Hayata Müslümanca bakmak

Müslüman’ın gözünde hayatta yaşanan her şey çok güzel ve anlamlı. Zaman tabii seyrinde akıp gidiyor. Zamana karşı gelinmez. Onu sessiz bir teslimiyetle kabul etmek gerekir. Herhangi bir cenaze ve tabut gördüğümüzde irkilmenin, ürpermenin anlamı yok zira hepimizin kaçınılmaz sonu budur. Feryad-ü figan gereksiz. Sade, mütevazi, gösterişsiz bir hayat, şatafatlı bir hayattan daima iyidir çünkü imkanların niceliği ölçüsünde sıkıntı ve keder artar. Tarih ve içerisinde cereyan eden her şey birer imtihan aracı. Onların arkasında bilemediğimiz, göremediğimiz, kavrayamadığımız ince ve derin anlamlar var.

Geçmişte her bir topluluk (kavim) kendisine verilen belli bir sure içinde tarih sahnesine çıktı, zamanı bitince bilinmeyen aleme çekildi, onun yerine bir başka topluluk geldi, onun da suresi bitince aynen birincisi gibi bilinmeyen aleme çekilip gizlendi. Tarihin bu dinmek bilmeyen sınırsız akışı (diyalektik) ne alt ne üst yapının (Marks) bir çatışması ne de cinsel içgüdünün (Freud) bir itmesidir. Asıl neden ve itici güç Allah’ın (tanrı) sonsuz iradesidir. O, bu sonsuz ve sınırsız iradesiyle evreni çalkalıyor, insanı (sevdiği kulunu) sınıyor ve saflaştırıp olgunlaştırıyor.

Tabiat O’nun eşsiz ve güzide bir eseri. Onun üzerinde gördüğümüz her şey Allah’ın güzel isimlerinin bir yansıması. Dağ, ağaç, toprak, çiçek, böcek, bulut… O’nun habercisi, kelimesi ve rengidir. (Sıbgatullah) Bunlar, bizi Ona götüren birer ipucu. Evren araştırılması, incelenmesi gereken büyük ve tükenmez bir arşiv. İnsan yürüyen, konuşan bir şiir, bir kaside. Ondaki bütün duyu ve duygular yaratıcıya varmak için kullanılması gereken basamaklardır. Aşk, sevgi, nefret vb. her şeyin cevabı net ve doyurucu. Sosyal olayların karmaşıklığı içinde sonsuz bir uyum ve ahenk var. Her şey anlamlı ve düzenli. Nizam, birlik ve uyum her şeye damgasını vurmuş.

Dağınıklık ve kaos bakış açısından kaynaklanır. Çünkü görünen her şey bakış açısına göre renk alır. Burada görecelilik (izafilik) söz konusu değil. Kaosla bakan kaos görür. Güzellik ve iyilik asıldır, kötülük ve çirkinlik arazidir yani ikincildir. O da güzellik ve iyilik için bir basamak ve mihenktir. Çirkinlik ve kötülük evrenin organik bütünlüğü içerisinde anlam kazanıp güzellik ve iyiliğe dönüşür. Böylece ilahi adalet sorunu (teodise) kendiliğinden çözülerek kainat ve içindeki her şey Allah’ın sonsuz, sınırsız iyiliğinin ve güzelliğinin bir tezahürü haline gelir.

İnsan alemin bir özeti ve evren insanda saklı. Alem insan yüzlü bir bütün. Bütün parçada parça bütünde gizli. Okumasını bilen için her şey görünmeyen katmandan görünen ve bilinen katmana doğru göz kırpan birer ipucu ve işarettir. Alışkanlık bu gizemli halin önündeki en büyük perdedir. Görmemek veya görememek müzmin alışkanlığın bir sonucu. Yazgı (kader) neyse o kesinlikle olacaktır, ondan kaçışın imkanı yok. Mutlak ve zorunlu bir sona karşı tek çare razı olmaktır.

