Himmet UÇ
İslam sanatının felsefesi
Bu yaz, Estetik Eleştiri diye bir kitap yazdım. 250 kadar kitap karıştırdım. Şiirimizde ve plastik sanatlarımızda güzelin neden güzel, çirkinin neden çirkin olduğunu anlatan estetik ve sanat felsefesi metinleri yok. Yahya Kemal şiirimizin en estetik şairi olarak kabul edilir, bu bir kabul-i umumidir, öyledir de. En ekabirlerin sanat mülahazalarını okudum, hepsi güzel, mükemmel ama “neden güzel, güzelin neye göre güzel neye göre çirkin olduğunu” anlatan yok. Bir hayranlık ama hayranlık sanatta çok muteber bir makam değil. Çünkü hayranlık azametin, büyüklüğün karşısında izah edemeyişin verdiği bir estetik hal. Hayranlık dinde secdeye dönüşüyor çünkü bu azametli ve sonsuz varlıkların bir arada bir düzen içinde hayatımızı ve evrenin hayatını bozmayacak şekilde idare edilmesi insan aklının çözümleyeceği bir şey değil. Bu yüzden Abdülhak Hamit şöyle der;
Ne alemdir bu alem aklı fikri bi karar eyler
Hep mucizat-ı kudret piş-i çeşmimden güzer eyler
Akıl ve fikir alemin bu ihata edilmez büyüklüğü karşısında kararsızdır. Fesdabime tümer ayetini duyunca Arap secdeye kapanmış. “Sen müslüman mı oldun” demişler. “hayır, ben bu ayetin mucizeliğine, söylenişteki ustalığına secde ettim” demiş. Ben niye hissetmiyorum, sen nerden hissedeceksin, dursana. Mısır firavunlarının mezarlarını, onların azametini görmek için Avrupa’dan gelen insanlar seyredip şaşkınlığını ifade ediyorlar. Bazı ladini tavırlarla bazıları da secdeye kapanırmış çünkü insanın “ben”i “ancak azametini bu şekilde ifade ediyorum” demek. Azamet karşısında bir tavır ayakta durmak. Hani sevdiğimiz insanların veya hayran olduğumuz insanların huzurunda ayakta dururuz. Hocam Rahmetli Orhan Okay’ın huzuruna geldim mi ayakta beklerdim, o fark edince “otursana” derdi. Rahmetli Hocam Haluk İpekten de bakardı ki ayaktayım, “otursana Himmet yer senden kuvvetli“ derdi.
Bediüzzaman büyük bir sanat felsefecisi. Hegel, Kant da yüksek estetikçiler ama onlar tanrısal apokaliptik kainatın sanat felsefesini yapmıyorlar. Kant, Bavyera Eyaletinde bir dostuna gider. Ormanda ağaçların servermiş gibi yükseklerde olmasına hayret eder, orda yüce estetik kategorisini hisseder.
Kant’tan yüzyıllar önce Dede Korkut’ta da yüce anlatılır;
Yücelerden yücesin yüce Tanrı
Kimse bilmez nicesin güzel Tanrı
Sen Ademe taç giydirdin
Şeytana lanet kıldın
Bir suçtan ötürü dergahından sürdün
İbrahimi tutturdun
Hanım deriye sardın
Kaldırıp ateşe attırdın
Ateşi gülistan kıldın
Sirliğine sığındım
Aziz Allah hocam bana meded.
Bizim edebiyat camiası onlarca yıldır vatanı kurtarır. Vatanı kurtaranlar kurtarmış bize yiyip içmek düşmüş. Kazanılmış toprağın üstünde sofra, gelsin çaylar gitsin kahveler, daha neler neler. Fakat sanatı kurtaran yok, çocuklarımız sanat eserlerinin karşısında nasıl durur, neler hisseder. Roma’daki büyük kilisenin duvarına çıplak kadın resimleri asmak istemiş bir reklam firması, kilise “olmaz o kutsal duvara böyle garabet” demiş. Harika.
Bediüzzaman kainattaki, insandaki, bütün varlıklardaki sanat ve tasarımlara dikkat çeker. Ama toplum mekr-i Rabbaniden kurtulamaz, bakamaz, öyle olsun.
“Şu kainat denilen alem-i ekber ve insan denilen onun misal-i musağğari olan alem–i asgar, Kudret ve kader kalemiyle yazılan afaki ve enfüsi vahdaniyet delailini gösteriyorlar. Evet kainattaki sanat-ı muntazamanın küçük bir mikyasda nümunesi insanda vardır. O daire-i Kübradaki sanat, Sanii Vahide şehadet ettiği gibi şu insanda olan küçük mikyastaki hurdebini sanat dahi O Sani’a işaret eder. Vahdetini gösterir, hem nasıl ki şu insan gayet manidar bir mektub-ı Rabbanidir, muntazam bir kaside-i kaderdir. Hiç mümkün müdür ki hadsiz alamet-i farika ile bütün insanlara bakan şu insan yüzündeki sikke-i vahdete ve bütün mevcudatı omuz omuza, el ele, baş başa veren kainat üstündeki hatem-i vahdaniyete Vahid-i Ehadden başka bir şeyin müdahalesi bulunsun!?...”
Kainat büyük alem, insan ise onun küçük bir örneği. Nasıl bir ağaç süzülüp bir tohumda toplanıyorsa tohum da açılınca bir ağaç oluyor. “İnsan alemin küçük örneği” demek alemde olan herşey insanda küçük ölçekte vardır demek. Demek o tohum olan küçük örnek açılabilirse bütün alemle alakadar olabilir.
Büyük örneği birbiriyle alakadar cüzlerini mütenasip bir şekilde bir araya getiren, tevhid eden vahidiyettir. Yani o birleştiren, faydalı nisbetlerle, oranlarla bir araya getiren vahidiyettir. Vahidiyet hem açıyor hem cem ediyor, topluyor. İnsan ile alem arasında gidiş gelişler var. Sanat bu vahidiyet meselesini sanatçının terkib kabiliyeti yerli yerindelik ile izah ediyor yani herşeyi faydalı yerli yerine koymak.
İslam estetiği diye bir şey olmadığı için vahidiyetten, sanatçının güzeli oluşturan fiili ortaya konamıyor. Halbuki İslam’ın, ilahi sanatın felsefesi aynen beşeri sanatın da felsefesidir. Bediüzzaman’ın bu metinleri çok ama oradan bir sanat felsefesi çıkaracak çalışmaları olan insanlar yok. Umberto Eco Hristiyan doğmalarından ve kilise babalarının sözlerinden bir ortaçağ estetiği diye kitap çıkarmış. Çok yorumları İslam’ın sanat felsefesi çünkü insanın ve alemin birlikteliğinin ifadesi dinlere göre değişmez.
Bunun devamı olan cümlede yani kainatta o büyük alemde terkiplerin hepsi yani anlamlı bir araya getirme işi Sani-i Vahid’e yani birleştiren bir sanatçıya delildir. Beşeri sanatta da bir sanatçı cüzleri bir tenasüb ve güzellik ifade edecek oranlarda yerine koymakla sanat eseri meydana getiriyor. Çünkü insanda da vahidiyet tecellisi olarak terkib etme, yerli yerine koyma fiili var. Yani insan hem alemin kendisinden açıldığı bir tohum hem de bir büyük alem. Veliler bu büyük aleme açılan çekirdek yani tohumdan büyük aleme gidip gelmişler ama o büyük bir terbiye ile olur.
Her ilim kendi lisanıyla alemdeki sanat inceliklerini yakalar. İnsanla ilgili ilimler de insandaki sanatı yakalar. Ünlü bir ressam ölü kadavralar üzerindeki yaptığı çalışmalarla insanın nasıl sanatlı şekilde terkip edildiğinden sanata kurallar çıkarmış. Batı ilmi bu iki büyük sanat eseri arasında geçişleri kısmen anlatabilmiş. Bediüzaman büyük bir sanat felsefecisi işte bu yüzden. Ama onun metinleri manalarının derinliklerine inilerek anlatılmadığından, bir anlamsız biteviyelik var.
İşte bu iki öznenin insan bedeninde ve kainatta anlamlı birlikteliğini veren Vahid-i Ehaddir. Neden ikisi bir arada? Vahid büyük çoklukta bir araya getirme, ehad da küçük çoklukta bir araya getirme. Evrenin birliği vahidden insanın birliği ehadden. Vahid kainatı farklı fonksiyonlu varlıklardan bir araya getiriyor, yağmuru yağdırıyor, bitkileri bitiriyor, insanları geliştiriyor. Vahid bütün varlık cüzlerini yerli yerine koyuyor, ehad da bu büyük birliktelikten küçük birliktelikler meydana getiriyor. İnsan çok zaman ehadi dua eder, sofrada gördükleri ehadidir. Bir zeytin bir yıl demektir, onu bir yılın tezgahından çıkaran ehaddir ama onu insana sunan fabrika, kainat büyük alemdir. Çok insan bu ikincisini görmez göremez. “Allah’ım verdiğin nimetlere şükür” der. “Allah’ım şu kainatı benim için terkib ettin” demez. Bu sadece yirminci mektuptan bir cümle var gerilerini kıyas eyle.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.