Abdulkadir MENEK
İslamiyet ve milliyetçilik (III)
Aslında tek ırktan oluşan bir toplum da söz konusu değildir. Asırlardan beri, göçler ve diğer sebeplerden dolayı insanlar çok farklı yerlere gitmişler, birbirleriyle kaynaşmışlar, kız alıp kız vermişler, böylece ırklar karışmış ve çoğu kişinin gerçek ırkı neredeyse tarih sayfaları arasında kaybolmuştur. Bundan dolayı, ‘’memleketimiz eski zamandan beri çok muhacerat ve tebeddülata maruz kalmakla beraber; merkez-i hükümet-i İslamiye bu vatanda teşkil olunduktan sonra akvam-ı saireden çokları pervane gibi içlerine atılıp tavattun etmişler. (Çok farklı yerlerden çok sayıdan insan bu ülkeyi vatan eylemiş.) İşte bu halde levh-i mahfuz açılsa, ancak hakiki unsurlar birbirinden tefrik edilebilir. Öyle ise hakiki unsuriyet fikrine, hareketi ve cemiyeti bina etmek manasız, hem de pek zararlıdır” (1) diyen Bediüzzaman bu sosyolojik gerçeğe işaret etmekte ve ırkçılık fikri üzerine cemiyetin bina edilemeyeceğini belirtmektedir.
20. yüzyılın başlarında İslam kardeşliğini zedelemek ve Müslümanları birbirine düşürmek için Bediüzzaman’ın ‘’içimize sokulan Frenk illeti’’ olarak tabir ettiği ırkçılık düşüncesi körüklenmeye çalışılmış, bu tahrikler ve sistematik çalışmalar sonucu İslam âleminde derin ihtilaflar ve yaralar açılmıştır. Osmanlı Devleti’nin yıkılışı da, büyük ölçüde Osmanlıyı oluşturan milletlerin içine atılan ırkçılık düşüncesi sonucu meydana gelmiştir. Bu ırkçılık tohumu, öncelikle Osmanlı Devleti şemsiyesi altında yaşayan gayr-ı müslüm kavimlerin bostanında yeşermiş, buralarda ayrılık düşünceleri revaç bulmaya başlamıştır. Daha sonraları ise Müslüman kavimler bu fitneye kapılmışlar ve Osmanlı Devleti’nde büyük bir fitne ve ayrılık rüzgârları esmeye başlamıştır.
Bediüzzaman tam bu sıralarda Meşrutiyet düşüncesine, ayrılık düşüncelerinin önünde bir engel olabilecek ve İslamiyetin ruhuna uygun bir düşünce olarak sahip çıkmış ve bu düşüncesini yazmış olduğu bir makalede şu sözler ile ifade etmiştir:
’’Mademki Meşrutiyette hâkimiyet millettedir. Mevcudiyet-i milleti göstermek lazımdır. Milletimiz de yalnız İslamiyettir. Zira Arap, Türk, Kürt, Arnavut, Çerkez ve Laz’ların en kuvvetli ve hakikatli revatıp ve milliyetleri İslamiyetten başka bir şey değildir. Nasıl ki az ihmal ile tavaif-i müluk temelleri atılmakta ve on üç asır evvel olan asabiyet-i cahiliyeyi ihya ile fitne ikaz olunmaktadır’’ (2)
‘’Unsuriyetperverliği (ırkçılığı) Avrupa’nın bir nevi Frenk illeti olduğundan bir zehr-i katil nazarıyla bakmışım. Ve Avrupa o Frenk illetini İslam(milletlerinin) içine atmış; ta (Müslümanlar arasında) tefrika versin, parçalasın, yutmasına hazır olsun’’ diyen Bediüzzaman, öldürücü bir zehir gibi tehlikeli gördüğü ırkçılığın Avrupa tarafından‘’böl, parçala, yut’’ siyaseti için Müslümanların arasına atıldığını belirtmektedir.
