Habibi Nacar YILMAZ
'An'larımız Ne İle Doluyor?
Zafer Dergisi çıktığından beri takip etmeye ve destek olmaya çalışırım. Basın yayın önemli bir kale. Şimdi buna sosyal medya da eklendi. Uğradığımız veya konuştuğumuz çeşitli kesimlerden edindiğimiz izlenimler veya duyumlar, bizi doğruluyor. Esrar kullanandan, sarhoşa kadar pek çok genç yaşlı, YouTube'da okunan bir dersten ya da sohbetten etkilemiş. Bu izi takip ederek nura kavuşmuş.
Tersi, muzır yayınlar da var ama bu müspet yayınlar olmasaydı da tersine olanlar yine olacaktı. Bazen kalabalık zeminlerde hitaplarımızdan sonra yanımıza gelip "Bu anlatılanları ben falanca kişiden de dinlemiştim veya çok etkilemiştim" diyenlerin sayısı az değil. Bazı itirazların da olduğu, geniş katılımlı ders ve bu tip yayınların mevhum zararları, abartılarak anlatılınca, muhakkak maslahatları toz duman içinde kalıyor. Zararı olabilir, yani muhtemeldir, diye muhakkak maslahat terk edilmez herhalde.
Dergiden söz ettik ya. Zafer'in son sayılarının birinde, ayrı yazarların bir hakikati anlatmak için, aynı misali verdiklerini görünce, misal dikkatimi çekti. Ve üzerinde biraz düşünelim, dedik. Sizlerin de belki haberdâr olduğu misal hikâye şu:
"Bir gece bir adam deniz kenarına iniyor. Denize karşı otururken, yanına bir bakıyor bir torba ve içinde bir sürü taş var. Taşları denize atıyor, denizde dalgalanma oluyor mehtap ışığında. Hoşuna gidiyor, hoşuna gittiği için taşları teker teker atıyor. Bu şekilde bir torba taşın çoğunu atıyor.
Güneş doğmaya yakın, ortalık aydınlanınca bakıyor ki bir taş daha kalmış orada. Eline alınca görüyor ki attığı taş değil, birer elmas. Eyvah, diyor. Bu attığım taşların hepsi, elmasmış. Ne yaptım ben! Ama iş işten geçmiş...
İnsana verilen her gün de bir elmastır işte. Biz o elmasın kıymetini bilmeyip sadece taşın sudaki sesiyle, dalgalanması ile mutlu olursak, hayatımızın kötü bir ticaretini yapmış oluruz. Atılan her taş, ömür sermayemizden bir gündür. O taşın kıymetini bilip her gün o taşı daha verimli, daha doğru bir şekilde kullanabilirsek, hayatımızın sonuna geldiğimiz zaman, ömür sermayemizi çok iyi kullanmış, müthiş bir maddî ve mânevi birikime sahip olmuş oluruz. Huzur içinde, dünyadaki yolculuğunuzu tamamlamış oluruz."
Bu güzel hikâyeyi okuyunca zamanı, çevre ve insanı saran meşguliyet dairelerini ve insanın bu dairelerle doğru münasebetini emsalsiz tarif ve örneklemelerinin yapıldığı Meyve Risalesinin Dördüncü Meselesini hatırladım.
Kırklı yılların başında, Kastamonu Meydanından şehre yayın yapan tek radyosunun ajans saatini takip edenler, bazen bu haberleri takip için camiyi bile terk ederlermiş. Üstadın dünyevî meşgaleleri ve hatta İslam âlemini de ilgilendiren harplerden müstağni hâlini görenler, ona, "dünya harbini geride bırakan meşguliyetin" ne olabileceği veya "bu meşguliyete ilginin zararını" öğrenmek adına, iki başlı bir sual sorarlar.
Cevabın ilk "Ömür sermayesi pek azdır, lüzumlu İşler pek çoktur." cümlesi, yukarıda anlattığımız hikâyenin özetini verir gibi değil mi?
Çoğu zaman bu "an"dan, aldığımız nefesten, içinde bulunduğumuz zamandan habersisizdir. Dünyada tasarruf edilemeyen, depolanamayan tek varlığımız ve bize bir defalığına verilen sermaye, zaman. O kadar değerli yani. Yatay boyutuyla akıp giden bir nehir gibi. Ama dikey boyutuyla, genişleyen 'an'ların içini ihlas, zikir, şükür, takva ile doldurduğumuzda, o 'an'lar, Bâki'nin cilvesine mazhar olur ve bekâ bulur. Bu rıza dairesinin bir 'an'ı bile, milyonlar ebter 'an'lardan değerlidir. Bunun için, her bir an, bir elmas değerinde.
Fakat bu elmasların çok da farkında değiliz. Bu fâkir, bu konuda biraz idman yapmaya çalışır ve kendime sıkça "Şu anda ne yapıyorum, 'an'larımın içini şu an ne ile dolduruyorum?" diye sualler sormaya çalışırım. Fakat buna rağmen gün içinde israfın diz boyu olduğu dönemlerimiz de olmuyor değil. Dikkat, en fazla bir gün sürüyor. Tekrar bir sıkı muhasebe istiyor. İnsanız, unutkanız, zayıfız. Çevrenin baskısı altındayız. En çok da telefonların. Öyle zannediyorum ki artık takva olmak, telefona hâkim olmakla ölçülür hâle geldi bizim için. Özellikle zamanı düzgün ve verimli kullanmada, bunun böyle olduğu kesin gibi. Her türlü menhiyat, maddiyat, süfliyat ve malayaniyatın kol gezdiği bir alan olan telefona ulaşılmak da kolay olunca, bir imtihanımız durumuna yükseldi.
Bazı arkadaşlara bakıyorum, eski tuşlu telefonlarla idare ediyorlar.Epey direnmiştik ama ticarî öncellikler bizi zorladı. Netice itibariyle zarardayız, diyebiliriz. Bu, biraz kahramanlık istiyor. "An"larımızı telefonlardan ya da başka oyuncaklardan kurtarabildiğimiz kadar kahramanınız.
Evet dostlar, hayatımızın sonunda nasıl bir insan olarak anılmak istediğin, şu andaki 'an'ları doğru değerlendirmene bağlı. Her gelecek yakındır. Hayal veya vehim aynası, aldatsa da güçlü bir okuma ve hizmet koşturmacası, bizim uyanıklığımızı sağlayabilir. İhmal etmeyelim.
Selam ve dua ile.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.