Hüseyin YILMAZ
Karanlık bir devir kapanıyor
Bediüzzaman Said-i Nursî’ye göre, “Hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede bir çığır açan, eğer kâinattaki kânun-u fıtrata muvafık hareket etmezse, hayırlı işlerde ve terakkide muvaffak olamaz. Bütün hareketi şer ve tahrib hesabına geçer.” (1)
Tesbitin temel kaydı, içtimâî hayatta yeni bir çığır açmanın muvaffakiyet şartını yaradılış kânunlarına hürmet ve riayete bağlamış olması. Aksi takdirde hayırlı işlerde muvaffak olamaz; sadece hayırlı işlerde deği, terakkîde de hezimet yaşar. Üstelik bütün gayret ve hareketi de şer ile tahrib hükmüne geçer.
Lombroso’nun benzer ve çarpıcı bir kaydını da Meriç’in dilinden dinlemekte fayda var. Lombroso, “Zamanı gelmemiş veya halkın istemediği reformların zorla uygulanması sık sık isyanlara yol açar, meşrû isyanlara. Meşrû çünkü bu reformlar eşyanın mahiyetine aykırıdırlar. Zamanın şartlarına uymayan tedbirlere baş vurmak ya insan mizacını tanımayanların işidir ya ‘astım-kestimciler’in marifeti. Böyleleri, yenilerini getireceğim diye eski müesseseleri yıkar. Herkes öyle istediği için mi? Yoo! Başkaları tarafından veya başka topluluklarda uygulandıklarını görmüştür de ondan. Her reform bir tedirginlik yaratır. Hele yeniyi eskiye bağlamıyorsa kurulan denge uzun ömürlü olmaz, devlet dağılır ve devrimlerin arkası gelmez.” (2) der.
Gözlerini hayata 1909’da yuman İtalyan düşünür ve hukukçu, tesbitlerinin vefatından bir müddet sonra Türkiye’de aynıyla vücut bulduğunu göremez. Görse ne hissederdi? Bilemiyoruz... Bu kadar değil, M. Kemal’in Lombroso’yu okuyup okumadığını da bilmiyoruz. Muhakkak olan: Okuduysa bile itibar etmediği...
Tahlile birinci cümleden başlayalım:“Zamanı gelmemiş veya halkın istemediği reformların zorla uygulanması sık sık isyanlara yol açar, meşrû isyanlara.” Doğru!.. İslâmın bin yıl bayrakdarlığını yapmış ve o irfâna meftun Anadolu insanına dayatılan Batı menşeli ve dine hasım inkılâblara Türkiye’nin dört bir tarafında gelen cevab: İsyan!.. Lombroso’nun gönül rahatlığıyla meşrûiyetini ilân ettiği isyanlar, târihte eşi görülmemiş bir yoğunlukta baş gösterir topraklarımızda... Reformistleri iki sınıfa tasnif eden hukukçu düşünürün, Türkiye’deki isyanları katliamlara varan şiddetlerle bastırıldığını görmesi durumunda Cumhuriyetin reforumcu kadrolarını “astım-kestimciler” olarak ilân edeceğine şüphe mi var?
Kuvvetli bir kehânetten çok daha kalın çizgilerle topraklarımızda tecelli etmiş bu tesbitlerin hüküm kısmının tecellisi arefesindeyiz. Bir şartla ki, bu, devletin dağılması değil aslına rücû şeklinde bir tecelli olacaktır. Hükmü hatırlayalım mı?
“Hele yeniyi eskiye bağlamıyorsa kurulan denge uzun ömürlü olmaz, devlet dağılır ve devrimlerin arkası gelmez.”
Kurulduğu günden beri sancıları bitmeyen devletin seksen küsur yıl aynı şartlarda yaşamış olmasını uzun bir zaman olarak görmemeli. Devletlerin ömrü için seksen küsur yıl çok kısa bir zaman. Kaldı ki, huzur ve sükûn içinde değil, ızdırablar içinde ve millete büyük bedeller ödettirilerek geride bırakılmış bir zaman bu.
İstisnaya yer bırakmayan hükmünde Lombroso yanılıyor: Türkiye Cumhuriyeti yıkılmayacak, ıslâh-ı nefs ile aslına rücû edecek ve millete rağmen yaşamaktan vaz geçecektir. Buna mahkûmdur... Mahkûmiyeti, ölmek değil, millete istinad ve millete hürmettir. Asl olanın milletin kanı pahasına semirttiği derin unsurlara istinad eden varlığı olmayıp, millet olduğunu kabullenecektir. Gönül rızasıyla yanaşmadığı bu âkibete milletin meşrû kuvvetiyle gelmiş olmasını kan dâvâsı haline getirmeye de hakkı yok. Bir hak varsa, o hak sadece ve sadece millete aittir; millet de hakkını istiyor. Ve alacaktır...
Nitekim kozmoğrafyanın sırlarla dolu ve büyüleyici varlığına atfedilerek isimlendirilmiş olan “kozmik odalar”a bir yargı mensubunun girmiş olması bu kaçınılmaz mahkûmiyetin arefesinde olduğumuzu müjdeleyen mühim bir adımdır. Millete rağmen bir hayat ve düşünce tarzını ayakta tutmanın bütün maliyetlerinin suç dosyaları şeklinde istif edildiği kuvvetle muhtemel olduğu ifâde edilen bu odalara hukukun girmiş olmasını milâd saymayanların aklına şaşarım. Evet, bu, bir milâddır, fecr-i sâdıkı müjdeleyen kuvvetli bir milâd... Düne dönemezsiniz, yarın ise çok farklı olacaktır... Hiçbir izm, millete rağmen ilelebed yaşayamaz; hiçbir inkılâb milletin inanç ve ahlâk telâkkîlerini, dinî ve târihî mefahirini red ve terzil ile ayakta kalamaz. Dayandığı güç ve zulüm mekânizması ne kadar kuvvetli olursa olsun milletin azmi ile parçalanacaktır, parçalanmaktadır.
Bütün mesai ve icraatları şer ve tahrib hükmüne geçmiş olanların meş’um devri kapanacak, millete istinadla hayat bulan bir hürriyet ve saâdet zemini açılacaktır. Bediüzzaman’ın bir çok beşâretini vukuuyla teyid eden zaman, onun; “Yakînim var ki, istikbâl semâvâtı, zemin-i Asya/Bâhem olur teslim yed-i beyzâ-i İslâm’a” hükmünü teyid edecektir. Ömrü vefâ edenler görecek, görmeyenler ise bu saâdetten berzahî bir huzur ile mesrur olacaklardır...
Panik ve telâşa gerek yok... Her sekârat ürkütücüdür, her ölüm etrafındakileri tedirgin eder. Doğru... Ama bu sekârât, milletin hayatına kasdetmiş bir hasmın ölümüdür... Huzur ve neş’e dolu bir günün sabahındayız, bir asır sonra gelen bir bayram sabahı bu... Gözlerde endişeye mahâl yok, mazlum simâlarınızda tebessümlerin raksı başlasın, zirâ meş’um bir devir kapanıyor... Heb birlikte onun şahidleriyiz... Mâverâ, yeni ve parlak bir istikbâlin müjdeleriyle yüklü...
DİPNOT:
1-Said-i Nursi,Tarihçe-i Hayat, Sayfa: 164
2-Cemil Meriç, Bir Facianın Hikâyesi, Sayfa: 23, Umran Yayınları
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.