Hüseyin YILMAZ
Irkçılığın her türlüsüne lânet!..
Türkiye, bir bütün olarak yaşamaya devam etmek istiyorsa, iki şeye mecbur: Birincisi; ırkçı resmî ideolojiden kurtulmak... Diğeri, kurtulduğunun yerine şahane ve ãdil bir demokratik nizãmı inşã etmek... Kolay değil, ama mümkün...
İçtimãî meseleler neticeleriyle değil, sebepleriyle değerlendirilir. Neticeyi doğuran sebepleri doğru tahlil edip ortadan kaldırmadığınız müddetçe, rahatsız edici tehlikeli neticelerinden kurtulamazsınız. Türkiye’nin başı, kabaran kavmî hissiyatlarla dertte. Doğru!.. Ama bu dertler neticedir, köklü ve kasdî sebeplerin neticesi...
Osmanlı’nın İslâmî çizgisinden lâdini bir çizgiye kayıp yegâne istinad noktası olarak Türkçülüğe dayanan Ankara, kavmen Türk olmayanları rızalarıyla Türkleştiremeyince, geçici çâreyi istibad ve zulümde buldu. Türkçülüğü meşru bir hak kabul ettiğiniz andan itibaren en az Türkçülük kadar meşru ve hak olan Kürtçülüğün bu topraklarda boy atacağını görmemek için budala olmak gerekirdi. Budalaydılar... Irkçılıktan vazgeçmek yerine Kürtçülük adı altında Türkçülüğün tepkisi olarak gelişen hareketleri zâlimane ve cebrî tedbirlerle sindirmeye çalışan Ankara’nın derin tarafı, CHP ve MHP’nin de desteğiyle nihãyet memleketi –telâffuzundan elem ve ızdırab duyduğum- kanlı bir iç savaş ihtimali ile bölünmenin eşiğine getirmiş bulunuyor.
Türkçülüğü iftiharla serbest, ama Kürtçülüğü tel’in ile yasaklayan bu ahmak zihniyet, sadece budalalıkla malul değil, hıyanet emareleri de taşıyor. Kimden ve nereden gelirse gelsin ırkçılığın her türlüsünü cahiliye yaftasıyla tardeden İslâmiyeti, Anadolu topraklarından ve halkının sinesinden söküp atmaya çalışan, İmamhatipli kamunun sevk ve idaresine gelmesin diye katsayı zulmü ile nesilleri inleten, inancın en basit tezãhürlerinden olan başörtüsüne yaptığı düşmanlık ve zulüm ile ocakları söndüren bu taşlaşmış zihniyetle atılacak tek adım, alınacak bir karış mesafe yoktur.
Bir kavmin dilini, tãrihini, coğrafyasını yasaklayarak, istibdad ve zulüm ile sevk ve idãre etmenin imkânı kalmamıştır. Bu hamãkatta ısrar, derin ve kabil-i iltiyam olmayan bir inşikaka sebebiyet verir. Memleketin bölünüp parçalanmasını istemeyen Türk-Kürt ve diğer vatanperver ve hamiyetperverlere düşen vazife, çılgın taraf ve taraftarların kast-ı mahsusla sevkettikleri, -Allah göstermesin!- iç savaşa kadar uzanabilecek sokak çatışmalarına meydan vermemek için seslerini yükseltmeleri, ortaya kararlı ama insanca ve ãdil bır tavırla çıkmalarıdır.
Dışarıdan düşünce dilenciliğine de ihtiyacımız yok. Bütün kavimleri Allah’ın mahluku olma noktasından eşit, Müslim olma itibariyle de kardeş ilân eden İslâmiyet, bütün dertlerimiz için devã olabilecek şümûla sahipdir. Evet, Türkler ve Kürtler kardeştirler ve bu kardeşliği tesis eden birinci ãmil de İslâmiyet’tir. Bu iki kavmi, ırkçılık zehriyle zehirleyip sonra birbirine kırdırmak, düşmanca bir tezgâhtır. Bu tezgâhın içinde taraf olarak yer almak ise, hainãne bir irtikab...
Bir kavgada taraf olanların adaletle hükmetmeleri, akl-ı selimle hareket etmeleri beklenilemez. Kürtleri bir asra yakındır inkârla yok sayan resmî düşünce ve bu düşüncenin zebunu devlet unsurları gibi, bu kavganın ırkçı taraflarından da çözüm beklemek safdillik olur. 1993’de huzura bir adım kala tertiplenen 33 erin katliamı ile Demokratik Teşebbüs zemini ve DTP kararı öncesine rastlayan ve Türkçü çevreleri zıvanadan çıkaracağı hesaplanan Reşadiye katliamı tesadüflerle izah edilemeyeceği gibi, tarafların bu şen’i kavgada hemfikir olduklarını da tevsik eder.
Bu, hayat memat meselesi haline gelmiş devasa meseleyi çözme mevkiinde olanlar Resmi görüşün müntesibleri, CHP, MHP ya da DTP ve PKK değil, Demokratik Teşebbüs adımını samimiyet ve cür’etle atan AK Parti ve istinad ettiği samimî dindar kitledir. Meseleye taraf olanlardan asla ve kat’a gelmeyecek olan medet ümid ve arayışları ile zaman kaybetmek yerine, hak ve hakikatten hareketle ãdilâne adımlar atılmalı. İsteyip ya da istemediklerine bakmaksızın, insan hak ve hürriyetlerinin tamamını hayatlandıracak bir zemin için bütün adımları tereddütsüz atmalı. Devletin yegâne mükellefiyeti, isteyene vermek değildir. İstemeyenin haklarını korumak da devletin vazifesidir. Nasılsa talebleri yok, diye delilerinizi sokağa atamaz, aptallarınızın haklarını yağmalayamazsınız.
Kürt halkına yönelik maddi-mânevî atılacak her müsbet adım makes bulacak ve bugün kendilerini vazgeçilmez taraf olarak dayatıp memleketi iç savaşa sürükleyenleri tasfiyeye mahkum edecektir. Benzer bir durum, Müslüman Türk halkı için de geçerlidir... İnançlarının en basit tezâhürlerine tahammül gösterilmeyerek küstürülen ve Batıdan devşirme, bizim için ahlâksızlığın tã kendisi olan telâkkilerle bir asırdır ahlâksızlaştırılmaya çalışılan Müslüman Türk halkının dinî hissiyatlarından kalma son kırıntıları da pis kavgalarına ãlet eden ırkçıları devre dışı bırakmanın yolu, inançlarımızın bütün güzelliğiyle boy atacağı bir hürriyet zeminini tesis etmektir. Bin yıl İslâmın bayraktarlığını yapmış bu dindar millete revã görülen dehşetli zulüm artık yeter...
Ankara iktidarı, Kürtler kadar Türklere de zulüm revã görmüştür ve görmekte devam etmektedir... Başörtülü kızı okala gidemeyen, örtülü hanımından dolayı kamu vazifesi yapamayıp hizmet alamayan, devlet kapısında murdar bir leş muamelesi gören dindar Türkler’in daha az mağdur olduklarını kim söyleyebilir? Şapka kanunundan iki yıl önce yazdığı bir kitapçıktan dolayı, adından başka mahkeme ile hiçbir alâkası olmayan Ankara İstiklâl Mahkemesi’nce idam ettirilen İskilipli Âtıf Hoca ve emsãlleri ile gözdağı verilen Müslüman Türkleri, resmî düşüncenin pervanesi etmek için bir asırdır yürütülen cebrî ve küfrî zorlamaların neticesi olarak vücut bulan bir avuç Türk ırkçısına bakıp Türklere düşmanlık yapmak, insafa sığar mı Kürd kardeşim?
Ya bin yıl zarfında sizinle her cephede, sizin gibi cenk edip şehid düşmüş, gãzi olmuş Kürt halkının torunlarından küçük bir kısmının resmî düşüncenin asırlık iğfalâtına aldanıp Kürtçülük yapmalarına bakıp bütün Kürt halkına düşmanlık yapmak, sana yakışıyor mu Türk kardeşim? Sizi birbirinize kırdırmak için kurulmuş bu haninãne tuzağa göz göre göre düşmek, mü’minin ferasetine sığar mı?
Tarihteki sebeb-i vücudu Osmanlı ve İslâm dünyasını parçalamak olup, Avrupa tarafından topraklarımıza salınmış ırkçılık illetinin Avrupa’da hayat hakkına sahib olmadığını ne zaman göreceksiniz, ey Türkler ve Kürtler!.. Hak ve hakikatla uzaktan yakından alâkası olmayan, kişilerin tercihine bırakılmayıp doğrudan İlâhî Hikmetin takdirinde bulunan kavmî mensubiyetle iftihar gibi bir budalalıktan ne zaman kurtulacaksınız?..
