Mehmet EVREN
İnsanın evrenle iletişimi nasıl bozulur?
Evrende şuur sahibi her yaratılmışın bir temsil konumu vardır. İnsanın ise, diğer şuur sahiplerinden farklı olarak, bu konumunun, evrenin marifet ve muhabbete dönüşümünde fonksiyon icra eden bir "hilafet" unvanıyla isimlendirilmesidir. Bu durumda insan hilafet görevini icra etmediği takdirde, Allahın isimlerinin yansımalarını perdeleyecek ve fertte yansıyan âlemi de anlamsızlaştıracaktır. Bu ise evren ile hastalıklı bir iletişimi sonuç verecektir. Öte yandan, sağlıksız iletişim, ferdin ruh dünyasında sevgisizliğe ve evrenin o ferdin âlemindeki bütün güzellikleri gölgelemesine yol açacaktır.
Çünkü insan "halife" iken, tahrip ve kötülük yönüyle evrenle iletişimi tek taraflı olarak bozabilmektedir. Dolayısıyla "küçük bir hareketle çok tahribat" yapabilen ve "çok mahlûkatın hukukuna tecavüz" edebilen insan, bu hareketiyle evrenin dili olan felaketlerle bu negatif iletişimin cezasını çekmektedir. (Lem'alar, 72) Evrenle negatif iletişimin yansımaları olarak, iyi davranılmayan çiçeklerin küstüğü, zulme uğrayan hayvanların şiddetli tepkiler verdiği, hatta bazılarının intikam aldığı bilinmektedir. Cansız olarak bildiğimiz hava, deniz, dağ, rüzgar gibi, içlerinde sayısız canlı varlıkları barındıran ve besleyen unsurların kendilerine verilen görevleri harfiyen yerine getirdikleri herkesin malumudur. Evrenin en şerefli mahluku olarak görevini ihmal eden ve tahribatı haddi aşan insanlara karşı elbette ki bu unsurların da bir tepkisi olmalıdır.
Bu konuda Bediüzzaman; "Ehl-i dalaletin şerrinden kâinatın kızdıklarını ve anasır-ı külliyenin hiddet ettiklerini ve umum mevcudatın galeyana geldiklerini, Kur'an-ı Hakîm mu'cizane ifade ediyor. Yani kavm-i Nuh'un başına gelen tufan ile semavat ve arzın hücumunu ve kavm-i Semud ve Âd'in inkârından hava unsurunun hiddetini ve kavm-i Firavun'a karşı su unsurunun ve denizin galeyanını ve Karun'a karşı toprak unsurunun gayzını ve ehl-i küfre karşı âhirette; 'tekadü temeyyezü mine'l-gayz' sırrıyla Cehennem'in gayzını ve öfkesini ve sair mevcudatın ehl-i küfür ve dalalete karşı hiddetini gösterip ilân ederek gayet müthiş bir tarzda i'cazkârane ehl-i dalalet ve isyanı zecrediyor" demektedir.
Hatta küfür ve dalaletin müthiş bir tecavüz ve umum mevcudatı alâkadar edecek bir cinayet olduğunu da ifade eden Bediüzzaman, kâinatın yaratılmasındaki esas amacın insanın kulluk etmesi ve Rububiyet-i İlahiyeye karşı iman ve itaatla mukabele etmesi olduğunu vurgulamaktadır. Küfürdeki inkârla, mevcudatın gayeleri ve beka sebepleri olan büyük netice reddedildiği için, bütün mahlûkatın hukukuna bir nevi tecavüz edilmiş olmaktadır. Kendilerini ve kendilerinde cilveleri tezahür eden İlahi isimleri küfürle aşağılamış olan insana, elbette derecesine göre kâinat hiddete gelmekte, kızmakta, öfkelenmektedir.
Bu noktada Bediüzzaman'ın insanlara tavsiyesi şudur: "Ey cirmi ve cismi küçük ve cürmü ve zulmü büyük ve ayb ve zenbi (günahı) azîm (büyük) bîçare (çaresiz) insan! Kâinatın hiddetinden, mahlûkatın nefretinden, mevcudatın öfkesinden kurtulmak istersen, işte kurtulmanın çaresi; Kur'an-ı Hakîm'in daire-i kudsiyesine girmektir ve Kur'an'ın mübelliği olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın Sünnet-i Seniyesine ittibadır. Gir ve tabi ol!" (Lem'alar, 83, 84)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.