Habibi Nacar YILMAZ

Habibi Nacar YILMAZ

"Maske Yırtılmasa, Hâlâ Bize Âfetti O Yüz"

Bize âfet görünen o yüz hangisiydi ve bu yüz, nerede, ne zaman yırtılarak maskesini indirdi? Aslında şöyle de sorulabilir: Bize âfet görünen ya da 'Mehlika Sultan' olarak gösterilen bu yüzün, aslında:

"Medeniyet denilen kahpe, hakikat yüzsüz" olduğunu anlamamız için, kaç maskenin daha yırtılması, kaç Gazze'nin daha yok olması gerekiyor?

Mehmet Akif'in 'âfet'; Yahya Kemal'in 'Mehlika Sultan' olarak şiirlerine konu etmeye çalıştıkları medeniyetin: "Hayat-ı içtimaîye-i beşeriyeye (sosyal hayata) nafi (faydalı) sanatları ve adalet ve hakkaniyete hizmet eden fenleri takip eden kısmı" değildi elbette. Zaten bu kısım, insanlığın ortak malıydı ve asırların istişaresi ile ortaya çıkmış, gelişmiş ve son hâlini almaya da devam ediyordu.

Osmanlı, son dönemlerinde Batı'nın bu fen ve terakki yönünü alsın, gelsin ülkemize bir heyecan katıp motorize güç olsun diye, Batı'ya birtakım aydın veya fen uleması göndermişti. Maalesef bunlar, Akif'in bir şiirinde 'âfet', 'sahte yüz', İstiklal Marşı'nda 'tek kişi kalmış canavar', Tükürük şiirinde 'maskara mahluk' olarak nitelediği; üstadın 'medeniyet-i habise', 'Roma dehasından ve Avrupa felsefesinden beslenen habis ruh' olarak gördüğü ve yine üstadın mimsiz yani 'deniyet' (alçaklık, aşağılık) olarak nitelediği yönüne aşık olmuşlar ve taklidine çalışmışlardı. Hatta şairin ifadesi ile bu mukalitlerin birkısmı, "Kara sevdalı birer âşık" bile olmuşlardı.

Biraz oluyor. Hem de Urfa'dan çıkmış ve vaktinde nurlardan da haberdar olmuş, profesör nam bir felsefe aparatını dinlemiştim. "Batıyı gördükten sonra, bu dinde kalamam" mealinde sözler sarf ederek, bu aşkını ilan ediyordu.

"Ufku, çepeçevre ölüm servileri" ile dolu bu medeniyet âfeti, bu tipleri öyle bir büyülemiş ki bu sefil ruhu, "Aynada bir gizli cihan" olarak görüp daldıkları bu derin uykudan uyanmaları da zor oluyordu.

Şimdi bu tipler, medeniyetin terakkiye medar menfaatli kısmına aşık olsalar ve onun takipçisi olup taklide çalışsalar ve onu teşvik etseler, baş göz üstüne elbette. Ama öyle olmamış ve olamıyor da bir türlü. Bunların üzerinde tepindikleri ve bir maşuk olarak gördükleri medeniyet, medeniyetin bize uymayan ve bu milletin, mahiyetine sıcak bakmadığı "dans, eğlence ve sefaheti" teşvik ederek, ruhu tahrip eden kısmıydı.

Ûstadın, "Beşerin ağzına yalancı bir dil koymuş, insanın gözüne fâsık bir göz takmış" dediği bu medeniyet, bir taraftan, zahiren, "Sefahet fenadır, insanlara yakışmaz" der. Diğer taraftan aklın hâkimiyetini de elinden alacak kadar da sefaheti teşvik eder.

İşte, malâyâni ve muzır felsefeyi ve ondan doğan medeniyeti elinde tutan Batı, asırlardır dünyada estirdiği ve "insan hakları, demokrasi, hak hukuk" gibi sevimli yüzlerle maskelemeye çalıştığı "zulüm, savaş, soykırım, sömürü, yalan dolan ve katmerli iki yüzlülüğünü" bu sefer Gazze'de, merhum şairimizin, "Sade bir hadise var ortada vahşetler denk" mısrasını doğrular şekilde göstermektedir.

Birleşmiş Milletler sadece seyirci, "....leşe" dönmüş; güya insan hakları eksenli ol(ma)dığını iddia eden Avrupa Birliği ise "ateşkes" kelimesini bile ağzına alamamakta; daha önce çeşitli kıtalarda bizzat uyguladığı katliamların belki de özrünü hatırlamaktadır. Yani karşı çıkarsa, bu sefer kendi vahşetlerinin onlara hatırlatılacağı korkusunu yaşamaktadır.

"Ne hayasızca tehaşşûd ki ufuklar kapalı,
Nerede gösterdiği vahşette, bu bir Avrupalı,
Dedirir-yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahpesi yahut kafesi"

Evet, merhum şairimiz, bu mısraları Çanakkale'ye, "Karnındaki esrarı hayasızca dökmek" için gelen "yırtıcı, his yoksulu ve sırtlan kümesi" için söylemişti. Ama şimdi, aynı grup, İsrail şeklinde tenasühle (bu şekilde yeniden dirilerek) son derece de vahşetli şekilde Ehl-i Salibin ruhunu yeniden dirilttiler. Dirilttiler de aldığımız yeni haberlere göre, hesapları tutmadı; tutmuyor bir türlü. Bir avuç büyüklüğündeki bir yerde, bir avuç Müslümanı yok etmek, soykırıma uğratmak üzere başvurmadıkları, denemedikleri yol kalmadı. Sonuç galibiyet de olsa Yusuf Kaplan Bey'in deyimiyle, "Bu galibiyet, mağlubiyetin zaferi olacaktır." Asıl zafer ise, Cenab-ı Allah'ın müjdesi ile, inananlarındır şüphesiz.

Kan ve gözyaşı üzerine kurulan hiçbir devlet payidâr olamaz. Devletlerin hayatında bir asır, belki bir gün gibi de olabilir. Bakmayın rahat görünmelerine. Bu Yahudi milleti, "Hubb-u hayat (hayat sevgileri) ve dünya-perestlikte ifrat ettikleri için, her asırda zillet ve meskenet (aşağılık) tokatlarını" yedikleri gibi, belki gecikmeli olsa da bu asırda da yiyecekleri yine imanımız gibi şüphesiz.

Merhum şairimiz Akif, Çanakkale Savaşları döneminde Necid Çöllerindeydi. O, yurda daha dönmeden, Çanakkale Şehitleri;

"Göğsündeki kat kat iman ile"
"Son Ehl-i Salib'in savletini kırmış"
"Sürü halinde gezerken sayısız tayyare"leri indirmiş;

"Halka iman gibi telkin ile, dinin sesini,
Susturan aptalın idrâkine bol bol tükür"müştü.

Fakat galibiyetten sonra; "Bize efkâr-ı umumiyesi lazım Garbın" diyerek ortaya çıkan seküler Türkçülerin Garbın sefahet ve süprüntülerini bu ülkeye ithaline engel olamamıştı.

Çanakkale'yi topla tüfekle aşamayanlar, geçemeyenler her türlü fikir, görgü, kıyafet şekli olarak neleri varsa, serbest bir şekilde içeriye sokmuşlardı. Bir, terakkilerinin medarı sanayileri gümrükte çürümüş; yerli olarak gayret gösterenlerin de ürettikleri başlarına çalınmıştı.

Şimdilerde İsrail'i haklı görüp vatanı uğruna mücadehe edenlere terörist diyenler, bir asra yakındır bu milletin ensesinde boza pişiren ebter bir zihniyetin temsilcileridir. Bu modern putperestler, belki de bilerek sözcülüklerine yapıp kapukulu oldukları kesimlerin gözdesi olabilirler. Fakat bu asil ve necip milletin ne desteğini alabilir ne de gönlüne girebilirler.

Evet dostlar, sadece Gazze yanmıyor. Gazze ile birlikte yüreklerimiz de yanıyor. Elbette "âtiyi karanlık görerek azmi bırakanlardan" olmayacağız. Buna başta dinimiz müsade etmiyor. İstikbaldeki gür sesin İslâm'ın olacağından eminiz. Ama istikbaldeki neslin bize karşı:
"His yok, hareket yok, acı yok... Leş mi kesildin?
Hayret veriyorsun bana... Sen böyle değildin" diyerek, bizden istikrâh etmemesi için, bu satırları belki acımıza biraz durdurur diye yazıyoruz. Yoksa, "İş bitti... Sebatın sonu yoktur" demiyoruz.

Sadece, "Ey millet-i merhûme, sakın ye'se kapılma!" diyoruz.

Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum