İnsanlık krizinin ayak sesleri: 68 Kuşağı

Bir Hak ve Halk Bilgesi: Mehmet Fırıncı-3

(Katre Uluslararası İnsan Araştırmaları Dergisi’nde yayınlanan yazı)

20. asra damgasını vuran olaylardan birisi, şüphesiz 1968 gençlik hareketleridir. Savaşa ve ırk ayrımına karşıtlık ile özgürlük, eşitlik, refah gibi talepler 68 Kuşağının görünür yüzü idi. Keza, emeğin istismarından kaynaklanan fakirlik, gelir dağılımındaki dengesizlik anarşinin gerekçesi yapılıyordu. Gösteriler, hoşgörü sınırlarını aşarak yakıp yıkmaya dönüşünce batılı yönetimler, polisiye tedbirlerle kamu düzenini korumayı seçtiler.

68 Kuşağının eylemleri Türkiye’ye de sıçradı. Sağ-sol, milliyetçi-sosyalist gibi İdeolojik farklılıklar, gençlik heyecanıyla buluşarak sokak çatışmasına dönüştü. Eğitim kurumlarındaki boykot ve işgallerle eğitim yapılamaz, fabrikalar çalışamaz hale geldi. Bizde de güvenlik endişeleri ön plana çıktı. Olaylar, politik bir bakışla gençlik hevesinin anarşik tavrı olarak görüldü ve pansuman güvenlik tedbirleri yeterli görüldü.

Aslında 68 olaylarıyla yaşananlar, Batı kültürünün ürettiği emek istismarına dayalı yaşam tarzı ile sefalet ve sefahatten beslenen adalet yoksunu küresel insani sorunlara yönelik tepkinin ayak sesleri idi. Batı, insanlık aleyhine sömürü ve istismarla yönettiği bu süreci sürdürebilmek için köklü çözümler üretmekten yana değildi. Karşılaştığı tehlikeyi, “yaygın toplumsal terör” çıtasına yükselterek polisiye tedbirle geçiştirmeyi seçti. Halbuki sorun, adalet, eşitlik, hürriyet, refah gibi insan kimliğinin çözüm bekleyen asırlık problemleri idi. Merhum Fırıncı’nın Bediüzzaman’dan naklettiği, “Siyaset biraz tevakkuf etse, insanlığın nazarı İslam’a dönecek” sözü, yaşanan sürecin temelindeki insani problemlerin çözüm şifresini veriyordu. Sorunun insani ve fıtri boyutuna işaret ediyordu.

68 Kuşağının başlattığı çatışmacı sürecin tekin bir hareket olmadığını, “iman ve hayat” boyutlu derin bir insanlık sorunu olduğunu gören Mehmet Fırıncı ve arkadaşları olaya ilgisiz kalmadılar. Kendi çaplarında gençliği bu kaostan koruma çabasına girdiler. Üniversite gençliğini çatışmadan alıp, eğitimine devam edebileceği, hayata hazırlanabileceği ortamın tesisi için “asayiş komiteleri” kurarak, üniversite yönetimleri ile temasa geçtiler. İdarenin aldığı tedbirlerin de katkısıyla eğitim bir ölçüde yapılabilir hale geldi. Fakat çatışmalar durmadığı gibi zaman içinde artan bir ivme kazandı.

Gençlik hareketleri Türkiye’de konjonktürel bir hadise olarak kalmadı. Gençliğin heyecanını siyasette kullanmanın, 1960 darbesinde tadını alan çevreler, gençliği, seçilmiş otoriteye karşı, bir koç başı olarak hep kullandılar. Gençlik hareketlerinin 1968’lerde oluşturduğu kaostan nemalanmak isteyen bu odaklar, bu defa 12 Mart 1971 Muhtıra darbesini yaptılar. Yabancı menfaat odaklarının seçilmiş sivil iktidara aldırtamadıkları “haşhaş ekimine yasak kararı”, darbecilerin kurdurduğu hükümete aldırıldı. Böylece Muhtıra ile yabancıların dediği oldu.

Siyasi suçları da kapsayan 1974 affından sonra, sağcı ve solcu gençler, daha da bilenerek hapisten çıktılar. 12 Eylül 1980 darbe tarihine kadar, “sağ-sol çatışması” denilerek ve biraz da etnik boyut kazanmış olaylarda beş bin genç karanlık bir el tarafından sistematik olarak katledildi. Hatta aynı silahla sabahleyin bir sağcı öldürülüyor, öğleden sonra aynı silahla bir solcu genç katlediliyordu. Darbeyi gerçekleştiren Komuta Konseyinin Başkanı, darbenin toplum tarafından tam kabullenilir hale gelmesi için, “şartların olgunlaşmasını bekledik” diyerek gençlerin katlinin istatistiği üzerinden iktidar hesabı yaptığını itiraf ediyordu. Türkiye, bu katliam organizatörünün orgenerallik rütbesini yargı eliyle sökecek dirayeti, otuz iki sene sonra da olsa gösterebilmiştir.

Türkiye’de 12 Eylül öncesinde yaşanan terörün faydasını bu defa Yunanistan görüyordu. Türkiye’nin 1974 Kıbrıs çıkarması engellenmediği için NATO’ya küsen Yunanistan, ittifakın askeri kanadından çekilmişti. 12 Eylülcülerin ilk işi, Yunanistan’ın NATO’ya dönüşünü engelleyen Türkiye’nin rezervini, ülkeye ihanet edercesine kaldırmak oldu. Çünkü seçilmiş yönetimler bunu yapmamıştı.

12 Eylül darbesi bir de Anayasa hazırlamıştı. Hürriyetleri sınırlayan, tek parti esintisi taşıyan ideolojik vesayet Anayasa’sı 07.11.1982 tarihinde yapılan referanduma sunuldu. Anayasa’nın yüzde 92 oyla kabul edildiği açıklandı! “Anayasaya hayır” demenin yasaklandığı şartlarda “Anayasa’ya Niçin Hayır” başlıklı analitik ve eleştirel bir broşürü, Mehmet Fırıncı’nın da içinde bulunduğu bir grup arkadaşla beraber hazırladık. O gün söylenmesi gerekenleri, dergi boyundaki bir broşürle tarihin ve arşivlerin hafızasına emanet ettik.

(Devam edecek)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum