Hüseyin YILMAZ
İnsan!
İnsan! Muzdarib bir varlık. Dünya saâdeti, zümrüd-ü anka; milyondan bir başa konar. Kısacık, fânî ve aldatıcı bir saâdet.
Sonsuz ihtiyaç ve emellerin kemirdiği cismi küçük bu zayıf mahlûk, tam bir budala. Çoğu zaman son nefesine kadar emel edindiklerine vâsıl olmasının imkânsızlığını bile farkedemiyor!
Vücuduna bağlanmış doymak bilmez isteklerin cismiyle birlikte zayıflayıp dağılacağını anlamak istemiyor. Cismanî bütün zevk ve lezzetlerin kısa bir ömre baktığını da düşünmez. İhtiyarlık veya hastalıklar, zevk ve haz makinası bedenini çökerttiğinde uyanmak istese de geç kalmıştır artık; başa dönemez.
Bu şuursuzluk gayyasını beşeriyetin kaderi olmaktan çıkaran ihsan Allah’dan gelir: Risâlet!.. Beşere, herhangi bir hayvan olmadığını anlatmak için gönderdiği peygâmberlerin rehberliği, kimi kısa kimi uzun bir müddet beşeriyetin önünü aydınlatsa da, câhil ve zâlim hükmünün masadakı olan insan, ilk fırsatta şeytan ve nefsine boyun eğer.
Mükellefiyet, ellerinde bir aydınlık taşıyanlarındır. Beşeriyeti içine düştüğü uçurumdan çekip alacak el, onların eli. Eğer onlar da ellerindeki ışık kaynaklarını kırar, karanlığa dalarlarsa insanlık büsbütün karanlıkta kalır, körleşir.
Bu devrin Müslümanlarının mükellefiyeti büyüktür. Büyüktür, çünkü milyonlar onların taşıdığı aydınlıkla yollarını bulabilir, âhiret saâdetine uzanabilir. Yapılması gereken şey, aydınlığımızı fırlatıp, bir vehim ve aldanmadan ibaret olan dünya saâdetinin tahsiline koşmak, dünya nimetlerini yağmalamak değil, “Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!” diye avaz avaza haykırmaktır, haykırabilmektir.
Dahası, Bediüzzaman gibi bir koşu tutturmak lâzım; hiç durmayacak, hiç duraklamayacak bir koşu:
“Bana, “Sen şuna buna niçin sataştın?” diyorlar. Farkında değilim. Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemiş de ayağım ona çarpmış; ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hâdise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler, dar görüşler!”
Teklifin muhatabı akıldır. Ya akıl baliğ olmayanlar ile mecnunlar bahtiyar, diyeceğiz; ya da aklı takviye edeceğiz. Düşünen kafalara, akl-ı selime, şefkat ve merhametle yola çıkmış kuvve-i kudsiye sahiplerine muhtacız. Onları yetiştirmek, aydınlık bir çığırın kutup yıldızları olmalarını temin etmekle mükellefiz.
Dünya nimetlerinin yağmasına koşmaktan vaz geçsek artık! Serdengeçti Osman olsak, küfrün karanlıklarını boğan Berk olsak, bir çıkmaz sokakta kalabalıkları göğüsleyen Fâzıl olsak, küfrün bel kemiğini kıran Bediüzzaman olsak…
Aklı zerre mikdar Allah’ın varlığında tereddüde düşen insanı hiçbir vaad teselli etmez, hiçbir zevk ve lezzet tatmin etmez. Gaflet ve iptal-i hissin altında bile derin bir ızdırab içinde kıvranır. Allah ve âhiretin varlığından emin olmak her devirde insanın en büyük meselesi olmuştur. Günümüzde ise büsbütün büyümüş, netleşmiş, acılaşmıştır. Işıltılı dünya saltanatını ebediyen kaybetme düşüncesi, tahammülü imkânsız bir ızdıraba dönüşmüş, insan ruhunu daha dünyada iken cehennem ateşinden beter bir acıyla yakmaktadır. Dünyadan kopmak, ölmek insan ruhu için hiç bu kadar acı olmamıştı. Ve imansızlık buhranı hiç bu kadar uç vermemişti. Beşeriyet sürü insiyakı ile uçurumdan uçuruma, karanlıktan karanlığa sürükleniyor.
Ellerinde aydınlık olanlara merhamet ve şefkat yakışır. Bu bedbahtlara aydınlık taşıyamazsak boğulacaklar, boğuluyorlar. Aydınlığı taşıyacak zihinler, gür sesler, muhkem şahsiyetler huda-i nabit olarak boy atmıyor artık; yetiştirmemiz lazım.
Dünya nimetlerinin yağmasına bir ara versek, insan yetiştirsek artık, insan!
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.