Nurettin HUYUT
Huzur mu arıyorsunuz?
Bundan senelerce önce Şanlıurfa’da Harran Üniversitesi Yönetiminin “Şehirdeki gençliğin eğitimine Üniversite olarak nasıl bir katkı sağlarız” konulu bir toplantısına katılmak ve görüş beyan etmek nasip olmuştu.
Konu basit görünüyordu. Ama işin içine girince görüldü ki, olay o kadar basit değil.
Eğitime katkı sağlanacaktı ama, nasıl?
Konu katılımcıları hayli terletmişti. Bir türlü sonuca ulaşacak bir yöntem bulunamıyordu.
Bir ara, sıra bana gelmişti. Oturumu yöneten Rektör Yardımcısı -nezaketen de olsa- eğitimci olmadığım halde benim de görüşlerimi anlatabileceğimi söylemişti.
Ben yine de haddimi aşmamaya çalıştım. Görüşlerimi anlatırken onların sahasına girerek ukalalık etmemeye özen gösterdim. Çünkü sonuçta benim çalışma alanıma girmiyordu.
Toplantı 28 Şubat’tan sonraki bir döneme rastlıyordu. O nedenle toplantıya katılanların fikir yapısı hayli farklılık arz ediyordu. Yönetim o günün şartlarında 28 Şubatı yapanların emri ile atanmış kişilerden oluştuğundan konuşmacıların çoğu zülfü yare dokunmadan konuşmayı tercih etmişti.
Ben konuşmama mevcut durumu tespitle başlamıştım:
“Şanlıurfa genel yapısı ile bize bu konuda fevkalade güzel bir örnek teşkil ediyor” diye söylerime başladım.
“Bugün çağdaş diye nitelendirdiğimiz Avrupa Ülkeleri ile Amerika’dan gelen haberleri ve yapılan istatistikleri değerlendirdiğimizde meseleyi çözmemiz mümkün olacaktır.”
“Süper ülke Amerika’nın sokaklarında gece vakti dolaşmak şarkın yüksek dağ ve derelerinde dolaşmaktan daha tehlikelidir. Değil bir kadının, cesur ve güçlü bir erkeğin dahi yalnız başına akşamları o yüksek ve heybetli binaların arasında dolaşabildiğini söylemek mümkün değildir. Oralardan gelen haberler bu yönde.”
“Oysa Şanlıurfa öyle mi? Gece geç saatlere kadar bilhassa havanın sıcak olduğu yaz aylarında çoluk çocuk, kadın erkek parklarda oturup çay içip koyu sohbetlere katıldıklarına hepimiz bir şekilde şahit oluyoruz. Geç saatlere kadar ciğercilerin sokak başlarında ciğer pişirdiklerini ve insanların oralarda oturup ciğer yediklerini görüyor ve biliyoruz. Bu durum ramazanlarda sahura kadar devam ediyor. İnsanlar geceleri dışarıda olmaktan çok mutlular. Gece 23 00 den 24 00 den sonra kadınlar tek başlarına yürüyerek eve gittikleri halde en küçük bir endişe ve korku hissetmemeleri ve gerçekten bu korkuyu hatırlatacak en küçük bir olayın cerayan etmemiş olması bize bu konuda fikir vermesi lazım.”
Bana göre bu durum araştırılmaya değer. Neden medeni ülkelerin -çok çok - emniyetli ve düzenli kabul edilen şehirlerinde dolaşmak hayli tehlikeli ve korkulu olduğu halde Türkiye ortalamasının da altında bir eğitime sahip böyle bir şehirde bu korku ve endişe yaşanmıyor?
“Neden bu kadar huzurlu ve insanlar neden bu kadar rahat? Adeta dünyanın en emniyetli bir şehriymiş gibi bir görüntüsü var. Oysa dediğim gibi bu insanlar yüksek eğitim görmüş değil, fakirlikse diz boyu, her evde en az sekiz-on çocuk bulunuyor. Sokaklar çocuktan geçilmiyor.”
“Bu insanların bu kadar uysal ve uyumlu olmalarında dini eğitimin ve dinden kaynaklanan gelenek ve göreneklerin etkisi olabilir mi?
“Şanlıurfa halkının dindar ve dine hürmetkar insanlardan oluşuyor olması meseleyi çözüyor diye düşünüyorum. Din faktörü bu konuda hayli etkilidir. İnsanlar Allah korkusuyla yanlış yapmamaya özen göstermektedirler. Gençlerin aldığı aile terbiyesi ve dinimiz vasıtasıyla edindikleri güzel ahlak bu meselede önemli röl oynamaktadır.”
“Bu şehirde Lezbiyen guruplarına değil bir ferdine dahi rastlamak mümkün değildir.
Bu şehirde uyuşturucu müptelasına hatta uyuşturucu satıcılarına rastlayamazsınız.
Bu şehirde kumar oynanmaz açık alanlarda içki içilmez hatta kapalı alanlarda da hayli az tüketilir.”
“Bu şehirdeki gençler kadınların hepsine birer anne, birer kız kardeşi nazarıyla bakar. Namus sadece kendi aile sınırları içinde kalmaz bütün bir şehir büyük bir aile gibidir. Herkes herkesin namusunun adeta gönüllü bekçisidir.”
Bu ve buna mümasil tespitlerimi yaptıktan sonra son olarak şunları söylemiştim.
“Demek ki, huzur ve mutluluğu sağlayacak bir eğitim vermek veya böyle bir eğitime katkı sağlamak istiyorsak bu durumu dikkate almamız gerekir diye düşünüyorum” diyerek de özetle sözlerimi tamamlamıştım.
Bu görüş katılımcıların hayli dikkatini çekmişti. Konjöktürel olarak bu manada bir şey yapamayacaklardı ama en azından bana hak vermişlerdi. Üstad Bediüzzaman'ın “Şarkı ayağa kaldıracak dindir” sözleri bir kez daha makes bulmuştu.
Sanırım sonunda bu noktaya gelinecek ve Şarkta huzur isteyenler eğitime dini eğitimi de katarak vermeyi prensip edinecekler.
Mardin Valisinin de dediği gibi “karma eğitim” vermekten ve dini eğitim almamış bir nesil yetiştirmekten vazgeçeceklerdir.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.