Ölüm kaçınılacak, korkulacak sonsuz bir ayrılış değil kavuşmanın ta kendisidir. Görünmeyen aleme doğuştur yani gerçek varoluştur. Alışmak lazım ona. Hatta onunla bütünleşmek gerek. Tabiat binbir sesli bir senfoni gibi ondan haber verir. Tabiattaki değişik sesler ve nağmeler ayrılık ve hüznün matemi değil kavuşma ve bütünleşmenin sevinç çığlıklarıdır. Anne, baba, dostların ölümü geçici bir ayrılış. Bu gelecekteki sonsuz kavuşmayı anlamak için bir basamak. Zamanın gece/gündüzle süratli bir şekilde akışı bir çeşit tazelenmedir. Birinin gidip diğerinin gelmesi, birinin görünüp diğerinin kaybolması yokluk ve bitiş değil sonradan gelenlere yer hazırlamaktır. Kaybolan yok olmuyor, boyut değiştirip başka bir düzleme aktarılıyor.

Acı, keder ve sıkıntının nedeni unutkanlık ve anlamdan uzaklıktır. Anlam matlaştığı ve belirsizleştiği oranda üzüntü artar. Anlam netleştikçe yani gözün önündeki perdeler  aralandıkça sevinç, ümit, mutluluk ziyadeleşir. İnsan yavaş yavaş asli kaynağı keşfeder. Sanatçıların, özellikle şairlerin mutsuzluğu ve dahi huysuzluğu bu anlam bağının yeterince kurulamamasından.Andre Gide’nin dediği gibi şairlerin aşırı heyecanı ve coşkunluğu itminandan değil şüphe ve tereddütten. Gerçekler netleştikçe huzur, dinginlik ve sükunet artar. Yine bazı filozofların karamsarlık ve kötümserliği bu ilişkinin kaybolmasından. Felsefeye eğilim psikolojik bir hastalık, sanat ve edebiyata aşırı ilgi iç bulanıklık ve bakış yamukluğundan.

Hastalıklar ve belalar birer ikaz, birer uyarı. Kaderin veya talihin derin sistematiği içinde bir anlama sahip. Yaratıcı onunla kendi bilinçli yaratığıyla özel bir diyaloga giriyor, onu sınıyor, denemeye tabi tutuyor. İkisi arasında kelimesiz bir alışveriş olup bitiyor. Şifresini ikisinden başkası çözemiyor. Tıpkı şairlerin sözcüklerin sırtına yüklediği belirsiz imgeler gibi. Huzurun tek adresi Allah’ı tanımak, onda erimek, onunla olmak, damla iken deryalaşmak yani. Sözden olabildiğince kaçmak, sözsüzlüğü  yani sessizliği tercih etmek. En büyük mutluluk ve huzur Onun iradesine boyun eğmek, en kötü huzursuzluk, mutsuzluk ve melankoli Ondan kaçmak, O yokmuş gibi yaşamak, Onu tanımamak, Ondan gaflet etmek. Onunla sözsüz, sözcüksüz ve manevi bir diyaloga geçememek.

Bilim, varlık hiyerarşisinin en alt basamağını inceler, ondan öteye bir adım bile atamaz, kullandığı alet yani metodoloji (usul) izin vermez çünkü. Bilim adamları, şair ve filozoflar daima yüzey ile uğraşır, dışsalda gezer, içe dalamazlar, kırıntılarla tatmin olmaya çalışırlar. Biri en küçük parça olan atomla, diğeri sözün en adi bir cüzü olan kelimeyle, ötekisi anlamın en dar ve sığ çerçevesi olan mantıkla yol almaya çalışır. Sonuçta hiçbiri istenilen hedefe (menzil-i maksuda) ulaşamaz. Feriddüdin-i Attar’ınSimurg’u misali bütüncül hakikat ancak ona yakın ve layık bir perspektifle kavranabilir. Yani vecd, ilham ve iç aydınlanma (işrak) ile. Bunlar parçacı ve bölücü değil kuşatıcı ve kapsayıcı metotlardır.

Benlik (ego) en büyük tehlike. Onu atmadan, atlamadan veya mahiyetini anlamadan Allah anlaşılmaz. Zihnen azıcık kavransa bile derinlemesine hissedilmez. Yok olmayan yok’a razı olmayan var olamaz. Toprak olmayan meyve veremez. Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin deyişiyle yanmayan yakamaz. Onun içi önde/arkada, altta/üstte, sağda/solda, geçmişte şimdide de ve gelecekte: Allah vardır, Allah egemendir, her şey O, her şey O’ndan ve O’nunla. O’nsuz hiçbir şey yok. Geride sadece sonsuz ve zifiri bir karanlık var.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
20 Yorum