Risale-i Nurda insanla ilgili bir tahlil

Risale-i Nurda; insan, maddi ve manevi boyutuyla ele alınarak hiçbir duygu ve hissi ihmal edilmeden bir bütün olarak değerlendirilir. İnsanla ilgili konulara oldukça geniş bir yer verilerek çok ciddi tahlil ve değerlendirmeler yapılır.  Öyle ki, insanın ismini bilmediği ve farkına varamadığı bazı hislerin en ince derinliklerine kadar dahi nüfuz edilir. Ciddi okuma ve mütalaalar sonucunda insan bu hislerin farkına varabilmektedir. İstersininiz Risale-i Nurda aşağıda verilen birkaç örnekle bunu birlikte mütalaa edelim.

Birinci remiz: “Ey esbabperest insan! (Allah’ı unutup sebeplere haddinden fazla değer veren) Acaba, garip cevherlerden yapılmış bir acip kasrı (harika bir saray) görsen ki yapılıyor. Onun binasında kullanılan cevherlerin bir kısmı yalnız Çin'de bulunuyor. Diğer kısmı Endülüs'te, bir kısmı Yemen'de, bir kısmı Sibirya'dan başka yerde bulunmuyor. Binanın yapılması zamanında, aynı günde şark, (doğu) şimal, (kuzey)  garp, (batı) cenuptan (güney) o cevherli taşlar kolaylıkla celb olup (getirilip) yapıldığını görsen, hiç şüphen kalır mı ki, o kasrı yapan usta, bütün küre-i arza hükmeden bir hâkim-i mucizekârdır? (mucizeler gösteren bir Hâkim)”[1]

“İşte, herbir hayvan, öyle bir kasr-ı İlâhîdir. (İlahi bir saraydır) Hususan insan, o kasırların en güzeli ve o sarayların en acibidir. Ve bu insan denilen sarayın cevherleri, bir kısmı âlem-i ervahtan (ruhlar aleminden), bir kısmı âlem-i misalden  (bütün varlıkların ve olayların görüntülerinin yansıdığı madde ötesi âlem) ve Levh-i Mahfuzdan (her şeyin muhafaza edildiği yer) ve diğer bir kısmı da hava âleminden, nur âleminden, anâsır (hava, toprak, su ve ışık) âleminden geldiği gibi; hâcâtı (ihtiyaçları) ebede uzanmış, emelleri (arzu ve istekleri) semâvat ve arzın aktârında intişar etmiş, (Göklerin ve yerin her tarafına yayılmış) rabıtaları, alâkaları dünya ve ahiret edvârına (her tarafına) dağılmış bir saray-ı acip ve bir kasr-ı gariptir (görülmemiş derecede harika, hoş ve güzel bir saraydır).

İşte, ey kendini insan zanneden insan! Madem mahiyetin böyledir; seni yapan ancak o Zat olabilir ki, dünya ve âhiret birer menzil, arz ve semâ birer sayfa, ezel ve ebed, dün ve yarın hükmünde olarak tasarruf eden bir Zat olabilir. Öyleyse, insanın mâbûdu ve melcei ve halâskârı O olabilir ki, arz ve semâya hükmeder, dünya ve ukbâ dizginlerine mâliktir.

Üçüncü remiz: Ey insan! Fâtır-ı Hakîmin (her şeyi hikmetle yaratan) senin mahiyetine koyduğu en garip bir hâlet şudur ki: Bazen dünyaya yerleşemiyorsun, zindanda boğazı sıkılmış adam gibi "of, of" deyip dünyadan daha geniş bir yer istediğin halde; bir zerrecik, bir iş, bir hatıra, bir dakika içine girip yerleşiyorsun. Koca dünyaya yerleşemeyen kalb ve fikrin o zerrecikte yerleşir. En şiddetli hissiyatınla o dakikacık, o hatıracıkta dolaşıyorsun.

Hem senin mahiyetine öyle mânevî cihazat ve lâtifeler (ince duygular) vermiş ki, bazıları dünyayı yutsa tok olmaz; bazıları bir zerreyi kendinde yerleştiremiyor. Baş bir batman (yaklaşık 8 kg ağırlığında bir ağırlık ölçüsü) taşı kaldırdığı halde, göz bir saçı kaldıramadığı gibi; o lâtife, (ruhtaki ince duygu) bir saç kadar bir sıkleti, yani, gaflet ve dalâletten gelen küçük bir hâlete dayanamıyor. Hattâ bazan söner ve ölür.

Madem öyledir, hazer et, (sakın) dikkatle bas, batmaktan kork.” Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem'a, (bir parıltı) bir işarette, bir öpmekte batma. Dünyayı yutan büyük letâiflerini (ince duygularını) onda batırma. Çünkü çok küçük şeyler var, çok büyükleri bir cihette yutar. Nasıl küçük bir cam parçasında gök, yıldızlarıyla beraber içine girip gark oluyor (batıyor). Hardal gibi küçük kuvve-i hafızanda, (hafıza duygusu) senin sahife-i a'mâlin (amellerin kaydedildiği sayfa) ekseri ve sahaif-i ömrün ağlebi (ömür sayfaların çoğu) içine girdiği gibi, çok cüz'î küçük şeyler var, öyle büyük eşyayı bir cihette yutar, istiab eder.”[2]

“Zîhayat (canlılar) içinde en eşref ve ihtiyarca (bir şeyi yapabilme becerisi yönüyle) en geniş olan insandır. Hâlbuki insanın, ef'âl-i ihtiyariyesi (iradesi dâhilinde yaptığı işler) içinde en hafifi ve en zâhiri, söz söylemesi ve yemek ve içmesi ve düşünmesidir. Hâlbuki insanın bunlarda dest-i ihtiyarının (iradesinin) müdahalesi ne kadar az olduğu, azıcık düşünmekle anlaşılır. Hâlbuki mahlûkatın en eşrefi (şereflisi) olan insanın eli, tasarruf-u hakikîden (gerçek anlamda dilediği gibi kullanmak ve yönetmekte) bu derece bağlı olsa, başka hayvanat ve cemadat,(canlı ve cansızlar) sırf birer memlûktan (köle olmaktan) ve Hâlıkın hesabıyla dönen ve çalışan birer mahlûk-u musahhardan (verilen işleri yerine getiren bir yaratıktan) başka bir şey değillerdir.”[3]

Bunlara benzer örnekleri Risale-i Nurun bir çok yerlerinde görmek mümkündür.  İnsan kendine verilen bu duygulardaki kapasiteyi tam olarak bu dünyada kullanamıyor. O halde tam kapasiteyle kullanabileceği başka bir âlem olmalı ki, orada kullanabilsin. Yukarıda ifade edilen insanın duygu ve hisleri bu dünya için yaratılmadıkları gayet açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Tıpkı anne karnındaki bir çocuğun göbek kordonu dışında hiçbir organını anne karnında kullanamaması, kullanabileceği başka bir âleme işaret etmesi gibi…

İşte insan, kendisine verilen bu kadar hassas, değerli duygu ve hisleri yerinde kullanmadığı takdirde ne kadar büyük bir zararda olduğunu kıyas ede biliriz.



[1] 17. Lem’a, On Dördüncü Nota

[2] 17. Lema On Dördüncü Nota

[3]  İşaratül İcaz 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum