Abdulkadir MENEK
İnsan ve rabıta-i mevt
Nur hizmetinin en önemli esasının ihlas olduğuna şüphe yoktur. Nur talebeleri bütün hizmetlerinde yalnız ve yalnız Allah’ın rızasını düşünür ve bunu tahsil etmek için ellerinden gelen bütün gayreti göstermeye çalışırlar. Üstad Said Nursi, ihlası kazanmak ve bütün hayatları boyunca bu çizgi üzerinde müstakim olmak için talebelerine ölümü düşünmelerini ve buna göre kendilerine bir hayat rotasını belirlemelerini tavsiye eder.
Bu dünya hayatının en açık ve kaçınılmaz gerçeği olan ölüm, hepimizin hemen yakınında ve yanı başında bulunmaktadır. Hiçbir canlı varlığın, kendisini her an takip eden ve nefesini ensesinde hissettiren ölümden kaçabilmesi mümkün değildir. Her varlık kendisi için takdir edilen hayatı yaşadıktan sonra, kaçınılmaz olarak ölümün kollarına teslim olacaktır.
Ölüm düşüncesi, insanların kendilerine çeki düzen vermeleri için en önemli bir nasihatçi olarak görev yapmaktadır. Hayatın fani olduğunu, ölümün her an gelebileceğini düşünen ve bunu mümkün olduğu kadar akıllarından çıkarmamaya çalışan insanlar, dünyevi lezzet ve hevesler konusunda çok fazla istekli olmamakla birlikte, daha dikkatli bir hayat yaşamaya, nefsin ve şeytanın esiri olmamaya ve diğer insanlara zulüm ve haksızlık yapmamaya özen gösterirler.
Müminler için dünya meşakkat ve sıkıntılarından kurtulup ebedi saadetlere açılan bir kapı olan ölümü düşünmek, onları korkutmaz, hatta bazı özelliklerinden dolayı ünsiyet dahi verebilir. Çünkü;‘’Kabir, âlem-i âhirete açılmış bir kapıdır. Arka ciheti rahmettir, ön ciheti ise azaptır. Bütün dost ve sevgililer o kapının arka cihetinde duruyorlar. Senin de onlara iltihak zamanın gelmedi mi? Ve onlara gidip onları ziyaret etmeye iştiyakın yok mudur? Evet, vakit yaklaştı. Dünya kazûratından temizlenmek üzere bir gusül lâzımdır. Yoksa onlar istikzarla ikrah edeceklerdir. Eğer İmam-ı Rabbanî Ahmed-i Farukî bugün Hindistan’da hayattadır diye ziyaretine bir dâvet vuku bulsa, bütün zahmetlere ve tehlikelere katlanarak ziyaretine gideceğim. Binaenaleyh, İncil’de "Ahmed," Tevrat’ta "Ahyed," Kur’ân’da "Muhammed" ismiyle müsemmâ iki cihanın güneşi, kabrin arka tarafında milyonlarca FarukîAhmed’lerle muhat olarak sâkindir. Onların ziyaretlerine gitmek için niye acele etmiyoruz? Geri kalmak hatâdır.’’ (Mesnevi-i Nuriye, sayfa;109-110)
Kamil insanlar, ölüme bu cihet ile bakar, dünya hayatlarındaki vazifelerini en iyi şekilde tamamlayarak, ubudiyetlerini en iyi güzel yapmış insanların huzuru ile bu hayattan terhis tezkerelerini almak için gayret gösterirler. Rahim olan Allah, dünya hayatının da yaşanması ve imtihan sırrının gereğini yerine getirmeleri için de, her insanın kalbine az veya çok bir dünya sevgisi de yerleştirmiştir.
Burada önemli olan husus, dünya ve ahiret arasındaki dengeyi kurabilmek, dünya ve içindeki her şeyin faniliğini unutmayarak, kabrin arkası için çalışmayı esas gaye haline getirebilmektir. Bu dengeyi kurabilmek ve bütün bir hayat boyunca devam ettirebilmek de kolay değildir. ‘’Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya, yarın ölecekmiş gibi ahirete çalışmak’’ noktasında insanların kendi âlemlerinde tesis etmeleri gereken denge de imtihan sırrının can alıcı noktasını oluşturmaktadır.
Fakat ecel gizli olduğu için, ölümün insanları nerede, ne zaman ve nasıl yakalayacağı da belli değildir. Ecel vakti, bir rahmet ve inayet eseri olarak insanların hayatlarını devam ettirebilmeleri için gizli tutulmuştur. Bu durum büyük bir imtihan sırrını da beraber getirmiştir. Gaflet ve dalalet sarhoşluğu ile bazı insanlar ölümü kendilerinden olabildiğince uzak görmekte ve hatta aklına bile getirmemeye çalışmaktadır.
Deve kuşu misali başını kuma sokan, etraflarında cereyan eden hadiselere karşı gözünü kapayarak görmemezlikten gelen ve her daim dünyada yaşayacakmış gibi dünya lezzetlerine ve nimetlerine dört elle sarılan insanlar, kendilerini avutarak ölüm korkusundan kurtulmaya çalışmaktadırlar. Öldürülmeyen ölüme karşı, kendi hayatlarında ölüm düşüncesini öldürmeye çalışan ve bunun için de her yola tevessül ederek, duygu ve düşüncelerini gayr-ı meşru yollarla uyuşturarak yaşamaya çalışan insanları, şüphesiz ki büyük bir hayal kırıklığı ve hüsran beklemektedir.
İşte ahireti unutarak, bütün gayretini ve himmetini dünyaya harcayan ve tul-i emel düşüncesine kapılan insanların bu düşünceleri kendilerine bir fayda sağlamayacaktır. Fakat insan ne yaparsa yapsın, eceli kader ile takdir edilmiştir. Burada insanın pek yapabileceği bir şey yoktur. Çünkü ‘’Ömür ve yaşayışın hududu tayin edilmiştir; ne ileri ve ne de geri bir adım atılamaz. Bunun için elem çekme, mahzun olma. Tahammülünden âciz, takatinden hariç olduğun tul-i emel yükünü yüklenme.’’(Mesnevi-i Nuriye, sayfa; 101)
Oysa insanların hayatında ‘’tul-i emel’’ düşüncesinin çok olumsuz tezahürleri görülmektedir. Bu düşünce zaman zaman din ehline de sirayet etmektedir. İnsanlar, ölümü hatırlarına getirmeyip, her daim dünyada kalacakmış gibi bir eğilim içinde olmak isterler. Emeller, hiç ölmeyecekmiş gibi uzundur. Hadis’te ifade edilen ‘’dünya meşgaleleri, ölümü unutturmasın’’ tavsiyesini akıllarına getirmezler.
Tul-i emel düşüncesi ile mümkün olduğu kadar dünya hayatı ve lezzetleri, öncelikli bir konuma geçer ve dünya hayatının rahatı esas gaye haline getirilir. Dünya hayatının kısa ve geçiciliğine rağmen dünyaya ait işlere karşı gösterilen aşırı istek ve arzu, ancak ölümün unutulması ile mümkün olabilir.
Bütün himmet ve gayret dünyaya yönelince, ihlas kalmaz ve insanlar amaçlarını gerçekleştirmek için de riyakârlık dâhil türlü vasıtaya başvurmakta bir sakınca görmezler. Onlar için artık esas olan, dünyada rahat yaşamak ve dünyevi bütün isteklerine kavuşmaktır.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.