Hayatın ‘prime time’ında olmak!

Televizyon dilinde ‘prime time’ diye bir tabir var.  Televizyon yayın akışında eşref saat demektir. Veya en kıymetli saat.  Kur’an namaz anlamında buna salatu’l vusta/orta namaz’ der.  Eksen saat veya eksen namaz.  Eskiden kitapların şahına da şaheser deniliyordu. Şimdilerde ona başyapıt diyorlar.  Şimdi kitap konusunda egemen anlayış kemiyet olduğundan bestseller deniliyor. Kitabın değeri satışıyla alakalı. Bundan dolayı son sıralarda kitap piyasası tam bir spekülatif alan yani pazarlama alanına dönüştü.  Pazarlayamadığınız kitap kitaptan sayılmıyor. Önceden satacak veya satmayacak kitabın tespiti yapılıyor ve ardından siparişe geliyor. Tam bir mühendislik alanı. Kurgu mühendisliği.  Kitap yazmak metalaştıysa kitap okumak da metalaştı. Dağına göre kar yağıyor.  İyiyi tek belirleyen husus, sayısı. Ve miktarı. Kur’an buna ‘el hakümüttekasür’ suresiyle parmak basıyor.  Sayısal veya dijital dünya.

Dünya kemiyetin saltanatını yaşıyor. Bilgi arttıkça hazmetmek bir yana kalitesi düşüyor.  Her taraf faydasız bilgi ile dolu. Bununla birlikte prime time’ın dışında kalanlar da var. Yani hayatın merkezinden ve merkezi anlayışından uzak kalanlar. Derkenara düşenler.  Hadis diliyle bunlara ‘gureba’ deniliyor.  Hayatta tutunamayanlar, dökülenler ve derkenarda kalanlar var. Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar kitabı belki de biraz da ünvanından ve adından dolayı tuttu ve akıllarda yer etti.  Prime time’ın dışında kalan insanlar ve anlayışlar olduğu gibi ülkeler ve milletler de var. Bunlardan birisi de Filistin ve Filistinlilerdir. Filistinlilerin şahsında Edward Said en alttakini yazmıştır. Out of Place bimekan veya mekansız, yurtsuz sadece Edward Said’i değil aynı zamanda Said’leri ve bütün Filistinlileri anlatıyor ve kapsıyor. Almanya’daki çizginin altındakiler ise Türkleri ifade ediyor.  Nitekim, Günter Wallraff En Alttakiler kitabıyla buna parmak basmıştır.

 
*
 
Ahirzaman prime time’nda tutunamayan yani merkezden dışlanan Müslümanlara ‘garip/gureba/garipler’ ismi veriliyor. Merkezde zalim çarklar işliyorsa orada bulunmak pasif veya aktif bir biçimde çarka dahil olmak anlamına gelir. Necip Fazıl Kısakürek meselenin bir nöbet meselesi olduğu idrak edenlerdendir. Şarkımız şiirinde bunu şöyle terennüm eder:
 
Kırılırda bir gün bütün dişliler
Döner şanlı şanlı çarkımız bizim
Gökten bir el yaşlı gözleri siler
Şenlenir evimiz barkımız bizim
 
Yokuşlar kaybolur çıkarız düze
Kavuşuruz sonu gelmez gündüze
Sapan taşlarının yanında füze
Başka alemlerle farkımız bizim
 
Kurtulur dil, tarih, ahlak ve iman
Görürler nasılmış, neymiş kahraman
Yer ve gök su vermem dediği zaman
Sular her tarlayı arkımız bizim
 
Gideriz nur yolu izde gideriz
Taş bağırda, sular dizde gideriz
Bir gün akşam olur bizde gideriz
Kalır dudaklarda şarkımız bizim
 
Başkalarının paradigmasının yani sisteminin dişlisi olmak kendini inkardır. Bundan dolayı ahirzaman Müslümanı ya kimliğinden dolayı dışlanacak ya da kimliğini korumak için geri ve kenara çekilecektir.  Ahirzamanda faiz yemeyen kalmayacak yemeyene de tozu isabet edecek ve kokusu sinecektir.  Dolayısıyla kaçan bile sistemin serpintilerine maruz kalacaktır. Bu hususta Hazreti Ali tarikıyla gelen bir hadis vardır. İçinde bulunduğumuz durum veciz bir surette anlatılıyor. Hazreti Ali, ahirzaman ve fitnelerine temas ediyor ve ardından şöyle diyor :” O vaktin en hayırlısı nüveme olan her mümindir…”Hümeze veznindeki nüveme kayda değer, zikre değer bulunmayan ve kale alınmayan ve umursanmayan Müslüman demektir.   Hakkın umursanmadığı yerde sahipleri de umursanmaz. Hakkın geri çekildiği alanda bağlıları da geri çekilir. Garipler ve nüvemeler hayatın merkezinden atılanlardır. Garipler, bozulanı toparlamaya, tamir etmeye çalışanlar ve dolayısıyla akıntıya kürek çeken ve merkezi değiştirmeye çalışanlardır. Ne pahasına olursa olsun merkeze giden değil, değiştirmeye çalışandır.  Gureba Hazreti İsa’nın ifadesiyle ustaların/masonların kabul etmediği taştır. Bu taş onun ifadesiyle köşe taşı olacaktır.  Dolayısıyla ahirzamanda selamet merkezde değil kenardadır. Nitekim Şirazlı Sadi bunu kendi penceresinden şöyle ifade eder:
 
"be-deryâ der menâfi' bî-şümâr est
eger hâhî selâmet der-kenâr est"
 
Denizde sayısız menfaatler vardır, ama sen yine de selamet istiyorsan, kenarında dur ve kenara tutun.
 
Seyyid Kutup ve Kur’an’daki musiki mucizesi:
 
Geçen hafta Ahmet Yasuf adlı müellife dayanarak Seyyid Kutup ve Mustafa Sadık er Rafii’nin Kur’an’da ilahi musiki meselesine pek iltifat etmediklerini yazmıştık. Meğer bu bir sehiv imiş. Daha doğrusu Ahmet Yasuf nakilde hata etmiş. Nitekim, bazı selefiler Kur’an’da ilahi nağmeler ve musiki olduğunu söylediği için Seyyid Kutup’u paylıyor ve kıyasıya eleştiriyorlar. Fizilal adlı tefsirinde Seyyid Kutup Necm suresini tefsir ederken burada eşsiz ve ulvi bir ilahi musiki olduğunu ve lafzı terkibinde müthiş bir musiki icazı içerdiğini yazıyor. Yine Seyyid Kutup, Adiyat Suresinde de demdemeli ve vurucu bir musiki olduğunu ifade etmektedir. Kuveyt’te yayınlanan el Vatan gazetesinden Hamd Salim el Murri, Seyyid Kutup’un Kur’an-ı Kerim’i haram melodi ve musiki ile yorumladığını söylemektedir. (El Vatan gazetesi 10 Eylül 2012 ) Dolayısıyla Seyyid Kutup’un bayağı ve normal musiki ile Kur’an nağmelerini birbirine karıştırdığını tasavvur etmektedir. Elbette konu tartışmaya açıktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum