Gerginlik çözümü engelliyor
Araştırmacı-yazar İslam Yaşar, Kürt Açılımı ile ilgili sorularımızı cevaplandırdı
Röportaj: Nurettin Huyut-Risale Haber
Araştırmacı-Yazar İslam Yaşar:
Açılımın zamanlamasını uygun buluyor musunuz? Şartlar böyle bir açılıma müsait mi?
Açılım hakkında şunu söylemek lazım. Keşke ülke böyle bir açılıma hiç mecbur kalmasaydı. Yani geçmişte yapılan hatalar, bazı yolları tıkadı. Tıkanan yollar açılmayınca mecburen böyle bir noktaya gelindi.
Elbette böyle bir milletin içerisinde, böyle bir cemiyetin içerisinde, böyle bir kardeşliğin içerisinde böyle bir açılıma hiç ihtiyaç duyulmaması gerekirdi. Önce açılımın taraflarının bunu kabul etmesi lazım. İki taraf da demelidir ki, “biz bu topraklarda binlerce yıl beraber yaşadık, aynı inancı paylaştık, aynı sevgiyi, aynı ortak değerleri paylaştık, bizim her şeyimiz beraberdi böyle bir şeye ihtiyaç olmamalıydı. Bundan sonra da olmamalı.” İki tarafta bunu demelidir.
Tabi şimdi bir noktaya gelinmiş, bundan geri dönüşü de olmaz. Zamanlama açısından baktığımızda bazı kesimlerin buna hazır olmadıkları anlaşılıyor. Böyle bir açılıma, böyle bir konuya, böyle bir tartışmaya hazır değiller.
Bazı kesimlerin de bunu istismar ettikleri anlaşılıyor. Dolayısıyla bana göre iyi bir zamanlama değil. İyi bir zamanlama olmadığını şurdan anlıyoruz. Bana göre açılıma başlamadan önce bu kesimler bir şekilde hazırlanmalıydı, istismar edecekler önceden tahmin edilmeli ve tedbirler alınmalıydı.
Yani açılım ilan edilmeden önce belki el altından görüşerek, gündeme aksetmeyen görüşmelerle nabız yoklanmalıydı, karşı çıkanlar da, istismar edenlerin de niyetleri tespit edilmeli eğer netice alınabilecekse o zaman bu açılım dünyaya ilan edilmeliydi. Bu noktada biraz acele edildi gibi geliyor bana, o nedenle zamanlamasını pek isabetli bulmuyorum.
Bu sorunu zamanı geniş tutarak halledemezler mi?
Zamanı ne kadar geniş tutabilecekler, bilemiyorum. Ama gördüğüm kadarıyla bazıları çok katı tutum içine girmiş bulunuyor. Bazıları bunu istismar etmeye bir fırsat bulmuş gibi görünüyor. O nedenle korkum bu açılışın daha büyük bir kapanışa sebep olmasıdır. Keşke bu açılım daha büyük bir kapanışa, daha büyük engellemeye daha büyük bir karşı koymaya ve karşı durmaya sebep olmasa diye endişe ediyorum.
Hükümetin açılım ile ilgili olarak önceden herhangi bir teklifinin veya paketinin olmayışını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hükümetin bu konuda bir teklifinin bir görüşünün olmaması mümkün değil vardır mutlaka. Ama bunu kamuoyuna tam olarak açıklayamadığını düşünüyorum. Veya bazı noktaları açıklamak istemediğini düşünüyorum. En azında bazı tepkileri azaltabilmek için böyle davranıyor.
Yoksa hiçbir önerisi olmadan böyle bir işe teşebbüs cinayet olur. Dolayısıyla bir görüşü vardır. En azından ben öyle ümid ediyorum. Ama görüşünü de hangi çerçevelerde hazırladığını burada düşünmek lazım. Görüşleri ortaya çıksa da hangi kaynaklardan hazırlandığına baksak, o zaman onun üzerinde bazı şeyler söylemek mümkün olur. Ama bazı telaffuz edilen isimler ve bu isimler üzerinde meydana gelen kanaatler. Öyle veya böyle düşünüldüğüne göre hükümetin bu açılımı iyi bir hazırlıkla yapmadığı anlaşılıyor.
Bir başka konu hükümetin bu açılım kararını, Türkiye’nin gerçeklerinin ışığında değil, tarihin gerçeklerinin ışığında değil, siyasi kanaatlerin veya acele kararların istikametinde aldığı anlaşılıyor. Eğer tarihin gerçekleri nazara alınmış olsaydı hükümetin behemehal bu meseleyi ta kökünden halledecek inişler yapmalı, oralara kadar inmeli oranın zamanında ayrılıklar içinde, birlikler içinde serd edilen kanaatler görüşler ortaya konmalı bu kanaatler görüşler bu karara eklenmeliydi.
Ama hükümetin derinlikli, muhtevalı, çok geniş kapsamlı bir projesinin olduğunu da zannetmiyorum. Veya en azından görüntüden öyle anlaşılıyor. Yani biraz görüntüyü doldurmak, biraz zamanı değerlendirmek biraz acelece ortaya atılmış bir karar gibi geliyor bana. Onun için de çok büyük bir hazırlıkla işin içine girdiklerini zannetmiyorum.
Bunu şunun için söylüyorum veya şuna dayanarak söylüyorum. Bu açılımın temelleri olarak ortaya koydukları insanların içerisinde Yaşar Kemal bile varken veya çok alakasız yazarlar bile barken Bediüzzaman Said Nursi gibi meseleyi kökünden halleden ve yıllarca bunun üzerinde fikir serdetmiş ve fikir bir adamının, bir din adamının, bir bölge insanının kanaatlerine hiç itibar edilmemesi veya itibar edilse bile bunu kamuoyuna açıklamaması bence hükümetin bu konuda gösterdiği en büyük zaaftır.
Bu zaaf giderilmediği müddetçe de, birilerinin tepkisinden korkarak, birilerine uzak durulduğu sürece hükümet bu konuda tesirli adım atamaz, attığı adımları hep geriye atmaya mecbur kalır.
Siyasetçilerin konu ile ilgili konuşmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Üsluplarını doğru buluyor musunuz? Konu ile ilgili ağza alınmayacak tabirleri bu açılıma zarar verir mi?
Aslında benim söylemeye çalıştığım da oydu. Yani, Başbakan eğer kendini bu açılıma hazır hissetseydi, son derece mülayim bir lisan kullanırdı. Bir hitap tarzı geliştirirdi. Dolayısıyla Başbakan veya çevresindeki danışmanları (bunu sadece Başbakana yıkmak da doğru değil çünkü sonuçta onu bu konuya hazırlayan danışmanları vardır, fikir adamları vardır, kanaat çevreleri vardır) kendi zaviyelerinden bakıyorlar çevreye.
Ama son derece gerginler, son derece gergin bir atmosfer içinde giriyorlar tartışmaya, gergin bir üslupla giriyorlar bu da açılıma zarar veriyor/verecek. Bunu istismar eden çevreler oluyor olacaktır. Önceden bu durumu kestirmeleri lazımdı. Bu durumu hesap ederek, bundan çıkacak istismarı hesap ederek bence çok daha makul bir üslup kullanabilirdi. Burada kendisinin veya danışmanlarının çok büyük hesap hatası var. Ve böyle bir üslubu bu zamanda serd ediyor olmaları hiç uygun değil.
Tabi burada MHP’nin durumu, CHP nin durumu, DTP nin durumu ve diğer siyasilerin durumu… Burada en dikkat çekici olan DTP ve MHP dir. Zıtlık anlamında. CHP de ne şiş ne kebap yanmasın manasında kendini hem bu meseleye yakın, hem bu meselenin bazı taraflarına uzak gibi göstererek en azından görüntüyü kurtarmaya çalışıyor. Bana göre bu noktada en makul davranış parlamentoda temsil edilmeyen ama halk arasında makul bulunan bazı partilerin tavırlarıdır. Ben hükümetin tavrını da AK Partinin tavrını da, MHP’nin tavrını da, DTP’nin tavrının da, CHP nin tavrının da bu meseleye müsait görmüyorum ve bu zemine hazır görmüyorum.
Ve endişem de o zaten bunlar bu şekilde giderlerse açılım dedikleri yol da açılım olmadan kapanacak ve daha büyük problemlerin doğmasına sebep olacak diye endişelerim var.
Sizce Kürtler ne istiyor veya ne ister? Genel olarak beklentileri nelerdir?
Kürtler tabirini çok geniş kullanıyorsunuz. Halbuki bu problem Kürtler tabirini o kadar genişliği kadar içine alınacak genişlikte bir problem değil. Siz de o bölgeyi çok iyi biliyorsunuz. Yaşadığınız için, ben de zaman zaman o bölgeye gittiğim için biliyorum. Bölgenin sıradan vatandaşının, bölgenin ahalisinin, bölgenin halkının, bölgenin kendi halindeki vatandaşlarının aslında böyle bir problemi yok. Onlar kendi dünyalarında, inançlarını, ibadetlerini yaparak, insanlıklarının icab ettiği gerekleri yerine getirerek bunu yaparken de Türk, Kürt vs. ayırımı göstermeden herkese insanca davranarak onlar fıtratlarının, hissiyatlarının ve insanlıklarının gereğini yapıyorlar.
Burada sadece Kürtleri veya Kürt kesimini kullanarak, Kürt tabirini kullanarak onun üzerinden siyasi kanaatler, siyasi gelirler elde etmeye çalışan bir guruptan söz etmek mümkün.
İşte onların ne istedikleri belli değil. Bilmiyorum, belki de çok sıkı takip edemediğim için böyle konuşuyorum. Çok net dayanağım yok ama ne istedikleri belli değil. Ne bağımsızlık istedikleri belli, ne bazı sosyal haklar istedikleri belli o nedenle ortaya konmuş net bir görüntü yok.
Net görüntünün olmaması da bana bu gurubun, bu insanların birileri tarafından kullanıldığı endişesini veriyor. Yani öyle zannediyorum ki, bugün Kürtlerin hakkını savunuyor gibi görünen legal veya illegal guruplar birileri tarafından kullanılıyorlar, o birilerinin verdikleri talimata göre bazen dostluk sergiliyorlar, barış sergiliyorlar, bazen tavırlarını değiştirip savaş çığlıkları atıyorlar. Böylece onların kendilerini kendi iradeleri ile ortaya koydukları bir kanaatten söz etmek mümkün değil. O açıdan ben Kürt halkı diyebileceğimiz vatandaş kesimi ile bunların üzerinden siyasi zemin elde etmeye çalışanları veya siyasi itibar elde etmeye çalışanları birbirinden ayırmak gerektiğini ve halkın düşüncelerine kulak verilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Burada görüşü olan halktır veya halk olmalıdır. Köyündeki şehrindeki, işindeki, gücündeki vatandaş olmalıdır. Onların kanaatleri ve fikirleri esas alınmalıdır diye düşünüyorum.
Yani mesela köy isimlerinin değiştirilmesi var, ana dilde eğitim talepleri var, anayasal vatandaşlık gibi istekleri var. Bunları mı kastediyorsunuz?
Elbette kastettiğim de zaten bunlar. Bunlar zaten baştan buyana yapanlar tarafından da yanlışlığı kabul edilen ama inatla arkasında durulan kanunlar. Bunlar gerçekten yanlış şeyler. Bunların yanlış olduğunu bunları ortaya koyanlar da biliyor. Ama nedense bir adım ileri atınca bir adım geri atıyorlar veya bunları ellerinde tutarak ülkenin önünü açmak istemiyorlar.
Orada isimleri değiştirilirken aslında halkın vermiş olduğu isimler esastır. Zaten bu yanlışlar sadece doğuda yapılmamış ki, başka bölgelerde de bu kabil isim katliamları yapıldı. Dolayısıyla bu sadece o bölgenin problemi değil, Türkiye’nin genel problemidir. Geçmiş zamanda Türkiye’yi idare eden bazı zihniyetlerin çıkmazları açmazları veya kendi dünyalarında kendi karanlıklarına hapsetmelerinin neticesi diye bakabiliriz.
O nedenle o bölgeye veya diğer bölgelere kendi insanlarının isimlerin kendi köylerinin isimlerini, kendi mahallelerinin isimlerini, kendi dillerinde eğitimlerini, kendi dillerini serbestçe kullanabilecekleri ama bunu bir ayrılık vesilesi değil kültürün çeşitliliği haline getirebilecekleri bir konuma getirilmeleri gerekir.
Bediüzzaman Said Nursi’nin söylediği gibi en doğru şey onlara kendi kimliklerini ifade edecek ve kendilerini ifade edecekleri zeminleri oluşturmaktır. O zaman problem olmaz zaten.
Asırlarca, Osmanlıyla, Selçukluyla, Harzemşahlarla bu topraklarda devlet manasını taşıyan siyasi guruplarla birlikte yaşayan bu millet seksen sene kadar öncesine kadar problem olmamış da seksen sene öncesinde başlamışsa daha öncesinde ve halkın kendisinde değil problemi başlatanların kendi dünyalarında ve kanaatlerinde emellerinde ve isteklerinde aramak lazım.
Şu andaki açılımda da hiç olmayan şey de budur zannediyorum. Yani, problemi halkın dünyasında değil de kendi dünyalarında problem olarak ortaya koyuyorlar ve kendi dünyalarındaki problemi çözmeye çalışıyorlar bu da yeni problemlerin doğmasına sebep oluyor.
En önemli sözümüz bu milletin birliğinin beraberliğinin, İslam kardeşliğinin pekiştirilmesidir. Bediüzzaman Said Nursi’nin dediği gibi İslam Milliyetçiliğinin bu memlekette tekrar payidar olmasıdır. Memleketin, insanımızın ve insanlığın bu problemlerden kurtulmasıdır. Cenab-ı Haktan en büyük niyazımız budur.