Bu sinsi düşünce çok planlı bir şekilde, ajanlar ve yoğun propagandalar sayesinde ustaca uygulama sahasına konmuş ve içerideki gönüllü işbirlikçilerin de büyük katkıları ile kısa sürede çok büyük mesafe alınmıştır. ‘’Bu hastalık ve fikir, gayet ve zevkli ve cazibedar bir halet-i ruhiye verdiği için, pek çok zararları ve tehlikeleriyle beraber, zevk hatırı için her millet cüz’i külli bu fikre iştiyak gösterdiklerinden’’ (3) ve özellikle gençler için cazibeli yönleri çok ağır basan milliyetçilik düşüncesi teşvik edilerek, dini duyguların geri plana bırakılması ve zamanla unutulması için çok sinsi ve dessasane çalışmalar yapılmıştır. Irkçılığın; adaletin ve hakkın uygulanması önünde de çok büyük engeller olduğunu belirten Bediüzzaman, bu hususu şu şekilde ifade etmektedir: ‘’Unsuriyet ve menfi milliyet esasları adaleti ve hakkı takip etmediğinden zulmeder. Çünkü unsuriyetperver bir hâkim, milletdaşını tercih eder, adalet edemez.’’(4)
Bediüzzaman, milliyetçilik ile ilgili olarak çok ilginç tespitlerde bulunmaktadır. Milliyetçiliği iki kısma ayıran Bediüzzaman, menfi milliyetçiliğin zararlarını şu şekilde ifade etmektedir:
‘’Fikr-i milliyet şu asırda çok ileri gitmiş. Hususan dessas Avrupa zalimleri, bunu İslâmlar içinde menfi bir surette uyandırıyorlar, ta ki parçalayıp onları yutsunlar. Hem fikr-i milliyette bir zevk-i nefsanî var, gafletkârâne bir lezzet var, şeametli bir kuvvet var. Onun için, şu zamanda hayat-ı içtimaiye ile meşgul olanlara "Fikr-i milliyeti bırakınız" denilmez.
‘’Fakat fikr-i milliyet iki kısımdır: Bir kısmı menfidir, şeametlidir, zararlıdır. Başkasını yutmakla beslenir, diğerlerine adavetle devam eder, müteyakkız davranır. Şu ise, muhasamet(düşmanlık) ve keşmekeşe sebeptir…… Evet, menfi milliyetin tarihçe pek çok zararları görülmüş. Ezcümle, Emevîler, bir parça fikr-i milliyeti siyasetlerine karıştırdıkları için, hem âlem-i İslâmı küstürdüler, hem kendileri de çok felâketler çektiler. Hem Avrupa milletleri şu asırda unsuriyet fikrini çok ileri sürdükleri için, Fransız ve Almanın çok şeametli ebedî adavetlerinden başka, Harb-i Umumîdeki hâdisat-ı müthişe dahi, menfi milliyetin nev-i beşere ne kadar zararlı olduğunu gösterdi. Hem bizde, iptida-yı Hürriyette, Babil Kalesinin harabiyeti zamanında "tebelbül-ü akvam" tabir edilen teşâub-u akvam ve o teşâub sebebiyle dağılmaları gibi, menfi milliyet fikriyle, başta Rum ve Ermeni olarak pek çok kulüpler namında sebeb-i tefrika-i kulûb, muhtelif mülteciler cemiyetleri teşekkül etti. Ve onlardan şimdiye kadar ecnebilerin boğazına gidenlerin ve perişan olanların halleri, menfi milliyetin zararını gösterdi.’’
‘’Şimdi ise, en ziyade birbirine muhtaç ve birbirinden mazlum ve birbirinden fakir ve ecnebi tahakkümü altında ezilen anasır ve kabâil-i İslâmiye içinde, fikr-i milliyetle birbirine yabanî bakmak ve birbirini düşman telâkki etmek öyle bir felâkettir ki, tarif edilmez. Adeta bir sineğin ısırmaması için, müthiş yılanlara arka çevirip sineğin ısırmasına karşı mukabele etmek gibi bir divanelikle, büyük ejderhalar hükmünde olan Avrupa’nın doymak bilmez hırslarını, pençelerini açtıkları bir zamanda onlara ehemmiyet vermeyip, belki manen onlara yardım edip, menfi unsuriyet fikriyle şark vilâyetlerindeki vatandaşlara veya cenup tarafındaki dindaşlara adâvet besleyip onlara karşı cephe almak, çok zararları ve mehâlikiyle beraber, o cenup efradları içinde düşman olarak yoktur ki, onlara karşı cephe alınsın. Cenuptan gelen Kur’ân nuru var; İslâmiyet ziyası gelmiş; o içimizde vardır ve her yerde bulunur. İşte o dindaşlara adavet ise, dolayısıyla İslâmiyete, Kur’ân’a dokunur. İslâmiyet ve Kur’ân’a karşı adavet ise, bütün bu vatandaşların hayat-ı dünyeviye ve hayat-ı uhreviyesine bir nevi adavettir. Hamiyet namına hayat-ı içtimaiyeye hizmet edeyim diye iki hayatın temel taşlarını harap etmek, hamiyet değil, hamâkattir!’’ Menfi milliyetçilik düşüncesine şiddetle karşı çıkan Bediüzzaman, ‘’asabiyet-i cahiliye(ırkçılık); gaflet, dalalet, riya ve zulmetten mürekkep bir macundur. Onun için milliyetçiler, milliyeti mabud ittihaz ediyorlar’’(5) diyerek bu yolda insanları bekleyen büyük bir tehlikeye işaret etmektedir.
DİPNOTLAR:
1- Mektubat, sayfa: 313
2- Eski Said Dönemi Eserler, sayfa:
3- Emirdağ Lahikası, sayfa:65–66
4- Mektubat, sayfa: 58
5- Emirdağ Lahikası, sayfa:747
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.