İmralı sürecine müslümanca bakış ve ebedî çözüm

1984’den bu güne kadar yaklaşık 45-50 bin insanımızı teröre kurban verdik. 450-500 milyar doları dağlara taşlara serptik, israf ettik. 30 yıla yakın bir zamandır birbirimizi kırdık. Sonuç ne? Kocaman bir hiç.

Bunca yıldır mücadele veriyoruz. Türk’ü, Kürt’ü öldürmeye niyet etmiş olan terör kanserini yendik mi? Hayır. Pekiyi terör hedefine kavuştu mu? Hayır. Böyle giderse ne biz terörün kökünü kazıyabiliriz, ne de terör hedefine kavuşabilir. Birbirimizi yemeye, öldürmeye devam ederiz. Ne dünyamız kalır ve ne de ahiretimiz.

Öyleyse ne yapılması lazım?

Bize göre terörü yenmenin tek yolu vardır: Hz. Muhammed’in (s.a.v) tekniğini ve düşmanı dost etme taktiğini kullanmaktır. Hedefiniz, düşmanınızla savaş halinde olsanız da onu öldürmek olmamalı, onu kazanmak olmalıdır.

Ne yaptı Hz. Peygamber? En güçlü olduğu zaman, en büyük düşmanlarını affetti. Mekke’de, öz yurdunda 13 sene en ağır işkencelere maruz kaldı. Bunu reva görenlere aynı dilden cevap vermedi. Gerilla hareketlerine tenezzül etmedi, çeteler oluşturup en azılı düşmanlarının evini bastırmadı. Çünkü onun ahlakında ve karakterinde kavga yoktu, kan dökme yoktu. Çünkü o öldürmek için değil, yaşatmak için gönderilmişti. Çünkü o âlemlere, hatta düşmanlarına bile rahmet olarak gönderilmişti. Kan dökmesin ve kan dökülmesin diye gerektiğinde muvakkaten yurdunu terk etti. Allah’ın emri ve izniyle Mekke’den Medine’ye hicret etti.

Ne gariptir ki Peygamber’in düşmanları, onu Medine’de de rahat bırakmadılar. Büyük ordular düzenleyerek üzerine yürüdüler. Medine’nin yakını olan Bedir’de, yanı olan Uhud’da, içi olan Hendek’te Peygamberimizi ve inananlarını kılıçtan geçirmek istediler. Bu savaşlarda Peygamberimiz, saldırıdan ziyade savunmayı tercih etti. Çünkü onun sünnetinde aslolan öldürmek değil, yaşatmaktı. Çünkü onun sünnetinde aslolan müsbet hareketti, olumlu ve ılımlı davranmaktı.

Peygamberimizin düşmanları ne yaptılarsa Peygamberimizle başa çıkamadılar. Nihayet Peygamberimiz, 12 bin kişilik bir kuvvetle Mekke’ye yürüdü. Ordusuna emretti: “Mecbur kalmadıkça asla silaha baş vurmayacaksınız, kan dökmeyeceksiniz” buyurdu.

Peygamberimiz, kansız, kavgasız Mekke’yi fethetti. “Silahı bırakan güvendedir, evine giren güvendedir, Ebu Süfyan’ın evine giren de güvendedir” dedi. O güne kadar müşrik ordularının kumandanlığını yapmış baş düşmanlarından biri olan Ebu Süfyan’ın evini de “daru’l-eman=güven evi” ilan etti. Mekke’lilere: “Şimdiye kadar bana yaptıklarınızdan dolayı sizi cezalandırmayacağım, gidiniz, hepiniz serbestsiniz.” buyurdu.

Mekke’nin reisi ve müşrik orduları komutanı Ebu Süfyan’ı affetti. Mekke’nin fethi günü Taif’e kaçan Hz. Hamza’nın katili Vahşi’ye mektup yazdı, davet etti. Vahşi geldi, Peygamberimiz Vahşi’yi affetti. Vahşi Müslüman oldu, sahabeler arasında saygın yerini aldı. Peygamberimiz, Vahşi’yi kiralayan ve Hz. Hamza’nın ciğerini söktüren kadını, yani Ebu Süfyan’ın hanımı Hind’i affetti.

Mekke’nin fethi gününde bile İslam ordusuna saldıran, başaramayınca kaçan, Mekke’nin fethi gününde Müslüman olan karısı Ümmü Hakîm’in Peygamber’den aldığı eman üzerine tevbe edip gelen İkrime’yi, yani EbuCehil’in oğlu İkrime’yi affetti.

Ne zaman yapıyordu bunu? En güçlü olduğu zaman. Kime yapıyordu bu muameleyi? Mekke’de iken kendisine:

Kan kusturmuş insanlara,

Yoluna diken sermiş,

Yüzüne tükürükler savurmuş,

Boğmaya çalışmış,

Su-i kat düzenlemiş,

Yeni doğmuş devenin cürufunu Kâbe’nin duvarının dibinde, secde halinde iken getirip boynuna koymuş,

Üç yıl gıda ambargosu uygulamış,

Hicrete mecbur bırakmış,

Uhud savaşında dişini kırmış, kanını dökmüş,

Amcası, Hz. Hamza’yı ve arkadaşlarını şehit ederek can evinden vurmuşazılılarıaha doğrusu çoktan kılıcı hak etmiş kimseleri affediyordu.

Kim yapabilirdi bunu? Bu büyüklüğü kim gösterebilirdi?

Halk bu alicenaplıktan çok memnun oldu. O güne kadar Müslüman olmamış olanlar da gelip o gün Müslüman oldular. “Biz adam değilmişiz, meğer adam senmişsin” dediler.

Kâbe’nin içinde irili ufaklı 360 put vardı. Efendimiz, Kâbe’yi putlardan temizledi. Hicretten önce Mekke’de iken onlara dokunmamıştı. Çünkü o gün onlara dokunma zamanı değildi. Önce gönüllerdeki putları temizledi, sonra da Kâbe’deki putları.

Biz Müslümanlar, çoğu kere dostlarımızı affedemezken, bizim inandığımız Peygamber düşmanlarını, hem de en azılı düşmanlarını, kendisini can evinden vuran düşmanlarını affediyordu. 12 bin kişilik ordusuyla Mekke’yi, affıyla da gönülleri fethediyordu.

İşte buna anarşi ve terörün kökünü kazıma operasyonu derler, işte buna kalıcı barış derler ve işte buna “ebedî çözüm” derler. Bu Peygamber tekniğine ve taktiğine, bu ahlak ve karaktere, bu al-i cenaplığa dünden daha çok ihtiyacımız var.

Allah buyurmuyor mu: “Allah’ın Rasulünde size örnek var, model var” diye?

Ey Türkler ve Kürtler neden bu örneğe başvurmuyor ve bu modeli almıyorsunuz?

Ey Türkler ve Kürtler! İnandığınız kitap: “Bir konuda anlaşmazlığa düştüğünüzde onu Allah’a ve rasulüne götürün” buyurmuyor mu?

Ey Kürt’ler ve Türk’ler! Allah ve Rasulü bir konu da karar verdimi artık size “ben de böyle düşünüyorum” deme hakkı yoktur” buyurmuyor mu?

Öyleyse bu büyük anlaşmazlıkta meselenizi Allah’ınıza ve Peygamberinize neden götürmüyorsunuz, çözümü Allah’tan ve Rasulünden neden istemiyorsunuz?

O peygamber ki buyurmuş:

“Size oruçtan, namazdan ve sadakadan daha üstün bir ibadetin ne olduğunu söyleyeyim mi?”Bütün sahabe:

-Evet ey Allah’ın Rasulü, söyle, diyerek beklediler. Peygamberimiz:

-“Araları bozulmuş iki kişiyi (iki toplumu) barıştırmaktır”, buyurmuş.

Bu sözüyle Peygamberimiz, namazın, orucun ve sadakanın öneminin azlığına değil, arası bozulmuşların arasını bulmanın ne kadar önemli bir ibadet olduğuna dikkat çekmiştir. Çünkü sulh olmazsa, barış olmazsa hiçbir ibadete, hayır ve hasenata huzurlu ortam kalmaz.

Ey Türk’lerin ve Kürt’lerin kanaat önderleri, ey akil adamlar! Nerdesiniz? Şimdi artık en yüksek sesle barış naraları atma zamanıdır. Bir barış süreci başlatılmıştır. Başlatanları tebrik etme ve destekleme zamanıdır. Bu barış sürecine katkı sağlama zamanıdır. Kardeşliğimizi tesis etme ve devam ettirme zamanıdır.

Şehit annelerinden-babalarından ve yakınlarından da bir ricam ve istirhamım var: Sizi anlıyorum. Çünkü benim oğlum da Şırnak’ta, hudut taburunda, hudut bölüğünde askerlik yaptı. Beş ay biz rahat uyuyamadık. Acı bir haber gelir korkusuyla yattık, kalktık. Allah sizlere de bizlere de sabr-ı cemil versin. Çünkü sizler, bizlersiniz. Merak etmeyin. İmanınız ve İslamiyet’i yaşamanız sayesinde cennette buluşma var. Ve orada ebediyyen ayrılık yok.

Bu yazımdan dolayı lütfen bana kızmayın. Acınızı sinenize gömün. Kalıcı barışın gerçekleşmesine siz de yardımcı olun. Olun ki hiç olmazsa bundan sonra sizin gibi anneler-babalar, evlatlar ve nişanlılar ağlamasın.

Barışa katkı sağlayan herkese en derin sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

NOT: Terör ve ondan kurtulmakla ilgili dört-beş makale kaleme almıştım. Türklerin ve Kürtlerin manifestosunu ortaya koymuştum. Dileyen onlara da bakabilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
11 Yorum