Hafâ turabı

Lemaat ekseninde duygu çağrışımları(32)

Bir toplulukta bir şeyin ortaya çıkması perdesi altında kendimizi göstermek ve herkesten önce öne çıkmak nefsin, yani egonun aldatmacası.

Ne kadar masum olursa olsun bu tür isteklerde zayıflığımızı, eksikliğimizi, acizliğimizi giderme ve kendimizi kanıtlama isteği, yani aşağılık kompleksi yatmaktadır. Bu olmak için gayret edenlerin değil, bir şeylere sahip olmak ve bir yerlere tırmanmak isteyenlerin başvurdukları savunmadır.

İnsan başkalarından önce kendini neden göstermek ya da kanıtlamak ister? Eğer zorlayıcı bir sebep yoksa başlıca iki sebepten: Ya yaralarını, hastalıklarını ve ayıplarını örtbas etmek ya da üstünlük olarak sandığı hallerini göstermek istemesi… Aslında bu ikisi de gösteriştir, riyadır ve bir ikiyüzlülüktür. Kusurun kapatılmasıdır. Olduğundan başka görünmedir. Olmak olgusundan çok çok uzaklaşmaktır. Birileri için yaşamak ve birilerinin arzularına göre hal takınmaktır.

Ama bizi zorlayan ya da bize müracaat edilen bir durumda bizden yardım istenildiğinde elbette bütün içtenliğimizle bildiklerimizi esirgememek önemlidir. Bu aynı zamanda bize düşen bir görevdir.  Birine yardım sosyalleşmenin bir gereği olduğu gibi tebliğin de bir türü. Bildiklerimizi cömertçe vermek, deneyimlerimizi sergilemek ve hatta gizli güçlerimizi seferber etmek birine katkıda bulunmak için tam bir fırsattır. Ama bunun dışında “hafâ türabımız”ın dışına çıkmanın yalnızca egomuzu tatmin anlamına geleceğini hatırdan çıkarmamak gerekir.

Bir tohum gibi gün ışığına çıkan değerimiz de sönmeye yüz tutar. Tohum toprak altında kaldıkça hayat bulup büyür. Gün ışığına çıktığındaysa bu gelişme süreci durur. İnsan da böyledir; her gün ortalıkta görünen insan en azından bıkkınlık verir. Bunun dışında insanın kendini gösterme isteği başkalarının isteklerine karşı da bir engel teşkil eder.  Bu tür engellemeler bir çekememezliği de gündeme getirir. Birden fazla insanın bulunduğu topluluklarda olması gereken olumlu hava yok olur. Kıskançlık duygularının ortaya çıkması isteklerin engellenmesi sonucundadır. İkide bir hangi gaye için olursa olsun söze karışana kim tahammül edebilir? Bu gibilerin adlarının toplumda geveze olarak yaygınlaşması boşuna değildir. Söylediği kaliteli de olsa bir hiçtir. Oysa bu, “hafâ türabı” nda gizlense ve zamanı gelince ortaya çıksa değeri bir kat daha artar. Hırstan uzak bir kişilik antipati meydana getirmeyeceği gibi hem hal olduğu toplum içinde de o kişinin saygınlığı gündeme gelir.

Aceleyle görünmek kimseye fayda vermez; ne kendine ne başkasına. Bediüzzaman Lemaat’ta “Taayyün ve teşahhus, zalim birer emirdir” diyerek, böyle bir tutumu zalimlikle eş tutar. Oysa  ortaya çıkmakla belki de doğru olana sebep olmaktadır. Ama hırs yanlış bir yoldur; hasbelkader iyi sonuca bile leke getirir. Zalimliktir elbette; çünkü kendini gösterme arzusu, başkalarını hiçe sayıp onlara karşı bildiklerini baskı aracı olarak kullanmaktır. Bilginin zorbalığa alet olması budur; örtülmüş despotluk, karşı tarafın hakkını gasp. Hırsla başkasının özgürlüğünün önüne geçmektir.

Yapmacık tavırların ne denli olumsuz bir hava oluşturacağı ise açıktır. Riya yani gösteriş, olmayan bir şeyi sahiplenerek onunla birilerine caka satmaksa hiçbir masumiyeti gizleyemez. Bu düpedüz sahtekârlıktır. Göz boyacılıktır. Yalanı doğru diye yutturmaktır.

Bir şeyin değeri biraz da gizliliğiyle kendini gösterir. Bir şey ne denli aranılırsa değeri de o denli artar.

Herkeste ortak olan duygular konusunda çok titiz davranılmalı; aynı şeyleri herkes arzular çünkü. Özellikle bu konuda başkalarına öncelik tanımak aynı zamanda bir ihlası da ortaya koyar. Yerine getirilmesi gereken şey konusunda eşit şartlarda olan birinin diğerini tercih etmesi barışı başlatan, havayı yumuşatan ve saygı uyandıran bir jesttir. Buna “isar” hasleti denir. Kendi çıkarını, isteğini ve belki de hararetle istediği şeyi ertelemesi… Elbette bu fedakârlıktır. İstek ve hevesin aşağı çekilmesidir. Bu tutum bir erdemdir.

Aslında bu halde zorlama da yoktur. Hırs, çok şeyler istemek, başkalarından daha çoğa ulaşmak insanın dışında hiçbir varlıkta yok. Hayvanlar, bitkiler böyle bir hali asla yaşamıyorlar. Bir menekşe “neden boyum uzun değildir?” diyerek bir kavak ağacını imrenmez ve bir sürüngen “neden ayaklarımın üzerinde değilim?” diye dört ayak üzerinde yürüyeni kıskanmaz. Her varlık hakkına razıdır. Doğallık, yani fıtrî olan budur. İnsanın doğallığı koruması, kendini olduğu gibi kabul etmesi arzu edilen bir düzeydir. Dolayısıyla zamanı gelmeden değerini hemen açığa vurması insanın doğal hali değildir. Hırs gibi hemen tatmini gereken duygular doğal değil. Bunlar insana birçok duygularını dengede tutmak üzere ayık olmak için verilmiştir. Bu gibi yıkıcı duyguların olumsuzluğundan kurtulmak için sürekli bir mücadele içinde olmak insan olmanın gereğidir.

Bediüzzaman, yine Lemaat’ta perdeli olan hakikatlerin çok daha değerli olmalarına dikkat çeker. İnsanlar içinde “velin”in, ömür içinde “ecel”in meçhul kalmasına bu açıdan bakar. Cuma gününde dua edildiğinde kabule şayan bir saat vardır. Eğer o saat belli olsaydı bütün Cuma, yani yirmi dört saat aynı önem taşımazdı. Leyle-i kadir de vakti tayin edilmediği için Ramazan boyu bütün günler aynı öneme haiz. Hele ölümün belli olmamasıysa tamamen insanın günlerini dolu dolu yaşamasına yönelik bir rahatlıktır. Belli olsaydı insan yarı ömürden sonra her an ölüme yaklaşır gibi Çin işkencesi misali çekilmez sinir bozucu işkenceye tabi tutulurdu.

İnsan yalnız ve yalnız kendisiyle yarışır. Kabiliyetlerini başkalarına rağmen değil olmaları gerektiği gibi geliştirmeli hırstan uzak.

Çok şeylere sahip olmak meziyet değil. Olmak ve olgunlaşmaktır asıl erdem. Bu kolay değildir elbette. İnsan kendini çok yönlü ele almak zorundadır. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum