Gerçeklerle kadın ve aile tartışmaları-1

Sait Mürsel’in yazısı

Beğenelim ya da beğenmeyelim, Türkiye 2001 sonrası başlayan ve son yıllarda su yüzüne çıkan bir kadın devrimi yaşıyor. İş hayatından aile hayatına kadar her şey artık daha feminize. Toplumun tüm can damarlarında kadın artık güçlü bir figür. Muhafazakar kitlelerin son dönemdeki özel gündemi de aile ve kadının rolündeki başkalaşım olduğu için, Türkiye’deki dindarlık ve geleneksel hayat tarzı da artık kadının rolü ekseninde sancılı biçimde güncelleniyor. Son dönemde bu alanda ciddi tartışmaların baş gösterdiğine şahit oluyoruz.

Söz konusu tartışmayı özetlemek gerekirse; hem nüfus için 3 çocuk yapılacak ve yetiştirilecek, hem eğitim seviyesi üniversite ile sınırlı kalmayacak, hem evlilikler artacak ve geciktirilmeyecek, hem aranan gelin adayları maharetli ve becerikli olacak, hem boşanmalar azaltılacak ve mutlu olunacak, hem “öf” bile denilmeyen yaşlılar ve hastalar huzurevlerine terk edilmeyecek, hem ailece birlikte yemek yenilecek, hem siyasette ve iş dünyasında kadın istihdamı öncelikli ve esas olacak ve daha niceleri ise; her şey bir arada nasıl olacak? Bir taraf, ailenin ve anneliğin güvencelerini devletin zayıflattığını, diğer taraf ise kadın erkek eşitliğinin her alanda sağlanmasını savunuyor. Peki rakamlar ve araştırmalar neyi gösteriyor?

RAKAMLARLA KADINLARIN İSTİHDAMI

OECD’nin 2017 rakamlarına göre Fransa, Almanya, Belçika ve İtalya gibi Avrupa Birliği'nin en eski üye ülkelerinde bir kişinin haftalık ortalama çalışma saati 35 saat. Yunanistan’da 38, Danimarka'da ise 32 saat. Türkiye’de ise bir kişinin haftalık çalışma süresi ortalama 47,7 saat. Türkiye’de fazla mesailerin kayıt dışı olduğunu ve yalnızca işçi ile işveren davalık olduğunda ortaya çıktığını herkes biliyor. Dolayısıyla Türkiye’de haftalık ortalama mesainin 50 saatin üstünde olduğunu çok rahatlıkla söyleyebiliriz. Örneğin bu ülkelerden İtalya’da 2016 yılında kadın istihdam oranı yüzde 35, Yunanistan’da kadın istihdam oranı yüzde 32, Türkiye’de 2017 yılında kadının istihdam oranı ise ortalama yüzde 29. (Avrupa Birliği İstatistik Ofisi (Eurostat) ve TÜİK).

Sonuç olarak Türkiye’de iş hayatında çalışan kadın oranı Yunanistan ve İtalya ile benzer oranda olmasına rağmen; Türkiye’de iş hayatındaki bir kadın İtalya’daki bir kadından ortalama 13-15 saat daha fazla ve Yunanistan’daki bir kadından 10-12 saat daha fazla çalışıyor. Ayrıca son dönemde Türkiye’nin kadın istihdamına özel bir önem vererek, oranı çok daha yukarılara çıkarmak için devlet politikası üretip teşvik ettiğini görüyoruz. Peki kadın istihdamı ile aile ve annelik arasındaki ilişkide ne gibi riskler söz konusu?

KADIN İSTİHDAMINDA ANNELİK VE ÇOCUK İÇİN YETERİNCE GÜVENCE-DENETİM YOK

Devlet kadın istihdamını artırırken, anneler ve çocuklar için asla yeterli güvenceleri sağlamıyor ve mevcut güvenceler uygulanmıyor. Gebe ve Emziren Kadınların Çalıştırılma Şartlarıyla Emzirme Odaları ve Çocuk Bakım Yurtlarına Dair Yönetmelik’e göre kadınların doğumdan önce 8 hafta, doğumdan sonra ise yalnızca 8 hafta çalıştırılmaması söz konusu. Bir işyerinde emzirme odası olabilmesi için orada en az 100 kadın çalışıyor olması, o işyerinde çocukların bırakılabileceği bir oda olması için ise en az 150 kadının orada çalışıyor olması gerekiyor. Bu kadar komik rakamların yanında herkes şunu çok iyi biliyor ki, yasal olarak bu düzenlemelere mecbur olan işverenler asla bu odaları kurmuyor ve kurmamak için kayıtlı işçi sayısını farklı gösteriyor ya da kağıt üzerinde başka bir şirket daha kurup işçilerinin kaydını diğer şirkette göstererek her zaman 100’ün altında veya 150’nin altında tutmaya çalışıyor. En iyi niyetli görünen kurumsal şirketler bile yasaları dolanıyor ve işyeri ile aynı ilçede olan bir kreşle anlaşıp, indirimli bir ücret mukabilinde çocuk sahibi olan kadınlar o kreşe yönlendiriliyor. İşyerinin verimliliği için, doğum yapan veya gebe kadınlara izinler verilirken zorluk çıkarılıyor ya da işe alımda tercih edilmiyor. Mesela bu şirketlerden bazılarının ise Aile Bakanlığı’nın kadın istihdamı projelerinin en büyük finansörlerinden olması ise kaderin garip bir cilvesi.

ANNE SÜTÜ İHMALİ, 0-6 YAŞ İLGİSİZLİĞİ VE “KREŞ SENDROMU”

Bilindiği üzere bir bebeğin ilk 6 ay sadece anne sütüyle beslenmesi tıbben çok önemli. Zira çok hayati olan anne sütü normal zamanda bir kadından gelmezken, doğumdan sonra muhteşem bir gıda olarak kadın vücudunda adeta sipariş edilmiş gibi özel olarak meydana geliyor. Hiçbir erkeğin memesinden süt gelmediği için, kadınlar maalesef çocuğu ile kariyeri arasında seçime zorlanarak çocuk yapmaktan çekiniyor. Ayrıca bir çocuğun beslenmesi, anne ve babasıyla iletişimi, becerileri, karakterinin temeli ve idraki vb. bakımından en önemli dönemi 0-6 yaş arası.

Anneler ve babalar 0-6 yaş arasındaki çocuklarıyla iş hayatından kopma endişesiyle yeterince ilgilenemiyor, çocuklar giderek artan rakamlarla kreşlere havale ediliyor. Bazen bakıcı şiddeti, bazen kreşte gıda zehirlenmesi endişesiyle ve biraz da zaman ayıramamanın verdiği vicdani rahatsızlıkla kreşlere ödenen rakamlar kolej ücretleriyle yarışıyor.

Pedagojik standartlar yerlerde sürünüyor, telafi ise kreşlerin şov amaçlı ve özellikle yetişkinlere hitap eden yıl sonu gösterileriyle yapılıyor. Zaten en iyi kreşin bile özellikle anne ile çocuk arasındaki sevgi dilini yakalayabilmesi genetik bilimine aykırı. Asırlardır insanlık tarihinin tecrübeleri gösteriyor ki, 0-6 yaş arasındaki çocuğun ilk ve en tesirli öğretmeni o çocuğun annesidir. Babanın bir öğretici olarak etkisi sonraki yaş dönemlerinde daha belirleyici olarak görülüyor. Doğal olarak nesillerimiz, en önemli dönemlerinde maalesef anne ilgisinden mahrum kalıyor, acil servislerde bile artık küçücük çocuklara “kreş sendromu” teşhisi konuluyor. Devlet en azından 0-3 yaş çocuklar için kadın istihdamı politikalarını gözden geçirmek ve annelik bakımından koruyucu tedbirlerle ciddi biçimde düzenlemek zorunda.

ŞİRKETLERİN İŞE ALIM DEPARTMANLARI ANNE VE ÇOCUK İSTEMİYOR

Şirketler ve işverenler serbest piyasa ekonomisinde kârını maksimuma çıkarmak ve işini büyütmek için çalışır. Bunun için personel alımlarında, personeli istihdam ederken, personel çıkartırken sistematik çalışır ve insan kaynakları departmanları ile personel yönetimini sağlar. Tüm işverenler iş hayatında insan kaynakları  (İK) politikalarına sahiptir ve bu politikalar maksimum verimi, maksimum kârlılığı hedefler. Kapitalizmin ve ticari hayatın kuralları gereği, hiçbir şirket birer hayır kurumu değildir. O kadar ki, Türkiye’de en yaygın işveren hilelerinden biri maaşların bir kısmını elden bir kısmını bankadan yatırılarak hem işçinin tazminatlarını düşürmek hem de düşük sigorta primi yatırmaktır. Hal böyleyken doğası gereği hiçbir işyerinin annelik ve çocuk ilişkisine insancıl bakmasını ya da merhametli davranmasını kimse beklemesin.

İşte bu yüzden şirketlerin insan kaynakları departmanları, mümkün mertebe bekar personel istihdam etmeye gayret sarf eder. Nişanlı bir personel adayı her zaman şirketler için tehlikelidir. Düğünden tutun, evlilik hayatının fazla mesaiye ya da işe odaklanmaya engel olma ihtimaline kadar işverenler adayı inceler. Hatta kimi adaylar iş mülakatlarına girmeden nişan yüzüğünü çıkarır. Aynı özelliklerde bir nişanlı ve bir bekar aday arasından kimin tercih edileceğini aklı olan herkes bilir. İş görüşmesine çağrılan ya da başvuran personel adayı evli ve kadın ise, o şirketin insan kaynakları departmanı için alarm verilmiştir. Çünkü o kadının artık aile içi sorumlulukları mevzubahistir ve çocuk yapma durumu da tehlikeli bir risk olarak düşünülür.

İş hayatı doğası gereği gelişim ister ve orta üstü firmalarda da açıkça sert rekabete sahne olur. Bu rekabet evli gençler ve yeni çocuk sahibi çalışanlar için Türkiye’de son derece yırtıcı. Özellikle çocuk sahibi olan kadınlar işini kaybetmemek için ve iş formasyonundan uzaklaşmamak için kapasitesinin üzerinde efor sarf etmek zorunda kalıyor. Evli ve özellikle anne olan bir kadın personelin iş hayatında odak noktasını koruması hiç de kolay olmuyor. Profesyonel davranmak ve insan kalmak çatışabiliyor. “O çocuğu doğurmakla hata ettin, işine olumsuz yansıyacak ve çıkarmak zorunda kalacağız, performans puanlarına önem ver” sözleri ile motive edilen kölelere dönüştürülüyor kadınlar.

Hem işveren hem personel için çalışma hayatında annelik ve çocuklar giderek daha tehlikeli görülürken, evliliği ve anneliği niçin önemseyelim ki?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum