Abdulkadir MENEK
İslamiyet ve milliyetçilik (IV)
Gerçekten de Şark vilayetlerindeki vatandaşlar inkâr edilmiş, kendi milli adet ve gelenekleriyle ilgili olarak hiçbir hak verilmemiştir. Bu konunun tarihi seyri, çalışmamızda detaylı olarak anlatılmıştır. Ayrıca cenup(güney) tarafında yaşayan Araplara da husumetle bakılmış, küçümsenmiş, ‘’ne Şam’ın şekeri ve ne Arab’ın yüzü’’ diyerek sahte atasözleri üretilmiştir. Bizi birbirimize düşman eden devletler ise, bu arada arka planda Araplarla her türlü münasebeti kurarak onların zenginliklerini ve petrolünü sömürmüş, paralarını kendi bankalarına çekerek ülkelerinin zenginleşmesi için kullanmışlardır.
Bediüzzaman, milliyet meselesine bir de müspet bir pencereden bakmış, İslam’ın kabul ettiği milliyet anlayışının nasıl olması gerektiği konusunun da sınırlarını çizmiştir:
’’Müsbet milliyet, hayat-ı içtimaiyeninihtiyac-ı dâhilîsinden ileri geliyor. Teavüne, tesanüde sebeptir; menfaatli bir kuvvet temin eder, uhuvvet-i İslâmiyeyi daha ziyade teyid edecek bir vasıta olur. Şu müsbetfikr-i milliyet, İslâmiyete hâdim olmalı, kale olmalı, zırhı olmalı; yerine geçmemeli. Çünkü İslâmiyetin verdiği uhuvvet içinde bin uhuvvet var; âlem-i bekada ve âlem-i berzahta o uhuvvet baki kalıyor. Onun için, uhuvvet-i milliye ne kadar da kavi olsa, onun bir perdesi hükmüne geçebilir. Yoksa onu onun yerine ikame etmek, aynı kalenin taşlarını kalenin içindeki elmas hazinesinin yerine koyup, o elmasları dışarı atmak nevindenahmakane bir cinayettir.’’(1)
1911 yılında Şam’da Emevi Camisinde verdiği hutbede de İslam milliyetinin çerçevesini şu ifadelerle çiziyordu:
’’Hakiki milliyetimizin esası ve ruhu İslamiyettir. Bu kudsi milliyetin rabıtasıyla, umum ehl-i İslam bir tek aşiret hükmüne geçiyor. Aşiretin efradı gibi İslam taifeleri de, birbirine uhuvet-i İslamiye(İslam kardeşliği) ile mürtebit(bağlı) ve alakadar olur. Birbirine manen, lüzum olsa maddeten yardım eder. Güya bütün İslam taifeleri bir silsile-i nuraniye ile birbirine bağlıdır.(2)
Bediüzzaman ayrıca Türk milletine özel bir ikazda bulunmakta, bin seneden beri İslam’a bayraktarlık yapmış ve i’la-yıkelimetullah yolunda çok büyük hizmetlerde bulunan bir milletin şerefinin bazı yanlış ve ırkçı düşüncelerle zedelenmemesi için dikkat edilmesi gereken bazı noktaları nazara vermektedir:
‘’İşte, ey ehl-i Kur’ân olan şu vatanın evlâtları! Altı yüz sene değil, belki Abbasîler zamanından beri, bin senedir Kur’ân-i Hakîmin bayraktarı olarak bütün cihana karşı meydan okuyup Kur’ân’ı ilân etmişsiniz. Milliyetinizi Kur’ân’a ve Islâmiyetekal’a yaptınız. Bütün dünyayı susturdunuz, müthiş tehâcümâtı def ettiniz. Tâ "Allah öyle bir topluluk getirecektir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı sever. Onlar mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karsi izzet sahibidirler ve Allah yolunda cihad ederler.(MâideSûresi, 5:54.) âyetine güzel bir mâsadak oldunuz. Simdi Avrupa’nın ve frenk-mesrep münafıkların desiselerine uyup şu ayetin evvelindeki hitaba mâsadak olmaktan çekinmelisiniz ve korkmalısınız. Türk milleti anâsir-i Islâmiye içinde en kesretli olduğu halde, dünyanın her tarafında olan Türkler ise Müslümandır. Sair unsurlar gibi müslim ve gayr-i müslim olarak iki kısma inkisametmemistir. Nerede Türk taifesi varsa Müslümandır. Müslümanlıktan çıkan veya Müslüman olmayan Türkler, Türklükten dahi çıkmışlardır (Macarlar gibi). Hâlbuki küçük unsurlarda dahi hem müslim ve hem de gayr-i müslim var. Ey Türk kardeş! Bilhassa sen dikkat et. Senin milliyetin Islâmiyetle imtizaç etmiş; ondan kabil-i tefrik değil. Tefrik etsen, mahvsın. Bütün senin mazideki mefâhirinIslâmiyet defterine geçmiş. Bu mefahir, zemin yüzünde hiçbir kuvvetle silinmediği halde, sen şeytanların vesveseleriyle, desiseleriyle o mefahiri kalbinden silme.’’(3)
Burada çok tehlikeli bir noktaya da dikkat çekmeden geçmemek gerekir: Vatan ve millet sevgisi kapısından girerek, ortaya çıkan bazı tahrikler ve yanlış davranışlar sonucu başkasını yutmakla beslenen ve İslam’da şiddetle tel’in edilen ırkçılık düşüncesine saplanıp, Müslüman kardeşlerine nefret ve düşmanlık hisleriyle bakmaya başlayan çok sayıda müminin de var olduğu bilinmektedir. Karşı tarafın yanlışları, eylemleri, inkâr ve dalaleti bahane edilerek, o millete mensup bütün insanları aynı kategoriye koyarak adavet beslemek, İslam kardeşliğini tahrip eden çok büyük bir tehlikedir. Burada ‘’ hiçbir günahkâr, başkasının günahını yüklemez’’ (En’am Suresi: 164.) ayet-i kerimesinin hükmü gereği zulme sapmadan ve suçun şahsiliğinin esas olduğunu bilerek, toptancı yaklaşımlardan kaçınmak gerekir. Yoksa Allah korusun, ayet-i kerimelerin ve hadis-i şeriflerin men ettiği bir düşünceye sapmak ve böyle bir güruhun içine düşmek tehlikesi her zaman mevcuttur.
DİPNOTLAR:
1- Mektubat, sayfa: 310–312
2- Hutbe-i Şamiye, sayfa:59
3- Mektubat, sayfa: 311–312
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.