Hıristiyanlık aşkı kimde? Said Nursi'de mi? Mustafa Öztürk'te mi?

Geçtiğimiz günlerde Karar Gazetesinde Prof. Dr. Mustafa Öztürk’ün “Said Nursi’den F. Gülen’e Amerika, Hıristiyanlık ve Diyalog Aşkı başlıklı bir yazısı yayınlandı. Yazı da Said Nursi’yi doğrudan doğruya FETÖ ile ilişkilendirme gayretkeşliği güneş gibi ortada. Risale-i Nurlardan “cımbızlama” yoluyla bazı pasajlar seçilerek Said Nursi’nin de  F.Gülen gibi -güya- Amerika, Hıristiyanlık ve diyalog aşığı biri olduğu anlatılmaya çalışılmış.

Bunun cımbızlanan ifadelerle hiçbir alakasının olmadığı düpedüz iftira olduğu konuya aşinası olan herkesin malumu. İlmi namusu olan bir oryantalist bile bu kadar üstünkörü, özensiz ve ciddiyetsiz düşünmez. Onun için burada ciddiye alıp cevap vermeye çalışmayacağız. Niyeti cevap almak olanlara yeterince cevaplar verilmiş çünkü. Sadece bu iftiraların sahibinin Yahudi ve Hıristiyanlara bakışını sunmaya çalışacağız.

Öyle ya bu iftiraları pervasızca dillendiren birinin Yahudi ve Hıristiyanlara nasıl baktığını bilmek herkesin hakkı. Biliyorum, bu satırların yazarına yine “tetikçisin” diyecek ama kimin hangi vasıf ile mutassıf olduğuna insaflı okuyucular karar verecek.

İşte Yahudi ve Hıristiyanların mevcut itikatlarıyla -yani peygamberimize (asm) ve Kur’an’a iman etmeden- cennete girebileceklerini söyleyen Öztürk’ün açıklamaları şöyle:

“…Kur’an’da öngörülen kurtuluşun asgari koşullarını Allah’a ve ahiret gününe iman, salih amel işleme ve bu şekilde kendisini ıslah etme şeklinde belirlemek mümkündür… burada konumuz açısından iki önemli ayet özel bir önem taşmaktadır. Bunlardan ilki, Bakara suresi 62. ayettir:

“Muhakkak ki (bu ilahi kelama) iman edenler ile Yahudilerden, Hıristiyanlardan ve Sabiilerden Allaha ve ahiret gününe inanmış, doğru ve yararlı işler yapmış olan kimseler, Rablerinden hak ettikleri mükafatı alacaklar ve yine onlar ne korkacak ne de üzüleceklerdir.”

Bu ayet M.Esed’in ifadesiyle islam’ın temel bir doktrinini inşa etmektedir. Başka hiçbir itikatta benzeri olmayan bir görüş zenginliği içinde kurtuluş fikri burada üç şarta bağlanmıştır: Allah’a iman, hesap gününe iman ve hayatta doğru ve yararlı işler yapmak… 

Bu bahisle ilgili ikinci ayet Maide suresi 69. ayettir: “Muhakkak ki (bu ilahi kelama) iman edenler ile, Yahudilerden, Sabiilerden ve Hıristiyanlardan Allaha ve ahiret gününe inanmış, doğru ve yararlı işler yapmış olan kimseler, Rablerinden hak ettikleri mükafatı alacaklar ve yine onlar ne korkacak ne de üzüleceklerdir.”

Görüldüğü gibi bu ayette de kurtuluş yine üç temel şarta bağlanmıştır. Ne var ki müfessirlerin kahir ekseriyeti anılan ayetlerde açıkça ifadesini bulan ‘hangi guruba ait olursa olsun, Allah’a, ahiret gününe inanan ve iyi işler yapan her insan kurtulur’ şeklindeki yalın anlamı farklı şekilde te’vil etmek için Fazlur Rahman’ın ifadesiyle ellerinden gelen gayreti göstermişlerdir. Zira nüzul döneminde savaşa hazırlık yapıldığı bir sırada nazil olan ayetin hükmünü her halükarda tatbik edilmesi gereken tarih-üstü nihai bir hüküm olarak değerlendiren ve bu çerçevede diğer dinlerin mensuplarını cizye vermeye rıza gösterecek kadar ezip kendisine teb’a kılmayı; keza fitne kelimesini şirk olarak yorumlayıp ehl-i kitap dışındaki tüm gayr-i Müslimleri ortadan kaldırmayı Allah’a yakınlaşma vesilesi sayan bir anlayışı savunanların bu ayetin açık anlamını içselleştirmesi zor olsa gerek…” [Kur’an’ı Kendi Tarihinde Okumak, Ankara Okulu Yay, s.170-171]

Evet, bütün cemaatlere Haşhaşi ve Said Nursi’ye Amerika, Hıristiyanlık ve diyalog aşığı diyen M. Öztürk’ün Yahudi ve Hıristiyanlara bakışı özetle böyle. Diyalogcular, kelime-i tevhidin  Muhammeden Resulullah kısmına gerek yok diyorlardı. Öztürk ise daha ileri giderek tümünün mevcut itikatlarıyla –yani peygamberimize ve Kur’an’a inanmadan- cennete girebileceğini ve üstelik bütün müfessirlerin bunu içselleştiremediklerini söylüyor.

Şimdi soruyoruz: Kim FETÖ gibi Hıristiyan aşığı? “Hz. Muhammed Mustafa’ya (asm) iman etmeden cennete girmek muhaldir” diyen Said Nursi mi, yoksa Öztürk mü? Yorum yapmıyoruz. Takdir okuyucunun.

mustafaozturk1.jpgmustafaozturk2.jpg

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
13 Yorum
  • Ayhan KÜFLÜOĞLU / 13 Ekim 2016 Perşembe 12:42

    Elhasıl Allah’ın varlık – isim ve sıfatlarına inanıp, iman etmek; ama hakiki ve gerçek ve realitede olan Allah’a; yani Peygamberimiz'in, İslâm’ın bildirip – tanıttığı Allah’a inanıp, tanımak; yani dinimizin Rabbine iman ve itaat makbûl ve kurtuluş vesilesidir.

    Bedî’üzzaman’ın (R.Â.) birebir (aynen) ifadesiyle: “Halbuki Allah’ı bilmek, bütün kâinata ihata eden rububiyetine ve zerrelerden yıldızlara kadar cüz’î ve küllî herşey O’nun kabza-i tasarrufunda ve kudret ve iradesiyle olduğuna kat’î iman etmek ve mülkünde hiçbir şeriki olmadığına ve ‘Lâ ilâhe illâllah’ kelime-i kudsîyesine, hakikatlarına iman etmek, kalben tasdik etmekle olur. Yoksa “Bir Allah var’ deyip, bütün mülkünü esbaba ve tabiata taksim etmek ve onlara isnad etmek, hâşâ hadsiz şerikleri hükmünde esbabı merci’ tanımak ve herşeyin yanında hazır irade ve ilmini bilmemek ve şiddetli emirlerini tanımamak ve sıfatlarını ve gönderdiği elçilerini, peygamberlerini bilmemek, elbette hiçbir cihette Allah’a iman hakik

    Yanıtla (2) (0)
  • Ayhan KÜFLÜOĞLU / 13 Ekim 2016 Perşembe 12:42

    Kâfir/müşrikler Tek Allah’a inandıkları için zaten, putları Allah’ın yeryüzündeki icraatlarına vasıta ve O’na vesile ve şefaâtçi olduğuna inanıyorlardı! Dahası amentüdeki iman şartlarında geçen “melekler”e de inanıyor; Kur’ân’da anlatılan “cin” gibi varlıkları da kabul ediyorlardı!

    Yani %1’lik ateisleri ayrı tutarsak insanların %99’u zaten “kâinatı yaratan ve idare eden üstün bir güç” olduğu konusunda hemfikir; sadece, O’nun isminin “Allah mı, Nirvana mı, God mu, Yehova mı” olduğu veya insanlarla hiç irtibat kurup-kurmadığı ve varlık – isim ve sıfatlarını bildirip-bildirmediği ve bildirmişse bunların ne olduğu; elhasıl O’nun isim ve sıfat ve özellikleri ve insan – kâinatla münasebeti konusunda bir ihtilâf var. (Bedî’üzzaman’ın Risaleler’de ‘anlam itibariyle / mânaca’ geçen ifadesiyle; “Kâfirler de Allah’a inanıyor, fakat isim – sıfatlarında hata ediyorlar. Onların bazılarını kabul – red veya tahrif ediyorlar.” (Risale-i Nur Külliyatı / Şuâlar / 5. Şuâ / 2. Makam / 4. Mes

    Yanıtla (2) (0)
  • Ayhan KÜFLÜOĞLU / 13 Ekim 2016 Perşembe 12:41

    Ehli Kitap (mes’elâ Hıristiyanların “tevhid” yerine “teslis”e inandığı veya Yahudiler’in “peygamberle güreşen tanrı” gibi “anthropomorphic / andropomorfik / insan biçiminde” tanrı/lara inanması gibi) ile amentüde ittifak hâlinde olmadığımız, bilakis ihtilâflı olduğumuz bir yana; eğer FETO'nun dediği gibi amentü’deki “mühim olan kelime-i tevhid (Allah) inancı” diğer 5 tanesi önemsiz ve teferruât ise; o hâlde Peygamberimiz Döneminde Resulullah Efendimizle savaşanlar, O’nu öldürmeye çalışanlar da “tek tanrının varlığına” inanıyorlardı!

    Kur’ân-ı Kerîm’in çeşitli âyetlerinde geçen (meâlen) ifadesiyle: “Onlara (kâfir ve müşriklere): ‘Gökleri ve yeri yaratıp, güneş ve ayı emri altında tutan kimdir?’ diye sorsan, elbette şüphesiz ‘Allah’ diyecekler…” (Ankebut Suresi, 61. Âyet / Zuhruf Suresi, 43. Âyet / Lokman Suresi, 25. Âyet / Zümer Suresi, 38. Âyet). Âyetlerde de geçtiği gibi, Peygamberimiz döneminde yaşayan kâfir ve müşriklerin de çoğu Allah’ın var ve tek olduğuna inanıyord

    Yanıtla (1) (0)
  • Ayhan KÜFLÜOĞLU / 13 Ekim 2016 Perşembe 12:38

    Saniyen: Mektubunuzda “Mücerred لاَ اِلٰهَ اِلاَّ اللهُ kâfi midir? Yani مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللهِ demezse ehl-i necat olabilir mi?” diye, diğer bir maksadı soruyorsunuz. Bunun cevabı uzundur. Yalnız şimdi bu kadar deriz ki: Kelime-i Şehadet’in iki kelâmı birbirinden ayrılmaz, birbirini ispat eder, birbirini tazammun eder, biri birisiz olmaz. Madem Peygamber Âleyhissalâtü Vesselâm Hâtemü’l-Enbiyadır, bütün enbiyanın vârisidir. Elbette bütün vusul yollarının başındadır. Onun cadde-i kübrâsından hariç hakikat ve necat yolu olamaz… Fakat bununla beraber, en mühim bir cihet budur ki: Adem-i kabul başkadır, kabul-ü adem başkadır... Fakat Peygamberi işiten ve dâvâsını bilen adamlar onu tasdik etmezse, Cenâb-ı Hakkı tanımaz. Onun hakkında yalnız لاَ اِلٰهَ اِلاَّ اللهُ kelâmı, sebeb-i necat olan tevhidi ifade edemez. Çünkü o hal, bir derece medar-ı özür olan cahilâne adem-i kabul değil; belki o kabul-ü ademdir ve o inkârdır...

    Yanıtla (1) (0)
  • Ayhan KÜFLÜOĞLU / 13 Ekim 2016 Perşembe 12:36

    Risaleler’de geçen; bazı ehl-i kitabın, “ehl-i necat” olabileceği ifadesi de “ehli fetret”, hususan 2. Dünya Savaşı gibi bir afette ölen mazlûm ve ma’sum gayri müslimler için olup; bu tespit veya kanaâti de, İslâm Tefekküründe yeni ortaya çıkmış bid’ât bir görüş ve içtihad veya şaz bir yorum değildir. O bu ifadesiyle, “ehli fetretin kurtulabileceğini” söyleyen İmam-ı Gazalî (R.Â.) ve İmam-ı Şafiî (R.Â) ve İmam-ı Eş’ârî’nin (R.Â.) içtihad ve kanaâtlerini ifade ve izah, tasdik ve kabul etmiştir sadece.

    Bedî’üzzaman Hazretleri Kelime-i Tevhid’in 2 rüknünün, yani Allah’a ve Peygamber Efendimiz’e (S.Â.V.) iman etmenin birbirinden ayrılamayacağını; zaten mantık olarak, Peygamber Efendimiz’e inanmayanların gerçek manada Allah’a iman etmiş olamayacağını; hatta imanın 6 esasının bir bütün olup, birine inanmayanın, diğerlerine de inkâr ettiğini söyleyerek; amentüdeki 6 şarttan birine bile inanmayanın müslüman olamayacağını; müslümansa da...

    Yanıtla (1) (0)