İsraf denen bela

İsraf, tüketimde fıtri ölçüyü, ihtiyacı karşılamada makul sınırı aşmak demektir. Fantastik harcamalar ise, israftan da öte bir tebzir/ savurganlık anlamına gelir.

İsraf, kişiyi şükürden uzaklaştırır ve Hak katında sevimsiz bir varlık haline getirir; tebzir ise sahibini Hak'tan uzaklaştırır, şeytanla aynı safa yerleştirir, onunla kardeş yapar.

Her iki negatif durumdan kurtulmanın yolu ise, israf ve savurganlığın karşıtı olan "tutumluluk" tan geçer. Tutumluluk, manevi şükür sayıldığından insanı Allah'a yakın kılar. Bu yakınlık, maddi-manevi rızkın artışına, bereketlenmesine vesilelik eder. Kul şükrettikçe Rabbi nimetini ziyadeleştirir. Artan nimet, aynı zamanda huzura, mutluluğa döner. Bu dönüşüm, çalışmayı, daha çok çalışmayı tetikler.Böylece, şükür, huzur ve çalışma üçlüsünden bir doğurgan döngü oluşur. İsraf kapısı kapalı olduğundan artan fazlalıklar başkalarıyla paylaşılır. Her paylaşım da yine "şükür" manasında söz konusu döngüye dahil olur; ve hep böyle sürer, devam eder gider...

Medeniyet-i Hazıra, içinde, geçmiş dinlerden, özellikle İslam'ın insanlığa sunduğu güzelliklerden bazısını da barındırmasına rağmen, israfı teşvik eden, tüketimi öne geçiren,  paylaşım yerine faizi esas alan prensip ve uygulamaları sebebiyle, güvenilirliğini bütün bütün yitirmiş ve son büyük ekonomik krizle de zaman karşısında yenik düştüğünü ilan etmiştir. Alternatifi olan uygarlık mutlaka ondaki bunlar ve benzerleri boşlukları, zayıf yanları dikkate almak durumundadır. Bu yönüyle de "israf", çözüm bekleyen önemli bir problem, önemli bir olgudur. O, önümüzdeki dönem ve dönemlerin insanlığın başını ağrıtacak en büyük belalarından biri belki de birincisidir...

Öyledir, çünkü artık israf, rast gele, kişisel birer zaaf ya da günah olmaktan çıkmış, bütün dünyayı saran kolektif, kurumsal, daimi bir hayat felsefesi, bir yaşam tarzı haline gelmiştir. Gizli-açık, legal- illegal bütün dünyevi telkinlerin merkezinde israf vardır. Medya, çok az istisna dışında, bu merkezi gücün emrindedir. Ekonomik görüş ve tedbirler, ihtiyaçların sınırsızlığı ön kabulüyle başlayan trentte bütünüyle israfa endeksli sinyallere kurguludur. Gelenek- görenek, benzeme - benzeşme, bağlılık- bağımlılık aşamalarının tümünde etkin neden, tüketim adı altında gerçekleşen israftır. Malda israftır, mülkte israftır, ömürde israftır, canda israftır ve  yedi eminimize emanet edilmiş bütün varlıkta, bütün kıymette israftır...

Günümüzde tutumluluk, erdemli bir davranış olmanın çok ötesinde insani bir görev ve sorumluluk manası taşımaktadır. Bu sebeple de, herkesin ama herkesin kendi iktisadi ve içtimai durumunun çapıyla doğru orantılı bu sorumluluktan pay alması kaçınılmazdır. Bilhassa iktidarın ve iktisadın efendilerine bu noktada ve de özellikle şu sıkıntılı günlerde uygulamalı büyük sorumluluklar düşmektedir.  

Meramımı bir örnekle açayım: Ömer b. Abdülaziz, günümüz Türkiye'sinin yedi misli büyüklükte bir ülkeyi yönetmişti. İki buçuk senelik hilafeti döneminde, devleti sınırları içerisinde zekat kabul edebilecek tek fakir kalmayacak kadar geniş kapsamlı bir ekonomik kalkınma gerçekleştirdi. Ne ki, vefat ettiğinde üstündeki dışında giyebileceği ikinci bir elbisesi yoktu. Yani, koca ülkede zekata muhtaç tek istisna vardı, o da  halifeden başkası değildi..

Bugün

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.