Himmet UÇ
Haşir ve Peygamberimiz (asm)
Bediüzzaman’ın Haşir’deki üslubu çok kompleks bir üslub, onun üslubunun resmini çıkarmak, haritasını ortaya koymak çok büyük bir sanat dehası gerektirir. Sanat okumamış bir topluma sanatın değerinin anlaşılmadığı bir toplumda Bediüzzaman ancak düz okumalarla okunabilir. O sanat için “sanatın sihirli eli” cümlesini kullanır. Bir cümle değil bu bir Everest tepesi. Onun dili sanatın sihirli eli anlattığı her konu anlatım sanatının doruklarında yer alacak kadar büyük. Hele Haşir’deki tasarım ifade edilemez bir şey, Tolstoy’un Savaş ve Barış’ının tasarımı dünya roman muhitinin en büyük tasarımlarından biri olarak kabul edilir. Orada yüzlerce şahıs, ve olay, mekan, tema ve daha birçok şey bir romanın çatışı altında harmanlanmış, bu yüzden ona haklı olarak büyük bir deha denmiş. Blending denen harmanlama çok önemli bir sanat terimi, haşirde o kadar çok şahıs, mekan, insan, tema, var ki bunları haşirin bütünlüğü içinde yerli yerine yerleştirmek, sırıtmayan bir karışım elde etmek, çok büyük bir hayal gücü ve tasarım gerektirir, bu yapılmıştır, onu yapan büyük sanatçı Bediüzzaman’dır.
Bu unsurlardan biri Peygamberimizdir (asm). Yetmiş sahifelik bir eser içinde peygamberimiz nerelerde görülür, nerelerde anlatımın yükünü paylaşır, nerelerde nasıl anlatılır, dokuyu bozmayacak şekilde , haşirdeki misyonun içinde yer alır. Onu Haşir risalesinin nerelerine yerleştirmesi gerektiğini tasarlamak dahi büyük bir tasarı dehasını gerektirir. Tasarım batıda 1900’lü yıllarda görülmüş, Pariste ilk tasarım fakültesi açılmış, daha sonra dünyaya yayılmış. Allah tasarımın da Allah’ı. Bir ağacın tasarımına Bediüzzaman "hıyatat-ı kamile-i muhita" der, gel de bunun içinden çık. İnsan bedenine yüzlerce azayı ve ruhu ve maneviyatı tasarlayarak yerleştirmek, Hurufiler insana ilah diye tapmışlar, yanlış yapmışlar ama bir doğru yönü de var. Bir büyük aşık “cübbemin altında Allah’tan başkası yok“ demiş. Söylem yanlış ama büsbütün yanlış değil, yorumu gerekir. Ceketinizin altında Picasso’nun bir eserini taşırsanız Picasso ceketimin altında sözü yanlıştır ama doğrudur da. Bir gardrobu tasarlamak ne kadar kolay, bir Selimiye’yi nasıl tasarlamış büyük Sinan, İstanbul’u fetheden Fatih nasıl tasarlamış? Fetih denen olayı ne zaman, nerede, nasıl tasavvur etmiş?
Beşinci surette girmiş eserin dokusuna, dört suret anlattıktan sonra bir anlatım şahsı olarak Yaver-i Ekrem denilerek dokuya dahil edilir Cenab-ı Peygamber ama onun peygamber olduğuna dair perdeyi açıp bir şey söylemez. Tolstoy "Savaş ve Barış"ı savaştan yüz yıl sonra yazmış. Napolyon, Moskova seferine gelmiş, Ruslar Borodino savaşı diyor, Fransızlar ise başka isimle yadediyor. Yeğeni, Tolstoy savaş arazisinde gezerken atların ayak seslerini duyduğunu söylüyor, o kadar kaptırmış kendini savaşa. Hıristiyanlığa baş kaldıran bu büyük adam. Bediüzzaman yüzlerce yıl sonra Peygamberimizi konuşturur Yaver-i Ekrem adı altında ama zamanı bir anda geçer. Ona yaşanmakta olan bir zamana şimdiki zamanı yükler. Bunun kolay olmadığını üdeba bilir, biz nerden bilelim? Bediüzzaman zamanı güne, ana taşır ve nasıl konuşur. "Bak pek büyük bir nişanı taşıyan bir Yaver-i Ekrem bir nutuk okuyor. O şefkatli padişahtan bir şeyler istiyor. Bütün ahali 'evet evet bizde istiyoruz' diyorlar.” Tolstoy yüzyıl sonra atların nal seslerini duymuş, Bediüzzaman yüzyılları bir kalem darbesi ile aşmış ahali ile beraber Nebiyy-i Zişanı dinliyor.
Haşir’de bir ülke, padişah, yaveri, ahali ve diğer insanlar vardır. İki de şahıs vardır anlatımın üzerlerinde odaklandığı. Bediüzzaman bir dünya kurmuş; padişahı olan, yaveri olan, ahalisi olan, mekanları olan bir ülke. Hikmeti hükümet var hükümet var, velhasıl yeni bir dünyanın her şeyi. İroni o kadar güzel ayarlanmış ki hayretten başka yapacağımız bir şey yok. Namık Kemal;
“Ölmeden görürsem millette ümid ettiğim feyzi
Yazılsın sengi kabrime vatan mahzun ben mahzun” der.
Bu eserlerin edebiyat incelemeleri tarzında okutulmasını görmek isterim okullarda. Bediüzzaman’ın niye Türk olmadığına veya Kürt olduğuna kafayı takanlar bu eserlerin inceliklerine kafayı taksalardı neler olurdu neler.
Beşinci surette Yaver-i Ekrem dua okumaktadır. Türkçenin en güzel duasıdır, bu harika dua.
“Ey bizi nimetleriyle perverde eden Sultanımız.
Bize gösterdiğin nümunelerin ve gölgelerin asıllarını menbalarını göster.
(ya nümune ve gölgelere kafayı takmışsak asıl ve menbayı düşündür, Allah’ım)
Bizi makarr-ı saltanatına celbet.
(dünyanın cazibesi bizi kendine çekiyorsa ondan nasıl kurtulalım kurtar bizi Allah’ım, Azrailin bizi çekip almasına kalmasın işimiz Allah’ım.)
Bizi bu çöllerde mahvettirme.
(Buranın çöl olduğunu bize hissettir Allah’ım)
Bizi huzuruna al
(Huzurun hazzını bize yaşat Allah’ım)
Bize merhamet et
(kusur ve günahlarımız çok bize merhamet et)
Burada bize tattırdığın leziz nimetlerini orada yedir.
(tatmaktan yemeyi unutmuşlardan yapma bizi )
Bizi zeval ve tebid ile tazib etme.
(Yokluğun ve edeplendirmenin azabını bize tattırma Allah’ım)
Sana müştak ve müteşekkir şu muti raiyyetini başıboş bırakıp idam etme.
(Bizi gerçekten sana aşkla bağlı ve sana teşekkür eden raiyyetinden et.)
Bediüzzaman Yaveri Ekrem’in duası üzerinden yorumlar yapar. Önce ona duayı yaptırır ve sonra da onun duasından hareket eder. ”Acaba bu kadar şefkatli ve kudretli bir padişah hiç mümkün müdür ki en edna bir adamın en edna bir meramını ehemmiyetle yerine getirsin, en sevgili bir Yaver-i Ekrem’inin en güzel bir maksudunu yerine getirmesin.”
On ikinci surette tekrar Yaver-i Ekrem’in adasına döner. Daha önce duadan hareket etmişti, şimdi ise Yaver-i Ekrem bir ferman okumaktadır, arkadaşıyla onun yanına gider. Kendi kurduğu dünyada hakikatleri farklı boyutlarda edebi kılıklarda anlatır. ”İşte gel bak şu uzaktaki görünen cemaat-i azime içinde evvel adada gördüğümüz büyük nişan sahibi Yaver-i Ekrem bir tebligatta bulunuyor.Gidelim dinleyelim bak o parlak yaver-i Ekrem bak o yüksekte talik edilmiş fermanı Azamı ahaliye bildiriyor, ve diyor ki “hazırlanınız başka daimi bir memlekete gideceksiniz, öyle bir memleket ki bu memleket ona nisbeten birb zindan hükmündedir, padişahımızın makarr-ı saltanatına gidip merhametine ihsanlarına mazhar olacaksınız, eğer güzelce bu fermanı dinleyip itaat etseniz, yoksa isyan edip dinlemeseniz, müthiş zindanlara atılacaksınız. Gibi tebligatta bulunuyor. Sen de görüyorsun ki o ferman-ı Azam da öyle icazkar bir turra var ki hiçbir vecihli kabili taklid değil. Senin gibi sersemlerden başka herkes o ferman padişahın fermanı olduğunu kati bilir ve o parlak Yaver-i Ekremde öyle nişanlar var ki senin gibi körlerden başka herkes, O Zatı padişahın çok doğru tercüman-ı evamiri olduğunu yaninen anlar.“ Burada peygamberin anlatımda yeni bir imaj görmekteyiz, Tercüman-ı Evamir, yani Allah’ın emirlerini insanlara anlatan demek, ama evamir herkesin anlayacağı boyutta olmadığı için onları insanlara tercüme eden biri gerekir o da Yaver-i Ekremdir. Çünkü tercüme anlaşılmayan metinler için yapılır.
Peygamberimiz (asm) anlatım dokusuna üçüncü olarak İkinci işarette dahil olur. Burada Yaver-i Ekrem için ilk defa Resülü Ekrem cümlesini kullanır. Perdeyi kısmen aralar. “Hikayede bir Yaver-i Ekrem’den bahsedilmiş ve denilmiş ki kör olmayan herkes onun nişanlarını görmekle anlar ki O Zat padişahın emriyle hareket eder ve O’nun has bendesidir. İşte o Yaver-i Ekrem Resül-i Ekremdir (asm)." Buradaki bahis mutlak nübüvvetin akli olarak isbatı ile ilgili cümleler ihtiva eder. Çünkü felsefe tarihinde peygamberlerin varlığı, nedeni tartışılmıştır. Peygamberimiz klasik nübüvvet bahislerinde tartışılmamış. Bu bahsi mantıki ve akli bir şekilde anlatır. Meselenin ikinci boyutu mutlak nübüvvetin gerekliliğinden daha hususi Peygamberimizin özellikleridir. Sayılan özellikler onda bütün peygamberlerden daha çok mevcuttur. Şimdi acaba diye başlayan paragrafta iki bahsi birleştirir. “Şimdi acaba alemde Muhammed-i Arabi Aleyhisselamdan beyan olunan evsaf ve vezaife daha ehil ve daha cami kim zuhur etmiş, rütbe-i risalete ve vazife-i tebliğe O'ndan daha elyak, daha evfak hiç zaman göstermiş midir? Hayır asla ve kat'a. Belki O bütün resullerin seyididir, bütün enbiyanın imamıdır, bütün asfiyanın serveridir, bütün mukarrebinin akrebidir, bütün mahlukatın ekmelidir, bütün mürşidlerin sultanıdır.”
Beşinci hakikat beşinci suretin daha gelişmiş ve sırrı gamız ihtiva eden bir izahıdır. O bahisteki dua ve okunan nutuk daha derinlikli bir şekilde anlatılıyor. Burada Peygamberimizin (asm) şefkat ve ubudiyetinden hareket etmektedir Bediüzzaman. Ama bu iki peygamber tutumunun kaynağı yine Allah’ın isimleridir. Peygamberimizin şefkati Allah’ın Mucib isminden kaynaklanır, Allah bütün dualara cevap verir, bütün isteklere cevap verir, o zaman Yaveri ve sevgilisi olan bir insanın edebi saadet isteyen duasına da cevap verecektir. Burada Peygamberimizin ubudiyetini tarif eder, gerçekten eserlerdeki ubudiyet tarifinin çok yüksek bir boyutudur, üzerinde derin düşünülmelidir. “Ubudiyeti ise ona ittiba eden ümmetin ubudiyetini tazammun ettiği gibi muvafakat sırrı ile bütün Enbiyanın sırrı ubudiyetini tazammun eder.” Demek bizim kulluklarımız Peygamberimizin kulluğuna dahil oluyor, tıpkı çayların nehirlerin okyanuslara katılması gibi, ama çay ve nehir kalitesiz ise onu o ibadeti yapan düşünsün, okyanusun safiyetini bozabilir. Aynı şekilde bütün peygamberlerin de ibadetlerinin sırrını içine alır. Bütün bunları içine alan bir ubudiyet ve o ubudiyet sırasında edilen dua ahiretin varlığı için büyük bir dai ve Mucibet davaat olan Allah’ın da cevap vereceği dua ihtiva eden bir ubudiyettir. Haşir‘de dua da ayrı bir bahistir, haşrin tematik genişliğinde dualar da önemli bir yer işgal ederler. Bediüzzaman orada duayı da münasib tasarım öğesi olarak işlemiştir. Beşinci hakikatdaki dua ve ubudiyet konusu müstakil bir bahis olacak genişliktedir.
On ikinci hakikat peygamberimizle ilgili bahisler içinde bana göre müphem ama her zaman daha şumüllü manaları ihtiva ettiğinden önemli bir bahistir. Peygamberimizin risalet görevi ile gönderilmesi veya tenzille inzal edilmesi ahiretin ve cennetin açılması için büyükbir nedendir. Ahiret ve cennet risalet ve tenzilinin gereğidir. Ama bu risalet ve tenzil fiilleri de Bismillahirrahmanirrahimin cilvesidir. Bismillahın bütün izahlarında belki vardır ama görebildiğim kadarı ile risalet ve tenzile nasıl yok açtığı önemli bir cümledir. 14 Lem'anın Bismillahın sırlarını izah ettiği yerde Bismillahın nüzul ile bağlantılı bir izahı vardır. “Bismillahirrahmanirrahim yukarıdan nüzul ile semere-i kainat ve alemin nüsha-i musağğarası olan insana ucu dayanıyor. Ferşi arşa bağlar, insani arşa çıkmağa bir yol olur.“ Tenzil ve irsalin bir yol boyutu vardır, semadan iner yeryüzüne. Bu inişin içinde peygamberimizin risalet ve irsal edilmesi de vardır. Bismillahirrahmanirrahim semadan inen bir hayt ve hattır, peygamberler de bu hattan ve hayttan, yoldan gelmişlerdir.
“İdraki maali bu küçük akla gerekmez
Zira buterazi o kadar sıkleti çekmez.”
Demek risalet ve tenzil ahiret yolunu ve cennet kapısını açmışlardır.
“Hiç mümkün müdür ki bütün enbiya mucizelerine istinad ederek sözünü teyid ettikleri ve bütün evliya keşf ve kerametlerine istinad edip davasını tasdik ettikleri ve bütün asfiya, tahkikatına istinad ederek hakkaniyetine şehadet ettikleri Resüli Ekrem Aleyhi Vesellemin tahakkuk etmiş bin mucizatının kuvvetine istinad edip, bütün kuvvetiyle hem kırk vecihle mucize olan Kur'an-ı Hakim binler ayat-ı katiyesine istinad ederek bütün katiyetiyle açtıkları ahiret yolunu ve küşad ettikleri Cennet kapısını sinek kanadı kadar kuvveti bulunmayan vahi vehimler ne haddi var ki kapatabilsin?”
Enbiya –mucizatları
Evliya –Keşf ve kerametleri
Asfiya - tahkikatları
Peygamberimiz- bin mucizatı
Peygamberimiz –kırk vecihle mucize olan Kur’an
Bütün bu beş şey ancak risalet ve tenzil ile mümkün, onların varlığı da cennet kapısını ve ebedi saadet yolunu açmışlardır.
Son olarak İkinci Nokta’da Peygamberimizin (asm) risaleti, mucizeleri, peygamberliğinin delilleri haşrin hakikatını tahakkuk ettirirler. Burada farklı bir cümle var. ”Bu Zatın bütün hayatında bütün davaları Vahdaniyetten sonra haşirde temerküz ediyor.“
Haşir Risalesinde Peygamberimiz (asm) eserin dokusuna farklı şekilerde girmiştir. Onları dokuya yerleştiren ve ahiret tezini isbatta onu gerektiği yerlerde farklı boyutlarda sokan Bediüzzaman büyük bir edip ve büyük bir sanatçıdır.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.