Hüseyin ÇEŞİTCİOĞLU
Sinekler ve Böcekler...
بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ
يَآ اَيُّهَا النَّاسُ ضُرِبَ مَثَلٌ فَاسْتَمِعُوا لَهُ اِنَّ الَّذِينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللهِ لَنْ يَخْلُقُوا ذُبَابًا وَلَوِ اجْتَمَعُوا لَهُ وَاِنْ يَسْلُبْهُمُ الذُّبَابُ شَيْئًا لاَ يَسْتَنْقِذُوهُ مِنْهُ ضَعُفَ الطَّالِبُ وَالْمَطْلُوبُ
“Ey insanlar, size bir misal
getirildi; şimdi onu dinleyin:
Sizin Allah’ı bırakıp da taptıklarınızın hepsi bir araya gelse de, aslâ bir sinek bile yaratamazlar.
Sinek onlardan birşey kapacak olsa, onu da geri alamazlar.
İsteyen de âciz, istenen de...” Hac Sûresi, 22:73.
فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الطُّوفَانَ وَالْجَرَادَ وَالْقُمَّلَ وَالضَّفَادِعَ وَالدَّمَ اٰيَاتٍ مُفَصَّلَاتٍ فَاسْتَكْبَرُوا وَكَانُوا قَوْمًا مُجْرِم۪ينَ
(Bunun üzerine) ayrı ayrı ayetler/mucizeler olarak; tufan, çekirge, (bit pire böcek...) haşerat, kurbağalar ve kan yolladık üzerlerine. Yine de büyüklenip kibre kapıldılar ve suçlu günahkâr bir toplum oldular. ( A'râf, 133)
***
"Nefsimle mücâdele ettiğim bir zamanda
nefsim;
kendinde gördüğü nimet-i İlâhiyeyi kendi malı tevehhüm ederek;
gurura, iftihâra, temeddühe başladı.
Ben ona dedim ki:
“Bu mülk senin değil, emânettir.”
O vakit nefis gurur ve iftihârı bıraktı,
fakat tembelliğe başladı.
“Benim malım olmayana ne bakayım? Zâyi olsun, bana ne?” dedi.
Birden gördüm:
Bir sinek, elime kondu,
emânetullah olan gözünü yüzünü kanatlarını,
güzelce temizlemeye başladı.
Bir neferin mîrî silâhını, elbisesini güzelce temizlediği gibi,
sinek de temizliyordu.
Nefsime dedim: “Bak”
Baktı tam ders aldı.
Sinek ise, mağrur ve tembel nefsime hoca ve muallim oldu."
(28.Lem'a)
***
"...Akşam vaktinde, o küçücük kuşlar, o ip üstünde gayet muntazam diziliyorlardı.
Çamaşırları sermek için Rüştü’ye dedim:
“Bu küçücük kuşlara ilişme; başka yere ser.”
O da, kemâl-i ciddiyetle, dedi ki:
“Bu ip bize lâzımdır; sinekler başka yerde kendilerine yer bulsun.”
"...Ona dedim ki:
Böyle nüshaları çoğalan nevilerin; ehemmiyetli vazifeleri ve kıymetleri vardır.
Evet, bir kitap, kıymeti nisbetinde nüshaları teksir edilir.
Demek, sinek cinsi de ehemmiyetli vazifesi ve büyük kıymeti var ki,
Fâtır-ı Hakîm, o küçücük kaderî mektupları ve kudret kelimelerinin nüshalarını çok teksir etmiş."
(28.Lem'a ve Latif Nükteler)
***
"Meselâ, hortumlu sivrisinek;
dünyaya geldiği dakikada hanesinden çıkar,
durmayarak insanın yüzüne hücum eder,
uzun asâsıyla vurur,
âb-ı hayat fışkırtır, içer.
Hücumdan kaçmakta, erkân-ı harp gibi maharet gösterir.
Acaba bu küçük tecrübesiz,
yeni dünyaya gelen mahlûka;
bu san’atı ve bu fenn-i harbi ve su çıkarmak san’atını kim öğretmiş?
Ve nerede öğrenmiş?
Ben, yani bu biçare Said,
itiraf ediyorum ki,
eğer ben o hortumlu sineğin yerinde olsaydım,
bu san’atı, bu kerrüfer harbini ve su çıkarmak hizmetini,
çok uzun dersler ve çok müteaddit tecrübelerle ancak öğrenebilirdim." (17.Lem'a)
***
"...Çünkü zerre gibi bir câmid, arı gibi küçük bir hayvan,
Kitab-ı Mübînin mühim ve ince meseleleri olan nizam ve mizanı bilmez.
Câmid bir zerre, arı gibi küçük bir hayvan nerede?..."
(17.Lem'a)
***
“Aynen onlardan daha mühim sinekleri dahi, insanın gözüne görünmeyen, hastalıkların mikroplarını ve madde-i semmiyeyi temizlemekle, sinekler muvazzaftırlar.
Değil mikropların nâkıleleri,
bilâkis muzır mikropları mass,
yani, emmek ve yemekle o mikropları imhâ, o madde-i semmiyeyi istihâleye uğratırlar, çok sârî hastalıkların önünü alırlar.
Türkiye'nin çeşitli üniversitelerinde; iyileşmeyen yaraları iyileştirmek için, laboratuvarlarda; yeşil et sineği kurtçukları (larva) üretilmektedir.
Hem sıhhiye neferleri, hem tanzifat memurları,
hem kimyager olduklarına
ve geniş bir hikmete mazhar bulunduklarına delil ise,
onların gayet kesretidir.
Çünkü kıymettar, menfaattar şeyler teksir edilir.’’
(28. Lem'a, Sinek Risalesi)
***
"İşte, ilhâma mazhar olan arı, örümcek
ve yuvasını çorap gibi yapan bülbül gibi
hayvânâtı bu sineğe kıyas et.
Hattâ nebâtâtı da aynen hayvânâta kıyas edebilirsin.
Evet, Cevâd-ı Mutlak cc;
her ferd-i zîhayatın eline lezzet midâdıyla ve ihtiyaç mürekkebiyle yazılmış bir tezkereyi vermiş,
onunla evâmir-i tekviniyenin programını ve hizmetlerinin fihristesini tevdi etmiştir.
Bak o Hakîm-i Zülcelâle,
nasıl Kitab-ı Mübînin düsturlarından, arı vazifesine ait miktarını bir tezkerede yazmış,
arının başındaki sandukçaya koymuştur.
O sandukçanın anahtarı da, vazifeperver arıya has bir lezzettir.
Onunla sandukçayı açar, programını okur, emri anlar, hareket eder.”
'Rabbin balarısına vahy etti (ilham etti)'. (Nahl, 68.) âyetinin sırrını izhar eder. (17.Lema)
***
Birincisi:
وَأَوْحٰى رَبُّكَ اِلَى النَّحْلِ أَنِ اتَّخِذِى مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا
“Rabbin balarısına ilhâm etti: ‘Dağlardan, kendine evler edin.” (Nahl Sûresi 68.ayet)
"Evet, balarısı, fıtratça ve vazifece öyle bir mu’cize-i kudrettir ki, koca Sûre-i Nahl, onun ismiyle tesmiye edilmiş.
Çünkü, o küçücük bal makinesinin zerrecik başında onun ehemmiyetli vazifesinin mükemmel programını yazmak
ve küçücük karnında taamların en tatlısını koymak ve pişirmek
ve süngücüğünde zîhayat âzâları tahrip etmek ve öldürmek
hâsiyetinde bulunan zehiri,
o uzuvcuğuna ve cismine zarar vermeden yerleştirmek,
nihayet dikkat ve ilimle ve gayet hikmet ve irade ile ve tam bir intizam ve muvazene ile olduğundan,
şuursuz, intizamsız, mizansız olan tabiat ve tesadüf gibi şeyler elbette müdahale edemezler ve karışamazlar.
İşte, bu üç cihetle mu’cizeli bu san’at-ı İlâhiyenin
ve bu fiil-i Rabbâniyenin,
bütün zemin yüzünde, hadsiz arılarda, aynı hikmetle, aynı dikkatle, aynı mizanda, aynı anda, aynı tarzda
zuhuru ve ihâtası, bedahetle vahdeti ispat eder." (7.Şua)
***
“…O zaman, şimdiki gibi, hâlî bir türbe kubbesinde inzivada idim.
Bana çorba geliyordu; ben de tanelerini karıncalara verirdim,
ekmeğimi onun suyu ile yerdim.
İşitenler benden soruyordular;
ben de derdim:
“Bu karınca ve arı milletleri, cumhuriyetçidirler.
O cumhuriyetperverliklerine hürmeten, tanelerini karıncalara verirdim.” (Tarihçe-i Hayat)
Arazide karşılaştıklarında; geldikleri yol yuva vb durumları birbirine aktaran, 'cumhuriyetçi" karınca ve çiçek tozu toplayan arılar
***
Molla Hamid Ekinci rh:
"Bayırın yamacında Üstad'ın istediği odayı yapıyorduk. Kazarken karınca yuvası çıktı.
Üstad, karınca yuvasını gördü. Orayı kazmamızı istemedi.
Sebebini sorduğumuzda:
"Bir ev yıkıp, bir ev yapmak olur mu?' diye cevap verdi.
'Bu hayvanların yuvasını dağıtmayın, başka yeri kazın' diye emretti.
"Üstad Bediüzzaman karınca yuvalarının yanına gelince, ekmek, bulgur ve şeker koyardı.
"Kendilerine şekeri niçin koyduğunu söylediğimiz zaman:
"Bu da onların çayı olsun' diye gülerek cevap verirdi. (Son Şahitler/N.Şahiner)
***
"Yani, sineğin hilkati öyle bir mûcize-i Rabbâniyedir
ve bir âyet-i tekvîniyedir ki,
bütün esbab toplansa, onun mislini yapamazlar
o âyet-i Rabbâniyeye muâraza edemezler, taklidini yapamazlar” (Hac Sûresi, 73) meâlindeki âyetine ehemmiyetli bir mevzu teşkil eden ve Nemrud’u mağlûp eden…”
“Evet, sineğin küçücük bir taifesini baharın ahirinde,
badem ve zerdali ağaçlarının dallarında, siyah bir kütle halinde halk olunup,
dala yapışık olup kalırlar.
Mütemâdiyen, pislik yerine damlacıklar onlardan akıyor.
O katreler bal gibi, sâir sinekler etrafına toplanırlar, emerler.”
"Diğer bir başka tâifesi de;
nebâtâtın çiçeklerinin ve incir gibi bir kısım ağaçların telkîhinde istihdâm olunuyorlar.”
“Sinek tâifelerinden yıldızlı, mumlu, ışıklı olan yıldız böceği [ateşböceği],
şâyân-ı temâşâ olduğu gibi,
sinek tâifelerinden yaldızlı, altın gibi parlak kısmı da şâyân-ı dikkattir.”
"Eğer nefsini seversen;
çünkü senin nefsin lezzet ve menfaatin menşeidir;
sen de lezzet ve menfaatin zevkine meftunsun;
o zerre hükmünde olan lezzet ve menfaat-i nefsiyeyi nihayetsiz lezzet ve menfaatlere tercih etme.
Yıldız böceği gibi olma.
Çünkü o bütün ahbabını ve sevdiği eşyayı karanlığın vahşetine gark eder, nefsinde bir lem’acıkla iktifa eder." (Yirmi Dördüncü Söz Beşinci Dal)
***
"Vahdette ferdiyette, bir karınca bir Fıravunu,
bir sinek bir Nemrud’u,
bir mikrop bir cebbarı,
o intisap kuvvetiyle mağlûp edebildiği gibi,
nohut tanesi küçüklüğünde bir çekirdek dahi,
dağ gibi heybetli bir çam ağacını omuzunda taşıyabilir.” (Lem'alar/ Şualar)
***
"Meselâ, bir sinek, bir karaağacın yaprağında yumurtasını bırakır;
birden o koca karaağaç,
yapraklarını o yumurtalara bir rahm-ı mâder,
bir beşik ve bal gibi bir gıdâ ile dolu bir mahzene çeviriyor,
âdetâ o meyvesiz ağaç, o sûrette zîruh meyveler veriyor." (22.Söz'ün 2.makamı)
***
"... Evet, ben nefsimle musalâha etmemişim.
Çünkü terbiye etmemişim.
Benim boynumda veya koynumda bir akrep bulunduğunu biri söylese
veya gösterse,
ondan darılmak değil,
belki memnun olmak lâzım gelir.
