Mustafa ORAL
Hevesten havasa, evliyadan asfiya Risale-i Nur
İslam kültür ve düşünce hayatı günümüze gelinceye kadar üç menfezde ilerlemiştir. Bunlardan ilki Peygamberimizin ameline vasıl olan evliyalardır. İkincisi onun (s.a.v.) ilmine vasıl olan alimlerdir. Bir diğer menfez de asfiya mesleğidir ki bunlar Peygamberimizin hem ilmine, hem de ameline vasıl olmuşlardır.
Evliya Peygamberimize ve kâinata muhabbet ile nazar eder. Bu anlamda tasavvuf çizgisini temsil eder. Alim ise Peygamberimize ve kâinata muhatabane nazar eder. Bu da medrese çizgisini temsil eder. Asfiyalar Resûlallâh’ın hem ilmine, hem de ameline vasıl olmuşlardır. Asfiya Peygamberimize ve kâinata muhatabane bir muhabbet ile nazar ederek din ilimleri ile fen ilimlerinin birlikte tedris edildiği bir marifet sistemini temsil eder. Bu kişiler safiyet, kemalat ve takva sahibi olup Hz. Peygamber’in (s.a.v.) yolundan gider. Bir kısım asfiyaya asfiya-i muhakkikin denir. Bunlar hakikati tam olarak araştıran, delilleriyle ispat eden büyük İslam alimleridir. Asfiya-i müdakkikin denilen asfiyalar ise ayet ve hadislere dayanarak doğru ve isabetli hükümler çıkaran alimler demektir.
Asfiyalık bütün zahiri ve batini azaların fıtrata muvafık bir tarzda işlettirilmesiyle mümkün olabilen bir muktesebatın sonucu meydana gelir. Kulluk ve intisap noktasında bir manevi cehd gerektiği gibi, maddi cehd de gerekir. Bu yolda kalb, ruh, gönül, sır gerektiği gibi, akıl, zihin ve nefs de gereklidir. Ve her halükarda bunlar bir denge halinde bulunmalıdır.
Asfiyalık makamı ve asfiyaya intisap durumu diğer iki menfeze göre daha fazla bedel ister. Bunun için asfiyalık mesleği diğer iki mesleğe göre kemiyeten daha az ilgi görmüştür. Zira asfiyalar “Heves” ehlinden ziyade nispeten “havas” ehline hitap etmiştir. Asfiyalar tabilerinin sayısı binlerce artma ihtimale rağmen mesleklerinden hiçbir şekilde taviz vermemişlerdir.
Risale-i Nur kadim İslam tefekkür ve tefsir geleneği içinde bir tarafıyla bir inşa ve ibda, diğer tarafıyla da tecdid vasfını taşır. Kur’an diğer kutsal kitap ve suhuflarla karşılaştırıldığında nasıl bir bütünlük, bununla beraber nasıl bir farklılık gösteriyorsa - teşbihte hata olmasın - Risale de söz konusu gelenekle karşılaştırıldığında böyle bir bütünlük ve farklılık arz eder.
Bu meyanda din ilimleri ile fen ilimlerinin birlikte tedris edildiği medresetüzzehre fikrini savunan Risale evliya, alim ve asfiya geleneği içinde en çok asfiya, hassaten asfiya-i muhakkikin çizgisine yakın durur.
Bu kadar yıllık Risale okumalarımdan çıkardığım sonuç şu ki, Risale’nin üslubunda asıl belirleyici olan aklın merkeze alındığı bir dildir. Bu anlamda tasavvufun “kalb” merkezli tavrından ayrılır. Öte yandan Risale aklı merkeze koyarken onun etrafına kalb, ruh, sır, nefs, vicdan gibi manevi azaları da ekler ki bu yönüyle de sadece aklı önemseyen ulemadan ayrılır. Risalenin bir diğer hususiyeti de Kur’an’ın en büyük mucizesi olan i’caz ve belagatına dayanarak oluşturduğu dildir ki birçok noktada asfiya mesleğine yakın olan Risale bu yönüyle de asfiya mesleğinden ayrılır.
Kadim İslam medeniyeti içinde Risale müellifi dışında insanın bütün manevi azalarının bir eşgüdüm ve denge içinde belagatlı ve i’cazla bir dille sunulduğu bu kadar yaygın bir cemaat kitlesine sahip çok az müfessir, mütefekkir ve müellif vardır. İşte işin en düşündürücü tarafı da budur. Nasıl oluyor da Risale gibi bir tarafı bedel üzerine kurulan asfiya mesleğine dayanan bir meşrep çok kısa bir zamanda bu kadar çok şakirdi kendine tabi kılabilmiştir?
Kanaatimce bu sorunun cevabını Risale müellifinin kadim İslam birikimini çok iyi ihata edebilmesinde aramak gerekir. Kendini herhangi bir zaman ve mekanla, ırk ve ülke ile, yerel kültür ve adetle sınırlamamasında aramak gerekir. Çağın değişen siyasi, iktisadi ve sosyolojik şartlarını iyi okuyabilmesinde aramak gerekir. Hazır zamanın iyi okumasının yanında gelecek zamanın mezkur şartlarını öngörebilmesinde aramak gerekir. Kısacası bu sorunun cevabını Risale’nin yazılış serüveninde, usul, üslup ve esaslarında aramak gerekir.
Risalenin İslam birikiminden en önemli farkı Rab ile kul arasındaki ilişkiye getirdiği özgün denklemdir. Risale Rabb ile kul arasındaki ilişkiyi iman-ı billâh, iman-ı billah içindeki marifetullah, marifetullah içindeki muhabbetullah ve muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniye süreci ile açıklar. Hilkatin en yüksek gayesini ve fıtratın en yüce neticesini iman-ı billâh olarak tespit eder. İnsaniyetin en âli mertebesini ve beşeriyetin en büyük makamını, iman-ı billâh içindeki marifetullah olarak tavsif eder. Cin ve insin en parlak saadetini ve en tatlı nimetini, o marifetullah içindeki muhabbetullah olarak tarif eder. Beşer ruhu için en hâlis süruru ve insan kalbi için en sâfi sevinci, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniye olarak tesmiye eder. Bütün hakikî saadetin ve hâlis sürurun ve şirin nimetin ve sâfi lezzetin marifetullah ve muhabbetullahta olduğunun altını çizdikten sonra Cenâb-ı Hakkı tanımanın ve sevmenin önemini ifade eder.
Risalenin öngördüğü “iman-ı billâh, marifetullah, muhabbetullah ve lezzet-i ruhaniye” denklemi kadim İslam düşünce, kültür ve birikimi içinde yeni bir metodun ip uçlarını verdiği gibi Risale’nin telifindeki temel kavramlara da işaret eder. Risale tanımayı sevmenin, muhatap olmayı muhabbet etmenin önüne koyar. Marifetullahın -Allah’ı tanımanın ve bilmenin- yolunun iman-ı billahdan- Allah’a iman etmekten-, geçtiğini, muhabbetullahın -Allah’a muhabbet etmenin- yolunun marifetullahtan, gerçek ruhani lezzetin muhabbetullahdan geçtiğini ifade eder. Özetle Risale “önce iman et, sonra tanı yani muhatap ol, sonra sev, muhabbet et, sonra bunun içindeki ruhani lezzeti hisset” der.
Buradan bakılınca bu usul ve üslup asfiya mesleğine ve meşrebine yakın durur.
Oysa Risaleye gelinceye kadar umumiyetle İslam geleneği “iman etmek, tanımak (muhatap olmak), sevmek (muhabbet etmek) ve ruhani lezzeti hissetmek” denkleminde Risaledeki gibi bir çevrim içermemiştir.
