardı
Bediüzzaman Hazretlerinin merhum talebelerinden Zübeyir Gündüzalp ağabeyi rahmetle anıyoruz
Risale Haber-Haber Merkezi
Bediüzzaman hazretlerinin varis ve vekil talebelerinden merhum Zübeyir Gündüzalp ağabeyimizi vefatının 47. yıldönümünde rahmet dualarımızla anıyoruz. Zübeyir ağabey 2 Nisan 1971 tarihinde İstanbul’un Süleymaniye semtinin Kirazlı Mescid sokağında bulunan 46 numaraları dersane-i nuriyede ahirete irtihal eylemişti.
Zübeyir ağabeyi ilk hizmet yıllarından itibaren yakından tanıyanlardan birisi de merhum Ahmet Atak ağabeydir. Tarihçe-i Hayat kitabında “Ey Mübarek, Müşfik ve Muazzez Üstadımız Hazretleri” hitabıyla başlayan; “Üniversite Nur Talebeleri Namına Siyasal Bilgiler Fakültesinden Ahmet Atak” imzasıyla biten bir mektubu vardır.
Daha sonra adını “Ahmet Remzi Hatip” olarak değiştiren ağabeyimiz, kaymakamlık, üst seviyede bürokratlık, senatörlük ve milletvekilliği de yapmıştır.
Merhum Ahmet Atak ağabeyin hizmet hatıraları Ömer Özcan tarafından kaydedilmiş ve Ağabeyler Anlatıyor-5 kitabında neşredilmiştir. Zübeyir ağabeyle alakalı kısımlar şöyledir:
POSBIYIKLI, KIRMIZI YANAKLI, SARI-KIZIL SAÇLI GENÇ BİR ZAT…
Konya lisesinde okurken (1947) Sabri Halıcı ağabeyin yanına gidip geliyordum. Bu arada Sabri Halıcı’nın yanına gayet vakur, posbıyıklı, kırmızı yanaklı, sarı-kızıl saçlı genç bir zat hemen her gün gelir, elinde küçük bir sepet olduğu halde, bir tomar evrak gibi, kareli kâğıtlara yazılmış, eski yazılı kâğıtlar getirir, götürürdü. Ben bunların henüz ne olduğunu bilmiyorum tabii ki.
Zamanla bu vakur ve ciddi zatla tanıştım. PTT memuru Ziver Bey… O, akşam nöbetine gider, Mors Alfabesiyle sabaha kadar gelen telgrafları çekerdi. Elindeki de yemek sepeti. Ben postaneye kadar onun arkasına takılır, uğurlardım. Böylece Sabri Halıcı Bey’in terbiye atmosferi altında iken, Ziver Bey’in terbiye disiplini altına girmiş oldum. Bir risale götürür Kur’an harfleri ile aynısını yazar, tekrar getirir, götürürdü… Bunlar Üstad’a veya çevre il ve ilçelere gönderilirdi… Ben de yazmaya başladım, kendisinden aldığım risalelerden...
KREMALI PASTALARIN ÜZERİNE, TOPLU İĞNE İLE “RİSALE-İ NUR” YAZARDI
Gençlere bir ayak olmuş oldum ben. Liseden birtakım arkadaşlarımı Ziver ve Sabri Bey ile tanıştırmaya vesile oldum. 15-20 kişilik bir cemaatimiz oldu. Bunları hep Ziver Bey’in evine getirirdim, Ziver Bey bize Risale okur, ders verirdi. Evi de çok basit bir Konya eviydi.
Talebeler gelmeden evvel pastaneye gider, küçük küçük kremalı pastalardan alır, kremalar üzerine, onlar gelinceye kadar toplu iğne ile Risale-i Nur kelimesini yazardı. Hepsine tek tek yazardı. Bunları ikram ederdi. Böylece epey bir beraberliğimiz olmuştu.
SİGARANIN ZARARLARI KONFERANSINI ZÜBEYİR AĞABEYLE BERABER HAZIRLADIK
Ben lise son sınıfta iken edebiyat hocamız: “Sen sigaranın zararları hakkında bir konferans hazırla” diye ödev vermişti bana. Cumartesi günleri bayrak merasimlerinde konferans verilirdi. Ziver Bey ile beraber öyle bir konferans hazırladık ki; Sigaranın zararları diye, İslam ahlakını başından sonuna kadar anlatan bir konferans oldu. Çok da takdir gördü.
Bir sefer İslam’ı anlatan bir konferans hazırlayalım dedik. Gülistan isimli kitabı tanıtan konuşmayı da Kemal Selçuker ve Zübeyir ağabeylerle beraber hazırladık...
ZÜBEYİR AĞABEY SAVCIYA YAZDIĞI MEKTUPLARLA KENDİNİ İHBAR ETTİ
Sabri Halıcı ağabey Afyon hapsine (1948) gitti. Zübeyir ağabey, “ben nasıl gitmem Üstad’ın yanına” diye rahat edemiyordu...
Ne yapalım diye düşündük; “Ahmet bir mektup yazalım” dedi. Aldı eline bir daktilo, Afyon Savcısına hitaben: “Siz Sabri Halıcı’yı aldınız ama elebaşılardan birisi burada, siz onunla niye alakadar olmuyorsunuz?” diye birkaç ihbar mektubu...
Bir mektubu Merkez Postanesinden verdim. İkinci mektubu Samanpazarı Postanesinden, üçüncüsünü başka postaneden… Derken Ziver Bey’i Akşehir’e sürdüler. Tutuklanmadı ama sürgün edip hakkında dava açtılar. Neticede yine Afyon hapsine Üstad’ın yanına giremedi.
YATAĞINI DENK YAPTI, SEPETİNİ ALDI, TRENE BİNDİK, YAZ GÜNÜ GEÇ VAKİT…
Afyon’da ilk duruşma günü belli olunca, ben liseden mezun oldum, demek ki 1948 Haziran ayında olmuş ilk duruşma… Sorgu yani…
Ziver Bey ile ikimiz Afyon’a, ilk duruşmaya gidiyoruz. Ziver Bey büyük bir hevesle, tutuklanma hevesi içinde gidiyordu Afyon’a. “Ah Ahmet! Bir girsem hapishaneye ilk yapacağım iş, çeşmeyi açıp, oradan kana kana içeceğim. Üstad’ın mübarek elinden nur çeşmesi gibi içeceğim” diyordu. Üstad’ın hasreti içerisindeydi. Eşyalarını da ona göre aldı Akşehir’den. Yatağını denk yaptı, sepetini aldı, trene bindik, yaz günü geç vakit…
GECE YARISI AFYON HAPİSHANESİNE DOĞRU YÜRÜDÜK…
Afyon’da trenden inince bir otele gittik Zübeyir ağabeyle. Gece yarısı saat 02.00 gibi. Mevsim yaz, hava çok güzel. Ben kendi yatağımı hazırlıyordum.
Ziver Bey: “Ahmet abdest aldın mı?” dedi.
“Aldım” dedim.
“Haydi bakalım” dedi.
“Nereye?”
“Üstad’ı ziyaret gideceğiz” dedi.
“Ağabey gece vakti…” falan dedim ama kalktık beraberce, yürüdük, doğru hapishaneye… Adliye binasının yarısı eski yapı, yarısı yeni yapı, onun arkasında hapishane…
Ortalıkta hiç kimse yok, caddeler boş, ne gelen var, ne de geçen… O zaman motorlu araçlar da yok yani. Hapishaneye yaklaştık, eski bir bina. İçeride bir bina daha var, o bina görünmüyor. Hapishanenin çok büyük bir cümle kapısı var, iki taraflı açıldığı zaman at arabası girip çıkabilir. Kapı, kemerli bir taş yapı. Kapının üstüne de bir oda oturtmuşlar. Dört tarafı açık bir oda... Bütün kışı orada geçirmiş Üstad. Afyon’un şiddetli soğuğu malum... Onu Ziver Bey biliyor...
1948 senesinden itibaren Said Nursi’nin 20 ay tutulduğu Osmanlı döneminden kalma Afyon hapishanesi. Bu bina daha sonraları yıkılmıştır.
ÜSTAD YÜKSEK SESLE BAŞLIYOR, YAVAŞLAYARAK BİTİRİYOR…
Bir baktık ki, nöbetçi köşede silahına dayanmış, mükemmel uyuyor. Resmen horul horul uyuyor. Pencereye iyice yaklaştık, yalnız pencere yukarıda.
Tam teheccüd vakti, Üstad Hazretleri herhalde teheccüde kalkmış, Salâvat-ı Kadiriye’yi cehri okuyor. “Allahümme salli âlâ seyyidinâ Muhammedin ve âlâ...” diye yüksek sesle başlıyor, yavaşlayarak bitiriyor, sesi gittikçe kayboluyor. Tekrar başlıyor… Artık bilmiyorum, bir belki iki saat biz orada kaldık, böyle huzur içerisinde dinledik Üstad’ı.
O adam hâlâ uyuyor ayakta. Derken imsak vakti yaklaştı, Ziver Bey: “Biraz sonra ezan okunacak, biz gidelim, bu adam ezan sesiyle uyanır şimdi” dedi. Usulca çekildik ayrıldık oradan. Ezanlar da okunmaya başladı.
ÜSTAD DURUŞMA SIRASINDA AYAĞA KALKTI, NAMAZA DURDU
Birkaç saat otelde uyuduktan sonra sabahleyin, Ziver Bey ve ben giyindik, adliyeye gittik. O, duruşma salonuna girdi, ben binanın dışından izledim duruşmayı. Adliye binasının bir tarafı park, çimli bir yamaç, oraya gittim. Benim gibi başka gelenler de vardı o yamaca. Oradan duruşma salonu çok iyi görünüyordu.
Üstad ve talebeleri tek tek hapishaneden çıktılar, sırayla mahkemeye geldiler. Elleri bağlı değildi. Arka kapısından biz görüyoruz onları.
Duruşma başladı. Olanları görüyoruz ama konuşmalar duyulmuyor. Pencereler çok müsaid, yakın olduğundan içeriyi görüyoruz. Anfi gibi… Hâkimler de görünüyordu. Üstad en baştaki sırada duruyordu, hepsi görünüyordu.
Öğle ezanı okundu, bir hareketlenme oldu… Üstad ayağa kalktı, boynundaki dolağını çıkarttı yere serdi, namaza durdu. Sonradan öğreniyoruz ki hâkim: “Siz kaza edersiniz” falan demek istemiş. Üstad “Ben kılıyorum” demiş. Mahkeme heyeti buna seslenemedi tabi. Üstad namazını kılarken, sorgulamaya devam edildi.
Ziver Bey tutuklanmak hevesiyle gitti ama duruşma başka bir zamana ertelendiği için geri geldi. Fakat ilerdeki bir duruşmada onu da tevkif edip içeri aldılar.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.