Eğer o adamın tahkiratı,
benim imana ve Kur’ân’a hizmetkârlığım sıfatıma ait ise, o bana ait değil.
O adamı, beni istihdam eden Sahib-i Kur’ân’a havale ediyorum.
O Azîzdir, Hakîmdir.. ” (16.Mektup)
***
"Karşıla, kaçma!
Dilediğin her düşmanla mücadele et!
Her yeri kuşatmış olsalar da,
hâkim, paşa ve reislerin sana karşı hücumlarından,
esaretlerinden ve yakalamalarından korkma!
“Ne bir yılandan korkarsın,
ne bir akrep görürsün,
ne de salınarak gelen bir aslan!” (Celcelutiye 88, 89. mertebeler)
"Garaiptendir ki, o geceden evvel olan Perşembe günü tenezzüh için bir tarafa gitmiştim. Avdetimde, güya iki yılan birbirine eklenmiş gibi uzunca siyah bir yılan sol tarafımdan geldi, benimle arkadaşımın ortasından geçti. Arkadaşıma, o yılandan dehşet alıp korktun mu, diye sordum: “Gördün mü?”
O dedi: “Neyi?”
Dedim: “Bu dehşetli yılanı.”
Dedi: “Yok, görmedim ve göremiyorum.”
“Fesübhânallah,” dedim. “Bu kadar büyük bir yılan ikimizin ortasından geçtiği halde nasıl görmedin?” O vakit hatırıma birşey gelmedi. Fakat sonra kalbime geldi ki: “Bu sana işarettir, dikkat et.”"
"Düşündüm ki, gecelerde gördüğüm yılanlar nev’indendir. Yani, gecelerde gördüğüm yılanlar ise, hıyanet niyetiyle her ne vakit bir memur yanıma gelse, onu yılan suretinde görüyordum. Hattâ bir defa müdüre söylemiştim: “Fena niyetle geldiğin vakit seni yılan suretinde görüyorum; dikkat et” demiştim. Zaten selefini çok vakit öyle görüyordum. Demek, şu zâhiren gördüğüm yılan ise, işarettir ki, hıyanetleri bu defa yalnız niyette kalmayacak, belki bilfiil bir tecavüz suretini alacak." (28 Mektup)
***
"... Nasıl ki en küçüklerinden;
balarısı ve ipekböceğini istihdam edip ilham-ı İlâhî ile azîm bir istifade yolunu açarak
ve güvercinleri bazı işlerde istihdam ederek
ve papağan misillü kuşları konuşturarak medeniyet-i beşeriyenin mehâsinine güzel şeyleri ilâve etmiştir.
Öyle de; başka kuş ve hayvanların istidat dili bilinirse,
çok taifeleri var ki kardeşleri, hayvânât-ı ehliye gibi,
birer mühim işte istihdam edilebilirler.
Meselâ, çekirge âfetinin istilâsına karşı, çekirgeyi yemeden mahveden,
sığırcık kuşlarının dili bilinse
ve harekâtı tanzim edilse,
ne kadar faideli bir hizmette ücretsiz olarak istihdam edilebilir..." (20.Söz)
***
"Evet, evet.. neam, neam..
sivrisinek tantanasını kesse, bal arısı demdemesini bozsa;
sizin şevkiniz hiç bozulmasın,
hiç teessüf etmeyiniz.
Zira kâinatı nağamatıyla raksa getiren hakaikın esrarını ihtizaza veren musika-i İlahiye hiç durmuyor.
Mütemadiyen güm güm eder." (Münazarat)
* Özür dileyerek: evvel ki gece; dağlık bir tepe üstünde; merhum Fırıncı Abi, yanında hatırlayamadığım bir abi ve Nurcular; sohbet ve yemek yiyordu. Kendimizi gerçek hayatta zannediyordum.
Sohbet bitince Fırıncı Abi kalktı yürüdü. Bir anda dedim ki; az önce hepimiz bu abiyle sohbet edip yemek yedik ve hiç bir tuhaflık görmedik, oysa o öleli 2 sene oldu dedim ve ardından koştuk ama yetişemedik...
Bu rüyayı; vefat eden üstad ve talebelerinin dünyadaki hizmetlerle ruhi alakasını gösteriyor diye yorumladım.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.