Ahmet AY
Güya Allah'ı takdis ederken...16: Mr. Cerbeze: Mustafa İslamoğlu
Bediüzzaman, kuvve-i akliyenin ifratı için 'cerbeze' der ve ekler; "(...) hakkı bâtıl, bâtılı hak suretinde gösterecek kadar aldatıcı bir zekaya malik olur." Ahirzamanda deccal ve süfyan karakterlerini anlatan hadisler de biraz bu noktaya parmak basar. Cennet görünümlü cehennem, cehennem görünümlü cennet ile anlatılmak istenen de işte biraz bu ilizyondur. Bazı olur, cennet, 'uydurulmuş cehennem' diye size sunulur. Cehennem ise 'Kur'an cenneti' olarak.
İlizyonun fikirdeki haline cerbeze desek herhalde yanılmış olmayız. Peki, bu cerbeze nasıl yapılır? Bunun da izahını buluyoruz Risale-i Nur'da. Mesela 14. Şua'da, Bediüzzaman, müddeiumuminin (savcının) iddianamesinde yaptığı bir cerbezeyi şöyle ifade ediyor: "Makam-ı iddia, cerbezesiyle, binler mesail içinde bir-iki meseleye, hatırımıza gelmeyen bazı mânâlar vererek bizi itham ediyor." Demek ki; cerbeze, kişinin cümlelerine kendisinin vermediği manalar verilerek yapılır. Başka?
Yine 14. Şua'da var: "Memleketimdeki biraderime yirmi senede hiç yazmadığım halde, iddianamede beni emniyeti ihlâl suçu ile itham edip ve cerbeze ile eski nakaratı tazeleyerek 'İnkılâba karşı geliyor!' demiş." Demek; cerbeze, geçmiş iftiraları yeni yalanlarla ve yöntemlerle yeniden piyasaya sürerek ve o tekrardan bir ilizyon umarak da yapılır. Başka?
"Halbuki sarahat değil, o kendi cerbezesiyle küllî beyanatımızı ona tatbik etmiş." Demek; cerbeze, kelamın sarahaten kastetmediği birşeyi tek kastı oymuş gibi göstererek de yapılır. Başka?
"İddiacı, bin dereden su toplamak gibi, Nur şakirtlerinin birbirlerine karşı muhabbetkârâne ve hususî hissiyatlarını ve Nurlardan istifadelerini, samimâne ve bazen müfritâne gösteren mektuplarını bir esas yaparak cerbezesiyle onlardan medar-ı itham çıkarıp bizi irtica ile itham etmeye çalışması öyle bir hatâdır ki, kabrinde onun çok azabını çekecek." Demek; cerbeze, müfritane tavırların (müellif onları müfritane bulduğu halde) derlemesiyle ve umumun ondan ibaretmiş gibi sunulmasıyla da yapılır. Başka?
"(...) insan kusursuz olmaz. Fakat uzun zamanda ve efrad-ı kesîre içinde ve tahallül-ü mehasinle tadil olunan müteferrik kusurları cerbeze ile cem' edip, bir zaman-ı vahidde, bir şahs-ı vahidden sudûrunu tevehhüm ederek, şedid cezaya müstehak görür. Halbuki, bu tarz, bir zulm-ü şediddir." Demek; cerbeze, farklı zamanlarda meydana gelen kusurları bir anda ve bir kişiden ortaya çıkmış gibi göstermekle de yapılır. Başka?
"Yanlışlık, tatbik-i nazariyat ve mukteza-i hali düşünmemekten çıkar. Ben ki ümmî bir köylüyüm, böyle cerbezeli ve mugalatalı ve ağrazlı muharrirlere nasihat ettim; demek cinayet işledim." Demek; cerbeze, tatbik-i nazariyatı ve mukteza-i hali görmezden gelerek de yapılır. Başka?
"Cerbezenin şe'ni, bir seyyieyi sümbüllendirerek hasenata galip etmektir." Demek; cerbeze, bir tek günahı abartarak bütün iyilikleri örtmekle de yapılır. Başka?
"En müthiş maraz ve musibetimiz, cerbeze ve gurura istinad eden tenkittir. Tenkidi eğer insaf işletirse, hakikati rendeçler. Eğer gurur istihdam etse, tahrip eder, parçalar. O müthişin en müthişidir ki, akaid-i imaniyeye ve mesail-i diniyeye girse!" Demek; cerbeze, gurura yaslanmış bir tenkit aşkıyla da yapılır. Başka?
"Cemaat itibarıyla görüyoruz ki, bir şahs-ı muhteris, bir intikamla veya muntakim bir muhalefetle, arzuyu tazammun eden bir fikirle demiş ki, 'İslâm parçalanacak veyahut hilâfet mahvolacak.' Sırf o meş'um sözünü doğru göstermek, gururiyetini, enaniyetini, tatmin. Hasmın zulm-ü kâfiranesini, hayale gelemez cerbezeli tevillerle adalet suretinde göstermek ister." Demek; cerbeze, ihtirasla, intikamcı bir muhalefetle, öyle olmasını arzulayan bir arayışla, enaniyetini tatmin isteğiyle teviller/yorumlamalar ve bunu adalet şeklinde sunarak da yapılır. Başka?
"Avrupa'ya şedit bir meftuniyet ve milletine karşı amik bir nefret hissiyle, kendini Avrupa'nın veled-i nâmeşruu gösterdiği gibi, fikr-i ihtilâl ve meyl-i tahrip ve aldatıcı cerbezenin neticesi olan hicv-i âsiyane, müfteriyane, namus-şikenane ile, kendi firavniyetini ve zımnen medih ve gururiyetini ve bilmediği halde İslâma düşmanlığını göstermekle beraber, fir'avniyet, enaniyet, gurur hükmüyle, milletine karşı şer'an, aklen, hikmeten mükellef olduğu hiss-i şefkat yerine hiss-i tahkir, meyl-i incizab yerine meyl-i nefret, meyelân-ı muhabbet yerine irade-i istihfaf, temayül-ü ihtiram yerine meyelân-ı teçhil, arzu-yu merhamet yerine arzu-yu taazzum, seciye-i fedakâri yerine temayül-ü infiradı ikame edip, hamiyetsizliğini, asılsızlığını gösterdiğinden, nazar-ı hakikatte öyle bir câni ve menfur olur ki..."
İşte arkadaşlar, size kuvve-i akliyenin ifratının Risale-i Nur'dan bir resmini çektim. Şimdi alın Mustafa İslamoğlu'nun, Abdulaziz Bayındır'ın vs.'lerin iddialarını, ahlakını, tenkidini, gururunu, iftiralarını koyun bu metinlerin içine. Hepsi nasıl tıkır tıkır tutuyor görün. 'Avrupa'ya şedit meftuniyet'iyle oradan ne bilgi alıntılasa ona vahiy gibi sorgulanmaz davranan, ama Buharî'den bir hadis işitse yüzünü eşkiten; Bediüzzaman'a ve diğer âlimlere söylemediklerini söylettiği gibi söylediklerine de kendince 'hatırımıza gelmeyen bazı mânâlar vererek' kamuya öyle lanse eden; 'sırf o meş'um sözünü doğru göstermek, gururiyetini, enaniyetini, tatmin' için Risale-i Nur'da olmayan beyanları uydurup eserine katan ve tashihi istendiğinde de çarpıtmaya çalışan; başka türlü anlamak mümkünken 'sarahat değil, o kendi cerbezesiyle küllî beyanatımızı ona tatbik etmiş'lerden olmayı tercih eden; cümle İslam ulemasının yalnız bir kusurunu bulmakla veya uydurmakla 'bir seyyieyi sümbüllendirerek hasenata galip etmek'e çalışan ve o yolla tüm ehl-i sünnet geleneğini çürütmeye gayret eden; 'O müthişin en müthişidir ki, akaid-i imaniyeye ve mesail-i diniyeye' bile aynı seviyesizlikle girmekten çekinmeyen...
Bir eserin içinde, suçlamasını haklı çıkarmayacak şeyleri görmezden gelip suçlamasına yarayacak malzemeyi seçerek 'cerbezesiyle onlardan medar-ı itham çıkarıp' insanların aklını karıştırmaya çalışan; 'uzun zamanda ve efrad-ı kesîre içinde ve tahallül-ü mehasinle tadil olunan müteferrik kusurları cerbeze ile cem' edip, bir zaman-ı vahidde, bir şahs-ı vahidden sudûrunu tevehhüm ederek' oradan Nur talebelerinin veya ehl-i sünnetin topyekûn dinden çıktığına/çıkacağına imanlarda bulunmaktan utanmayan; 'en müthiş maraz ve musibet' olan, 'cerbeze ve gurura istinad eden tenkiti' akaid-i imaniyenin en derin meselelerinde ve en muhterem şahıslar hakkında bile kullanmaktan hayâ etmeyen... Yani dostlarım, cerbeze ile ilgili nereye koysanız uyan, tutan bu adam, Mr. Cerbeze: Mustafa İslamoğlu, daha bizi ehl-i sünnetten görünerek kandırmasın.
Uyanık olalım. Hem konuştuğu da hikmet sanılmasın. Ne olduğunu bilip öyle dinleyelim. Ne olduğunu bilip öyle konuşalım. Risale-i Nur'un içinden bir fotoğrafını çektim size. Bu adamın yaptığı, yazdığı, söylediği hikmet değildir. Tastamam cerbeze yapıyor. Aklının ifratıyla hakikati bükmeye çalışıyor. Aforizmalarla avlıyor itikadımızı. Şu yukarıdaki ifadeleri kendiniz inceleyin ve isterseniz sohbetlerini de bu gözle dinleyin, kitaplarını da bu gözle okuyun. Hepsinin şıkır şıkır, tıkır tıkır yukarıdaki teşhislerle tuttuğunu göreceksiniz. Allah böyle hakkı bâtıl, bâtılı hak gösterenlerin cerbezelerinin şerlerinden muhafaza eylesin. Ağızlarında Allah kelamı olduğu halde, 'cennet suretinde cehennem' veya 'cehennem suretinde cennet'ler sunulabileceğini unutturmasın. Kimse de bizi ehl-i sünnetin hak dairesinden, kendi uydurduğu dine "Kur'an müslümanlığı budur!" diyerek çağırmasın. Feraset müminin şiarıdır. Ferasetli olalım, ferasetle bakalım.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.