Ahmet AY
Hayaller 'Papa' gerçekler 'Mehmed Hoca'
Meşhur hâdisedir. Bilirsiniz. Bediüzzaman Hazretleri işgale karşı sergilediği direniş nedeniyle Mustafa Kemal tarafından "Bu kahraman hoca bize lazımdır!" denilerek birkaç kez Ankara'ya çağrılır. Önceleri cephe önü olarak gördüğü İstanbul'u terketmeyi doğru bulmayan Üstad, sonraları şefaatçi olan dostlarını kıramayarak, nihayet Ankara'ya gelir. Hoşamedi ile karşılanır. Uzatmayayım. Bediüzzaman orada karşılaştığı tablodan memnun olmaz.
Mecliste İslam'a karşı gösterilen lakaydlık nedeniyle bir 'Namaz Beyannamesi' neşreder. Dağıtır. O beyannameyi Kazım Karabekir de bizzat Mustafa Kemal'e okur. Adı 'Namaz Beyannamesi'dir amma aslında devlet-din ilişkisini anlatmada kurucu bir metin olma özelliğine sahiptir. Hepsini alıntılayarak yazıyı okunmaz kılmayacağım. Ancak şu kadarcığı bile bir İslam âliminin Türkiye'nin önündeki yeni tehlikeyi nasıl isabetle tesbit ettiğinin delilidir:
"Şu inkılâb-ı azîmin temel taşları sağlam gerek. Şu meclisin şahsiyet-i mâneviyesi, sahip olduğu kuvvet cihetiyle, mânâ-yı saltanatı deruhte etmiştir. Eğer şeâir-i İslâmiyeyi bizzat imtisal etmek ve ettirmekle mânâ-yı hilâfeti dahi vekâleten deruhte etmezse, hayat için dört şeye muhtaç, fakat an'ane-i müstemirre ile günde lâakal beş defa dine muhtaç olan şu fıtratı bozulmayan ve lehviyat-ı medeniyeyle ihtiyâcât-ı ruhiyesini unutmayan milletin hâcât-ı diniyesini Meclis tatmin etmezse, bilmecburiyye mânâ-yı hilâfeti, tamamen kabul ettiğiniz isme ve resme ve lâfza verecek. O mânâyı idame etmek için kuvveti dahi verecek. Halbuki, Meclis elinde bulunmayan ve Meclis tarikiyle olmayan öyle bir kuvvet, inşikak-ı âsâya sebebiyet verecektir."
Tabii bu metin Mustafa Kemal'i mutlu etmez. Aralarında ateşli bir tartışma geçer. Özetle Mustafa Kemal'in söylediği şudur: "Sizi yüksek fikirlerinizden istifade etmek için buraya çağırdık. Geldiniz, en evvel namaza dair şeyleri yazdınız, aramıza ihtilâf verdiniz."
Zaten bildiğiniz bu hâdiseyi size neden hatırlattım peki? Ona geleyim. Efendim, malumunuzdur gerçi, geçenlerde Mehmed Boynukalın Hoca'yı eleştirenler kervanına Fadime Özkan Hanım da eklendi. "Kadın Cinayetleri ve Bir Kısır Tartışma" başlıklı bu yazıda, Özkan, Boynukalın Hoca'ya şöyle serzenişlerde bulundu:
"(...) Mehmet Boynukalın, camide vazifelendirildikten üç ay sonra açtığı twitter hesabından yaptığı paylaşımlarla adını her defasında hem camiinin hizasına yazdırmayı hem de 'camii cemaatini' bölmeyi başarıyor. Cami birleştirir oysa. Buluşturur, barıştırır. Daha önce de 'Laiklik Anayasa'dan çıkarılsın' diyerek Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne ve Türkiye topluma; 'Yılmaz Özdil'in, Cüneyt Akman'ın cesetleri camilere sokulmasın, cenazeleri kılınmasın' diyerek Diyanet İşleri Başkanlığına öneride bulunmuştu Boynukalın. Son 'buyruğu' kadın cinayetlerine kadın cinayeti denmemesi üzerine oldu. (...)"
Ya Mehmed Boynukalın'ın yerinde Bediüzzaman olsaydı?
Merak edenler netten yazının tamamına ulaşabilirler. Özetle Özkan'ın yakındığı: Mehmed Hoca'nın siyasetin de konusu olan mevzular hakkında twitter'da görüş beyan etmesi. Çünkü bu beyanların bir tür ihtilafa neden olduğunu düşünüyor. (Kiminle? Herhalde dindarlarla değil. Çünkü dindarlar hocayla hemfikirdir.) İşte, arkadaşlar, tam da burası beni yukarıdaki hâdiseyi hatırlatmaya zorluyor. Evet. Tekerrüre yatkın olan tarihin cilvelerinden birisidir belki bu da. Özkan, Mehmed Hoca'ya, tıpkı Mustafa Kemal'in Bediüzzaman'a ettiği gibi itiraz ediyor: "Aramıza ihtilaf verdiniz!" Halbuki Namaz Beyannamesi'ni şöyle bir karıştıranlar dahi bilirler ki: Eğer o gün Bediüzzaman'ın sözü dinlenmiş olsaydı bugün boğuştuğumuz yapısal problemlerin çoğunu yaşamamış olacaktık.
Dolayısıyla bütüne bakıldığında "Asıl ihtilaf veren kim?" sorusunu gündeme getirmek kaçınılmaz oluyor. Neden? Yakın tarihin tecrübeleri yüzünden. Evet. Kısa özgeçmişimiz öğretiyor: O gün bir İslam âlimi dikkate alınmayarak yapılan hatalardan bütün bir Türkiye etkilenmiştir. Bütün bir milletin bahtıyla oynanmıştır. Bütün bir toplum zarar görmüştür. Bugün dahi yaşadığımız artçı sarsıntılar o dönemde meydana gelmiş büyük depremin yansımalarıdır. Üzerinden zaman geçtikçe çözüm giriftleşmiştir. Sorun katmerlenmiştir. Yani yanlış vurgunun bütüne vereceği zararı sezen 'âlim' haklı çıkmış fakat 'siyasetçi' yanılmıştır.
Fadime Hanım'ın Kübra Par'a kıyasla Mehmed Hoca'nın fikir özgürlüğüne daha çok alan bıraktığını görüyoruz. Onun sorunu daha çok 'Ayasofya Başimamı'nın böyle şeyler söylemesi gibi. Fakat yazının içinde Ebubekir Sifil Hoca'yla Mehmed Boynukalın Hoca'yı karıştırması, Yılmaz Özdil-Cüneyd Akman meselesini Mehmed Hoca'ya bağlaması, o konuda da kendisine olan emniyetimizi sarsıyor. Demek ondan da rahatsız olmuş. Halbuki Ebubekir Hoca Ayasofya'da vazifeli de değildir. Öyleyse mevzu da yalnız Ayasofya işi değildir.
Her neyse. Sadede koşayım: Özkan'ın veya bir başkasının Mehmed Hoca'yı eleştirirken kaçırdıkları asıl noktanın İslam hukukunun 'hayatın hiçbir yanını ıskalamaz mahiyetini bilmeyişleri' olduğunu seziyorum. Onu bir tür Hristiyanlık gibi tefekkür ediyorlar. Halbuki öyle değildir. İslam hayatın her alanında varlık iddiasında bulunur. Söz söyler. Hüküm belirtir. Hristiyanlık gibi üzerine gelindikçe gerilemez. Taviz vermez. Israr eder. Kendini söyler. Hakkı tekrarlar. Hatırlatır. Ne bileyim. Eşcinsellere imam nikahı kıyacak noktaya gelmez mesela. (Kiliseler bu işi çoktan yoluna koymuştur.) Fıkhımızın adaletten ibadete kadar her alanda 'olması gereken' tayini vardır. Tevhid dini olan İslam nasıl Allah'ı birler, aynen öyle de mahlukatı da birler, en özelde insanın hayatını da bütünler. Konuştuğu zaman bütüne bakarak konuşur. Bütüne konuşur. Detayları ıskalamaz. Sosyolojinin-sorunun bir parçasını parlatarak dengenin diğer unsurlarını karanlıkta bırakmaz. Ezelî Allah'ın dini böyle olur.
Dolayısıyla bir din âlimi kaçınılmaz olarak siyaset hakkında da konuşur. Çünkü konuştuğu meselelerin herşeyle ilgisi vardır. Bundan ihtilaf mı çıkıyormuş? Çıkarsa çıksın. Âlim şer'i şerifi beyan etmekle mükelleftir. Günübirlik siyasetin tuzağına düşmedikten sonra elbette kanaatini beyan eder. Üstelik Mehmed Hoca'nın öğrettiği bakış açısı, eğer kadın yazarlar feminik damarlarını terkedebilirse, mevzuya en bütünlüklü bakış açısıdır da. Çünkü İslam'ın bakış açısıdır. İslam'da tevhidin gereği olarak hiçbir nesne yalnız olmadığı gibi hukukunda da hiçbir uygulama yalnız değildir. Dolayısıyla 'kadına şiddet' de yalnız değildir. Bütünlüklü bir meseledir. Miras hukukundan tutun evlenme-boşanma sistemine, mahrem-namahrem ilişkilerinden tutun şer'i şerifin helal-haram sınırlarına kadar birçok etkeni-nedeni-uzantısı vardır. Bunları bütünlüklü olarak ele alamadıktan sonra parçaya bakıp çözüm üretenler ancak yaranın büyümesiyle karşılık bulurlar. Tıpkı günümüzde olduğu gibi.
Toparlarsam: Ne Bediüzzaman ne de Mehmed Boynukalın Hoca yanlış birşey söylemiyor. İhtilaf vermeye çalışmıyor. Aksine: Bizi İslam'ın bütüncül bakışına çağırıyorlar. Doğruya çağırıyorlar. Bütüne çağırıyorlar. O gün bir âlimin uyarılarını küçük görmekten çok büyük belalar omuzladık. Medeniyetimizi balyozlarla parçaladık. Hâlâ da ceremesini çekmekteyiz. Bari bugün, hele de AK Partili siyasetçiler-gazeteciler, hocaların ağzını tutmasın. Ki ikinci bir sâbık dönem yaşanmasın. Bindörtyüz yıllık pâk miras 'Batıcıl' özentilerle yakılmasın. Cenab-ı Hak ayaklarımızı istikametten ayırmasın. Âmin. Âmin.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.