Başta da belirttiğimiz gibi tasavvuf çizgisinde olan evliyalar muhabbeti merkeze alarak ruhani bir lezzet almaya çalışmışlardır. Muhatap olmak yerine muhabbet etmeyi tercih etmişlerdir. Onlarda bu süreç iman-ı billah, muhabbetullah ve lezzet-i ruhaniye şeklinde tecelli etmiştir.
Alimler daha çok Rabb’e muhatap olmak meselesine odaklaşmışlardır. Onlar Allah’ı iman ve onu tanımak noktasında hayli mesafe kaydettikleri halde muhabbet ve ruhani lezzet noktasında nispeten nakıs kalmışlarıdır. Bu süreç onlarda iman-ı billah ve marifetullah ile sınırlı kalmış, muhabbetullah ve lezzet-i ruhaniye aşamasına yeterinde ulaşamamıştır.
Özetle bu meselede Risale iman-ı billah, marifetullah, muhabbettullah zincirinden lezzet-i ruhaniyeye ulaşmayı önemser. İnsanın diğer varlıklarla ilişkisini muhatap olmaktan ziyade muhabbet yada adavet etmek üzerine kurmayı tercih ettiği bir dönemde muhatap olmayı önerir. Heves çağında insanı havas olmaya çağırır.
Risalenin temel denklemlerinden bir diğeri de acz, fakr, şefkat ve tefekkür denklemidir. Risaleye göre tefekkür tasavvuftaki aşk olgusundan daha keskin ve daha sağlam bir yoldur.
Burada tefekkürden maksadın Hakim ismine isal eden Rabb’e muhatap olmak olduğu açıktır. Risale insanların konuşmayı okumanın, hissetmeyi tefekkür etmenin önüne koymaya meyyal olduğu bir dönemde bir bedel ile, “tefekkür” ile insanın karşısına çıkar.
Risalenin temel denklerimden bir diğeri de mana-i ismi yerine mana-i harfi ile kâinata nazar etmesidir. Risale eşyaya Rabb adına nazar eder. Eşyanın kendine bakan yüzüyle yani mana-i ismi ile bakmaz. Risale bu özelliğiyle çağın materyalist ve pozitivist algılarına karşı mücadele eder. Bu kişilerin karşısına “Tabiat Risale”si gibi bir eserle çıkar ki o güne kadar ne bu şekilde materyalist ve pozitivist düşünen insanlar gelmiştir, ne de bu minvalde bir eser telif edilmiştir.
Risalenin en temel öğretisi din ilimleri ile fen ilimlerinin birlikte tedris edildiği medresetü’z zehra sistemidir. Risale sadece din ilimlerinin önemsendiği tasavvufi ve mistik bir dünya görüşünü benimsemediği gibi, sadece fen ilimlerinin okutulduğu medrese ekolünü, hassaten pozitivist ve materyalist ekolü de kabul etmez. Bediüzzaman medresetü’z zehra sistemini Risalede uygulayarak insanın, dolayısıyla ilmin parçalanmışlığının önüne geçmeye çalışır. Akıl ile kalbi, din ilmi ile fen ilmini, marifetullah ile muhabbetullahı, muhatabiyet ile muhabbeti birleştirmeye çalışır.
Zeyl: Risale’nin bu kadar kısa bir zamanda bu kadar insanı kendine şakirt kılabilmesinin nedeni olsa olsa insana fıtri/insani bir dil ile hitap ederek mümin/kafir herkesin içindeki akıl/kalb, ilim/amel, din ilmi/fen ilmi şeklindeki parçalanmayı gidermeye çalışmasında aranmalıdır.
İnsanların heveslerine hitap etmektense onları havas olmaya sevk eden azalarına hitap etmesinde aranmalıdır.
Mesleğinden ve meşrebinden hiçbir şekilde taviz vermemesinde aranmalıdır.
Hiçbir zaman kemiyeti keyfiyetin, niceliği niteliğin önüne koymamasında aranmalıdır.
Her şeyden çok bir evliya ve alim muktesebatı ile değil, asfiya vasfını kazandıracak bir muktesebat ile ortaya çıkmasında aranmalıdır.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.