Bu memleketin Müslüman insanları!.. Bari sizler gayrete geliniz, bari sizler bir Müslim sabahında gözlerinizi açınız, asırlardır uyuduğunuz yeter! Uyumakta ısrar ederseniz, dehşetli bir kavga ile uyandırılacağınızı, hayat ve nãmusunuzun garatına mani olamayacağınızı unutmayınız. Düşmanlarınızla müttefik ırkçıların körükledikleri bu gidişatı sadece sizler durdurabilirsiniz. Sesinizi yükseltiniz, avazınız çıktığı kadar haykırınız: İnanalar kardeştir!.. Sizi birbirinize kırdırmak için yola çıkan ırkçıların heveslerini bu İlâhî hakikatle kursaklarında bırakarak, oyunlarını bozunuz...
AK Partiye gelince... Zor, tehlikeli ama muazzam neticeleri olabilecek hayırlı bir işe teşebbüs etti. Geri dönemez, dönmemeli... Bu gidişin dönüşü olmaz. Geriye bakmak, tereddütler yaşamak; dağılmak ve ölmek demektir. İster istemez değil, şevkle, azimle ileriye yürümeli, çok daha kararlı, çok daha cesur ama çok daha dikkatli adımlarla. Meselenin tarafı olan ve menfaatlarını bu pis kavganın devamına bağlamış olanlarla alınacak mesafe zâten yoktu. Baykal’ın bir takım güçleri tayakkuza davet eden laflarına, Bahçeli’nin seksen öncesi gibi sokaklara çıkmaya can atan Ülkücülere yüksek perdeden nara atmalarına, DTP’nin şahinlerinin dağları tarayan tehdit dolu bakışlarına aldırmaksızın yürümenin zamanıdır.
Demokratik Teşebbüs, başkaları istiyor diye zoraki olmamalı... Kimse istemese de, kimse böyle bir ihtiyacı hissetmese de olması gerektiği, milleti refah ve saãdete kanatlandıracağı için olmalı. Demokratikleşmeyi şarta bağlamak, iz’an ve insafa sığmaz. Ne yani? PKK silahı bırakmıyor, Bahçeli Türkçülükten vazgeçmiyor, Baykal devletçilikten tâviz vermiyor, haricî düşmanlarımız dãhilî sulhumuzu istemiyor diye demokratikleşmekten vaz mı geçeceksiniz? Bu hakkı kim size verdi? Madem ki, diğerlerinden önce uyandınız, bu ihtiyacı önce siz farkettiniz; vaz geçemezsiniz, geçmemelisiniz. Niçin muhatab arıyorsunuz, niçin ille de birilerinin “Tamam!” demesini bekliyorsunuz? Hakikat, başkası da sahiplendiği için mi sahiplenilir; başkası da beğendiği için mi takdir edilir?.. Nãmuslu insan, sadece hak ve hakikat olduğu için doğruyu sahiplenir, başkası da sahiplendiği için değil...
Kaldı ki yalnız değilsiniz... Yalnız değilsiniz ne demek? Görmüyor musunuz ki, milletin kahir ekseriyeti bu zor şartlara rağmen sizinledir! Görmüyor musunuz ki, bu millet, sizin rehberliğinizde dünyevî bir ferec de arıyor! Bir asır önce birileri dinsizlik tohumları ekip sularken, Barla’da rahmanî bir soluk da Nur tohumlarının neşv-ü neması için nefes tüketiyordu. Biri Ankara’ya hapsolup taşlaşmış bir heykele inkılâb etti, diğeri mecburî inzivasından kanatlanıp dünyaya rahmet oldu... Görmüyor musunuz?
Korkmayınız! Hayrın şerre galibiyeti hep mutlaktı, ama çok az vakitlerde netice bu kadar parlak olmuştu... Bu sekârât gürültülerine, bu can çekişmekten kaynaklanan azab dolu kımıldanışlara aldırmayınız... Küfrün topraklarımıza saldığı bu şer cereyanı öldü, ölmek üzere... Yeter ki, duracağımız yeri doğru tesbit edelim. Yeter ki, Türk ile Kürdün kardeş olduğunu untmayalım ve bu kardeşliğin gereklerine riayet edelim. Yeter ki, ırkçılık gibi bir hamãkatın meczubları olmayalım.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.