Ayşenur KAHVECİ
Kur’an-ı Kerim’in hakiki tefsiri
“Kaleme aldığım şu İşaratü’l-İcaz adlı eserimi, hakiki bir tefsir niyetiyle yapmadım; ancak ulema-yı İslamdan ehl-i tahkikin takdirlerine mazhar olduğu takdirde; uzak bir istikbalde yapılacak yüksek bir tefsire bir örnek ve bir me’haz olmak üzere o zamanların insanlarına bir yadigar maksadıyla yaptım.” (İşaratü’l-İcaz)
Bediüzzaman Hazretleri birinci Harb-i Umuminin başladığı zamanlarda kaleme aldığı bu eşsiz eseri “Hakiki bir tefsir niyetiyle yapmadım” derken aslında hakiki bir tefsire me’haz ve örnek olması cihetiyle daha belagatlı bir tefsir yapmış olduğunu kasdetmiştir. Zira me’haz ve örnek olabilmesi için o şeyden sudur edecek olanlardan daha şamil, daha zengin, daha belagatlı olması gerekir.
“Ehl-i tahkikin takdirlerine mazhar olduğu takdirde…” ifadesinden de zaten bunu açıkça anlayabiliriz. “Takdir” kelimesinin lügat manasına bakacak olursak, “Kıymet vermek, değerini, lüzumunu, kıymetini anlamak” şeklinde buluruz. Hakiki tefsiri yapacak olan ulema-yı İslamdan ehl-i tahkik’in bu eserin kıymetini bilip, ondan ilham alacağı, İşaratü’İcaz eserinin mahiyetinin isbatıdır.
Bediüzzaman Hazretleri Kur’an-ı Kerimin donanımlı bir heyet tarafından yapılacak olan hakiki tefsirinin me’hazini ve örneğini tek başına yazmıştır.
Üstelik bu tefsiri yazarken avcı hattında, at sırtında müracaat edilecek hiçbir tefsirin bulunmamasından dolayı tamamen sünuhat-ı kalbiyesiyle hasıl olduğunu da belirtmiştir.
Öyleyse, aynı zamanda mübarek kalbinin sünuhatının kuvvetinin en büyük örneğidir bu muazzam eser.
Yüksek tevazusunun iktizası olarak bunu elbette ki kusursuz bilmeyecek ve bildirmeyecekti. Bu yüzden İşaratü’l-İcaz eserini o günkü harp hissiyatıyla şehitlere benzetmiş ve şehitlerin yırtık ve kanlı elbiselerinin değiştirilmesine cevaz verilmediği gibi bu eserin tashihe muhtaç yerlerine de dokunulmasına kalbinin cevaz veremediğini, gönlünün buna razı olmadığını söyleyerek aslında tevazuda bulunmuştur. Zira hakiki tefsire me’haz liyakatına nail olmuş bir eserin değil bir kelimesinin, bir harfinin belki bir virgülünün, noktasının dahi tashihe ihtiyacı yoktur, dokunulamaz.
Uzak istikbaldeki hakiki tefsiri yapacak herbiri birkaç fende mütehassıs olmak üzere muhakkıkin-i ulemadan yüksek bir heyetten bahseder Bediüzzaman. Bu heyetin vasfı için ise;
“-Yüksek bir deha sahibi,
-Nafiz bir içtihada malik,
-Velayet-i kamileye haiz bir zat olmalıdır” dese de tüm bu vasıfların tek bir zatta cami olamayacağını da hemen akabinde izah etmiştir.
“Bilhassa bu zamanlarda, bu şartlar ancak yüksek ve azîm bir heyetin tesanüdüyle ve o heyetin telahuk-u efkârından ve ruhlarının tenasübüyle birbirine yardım etmesinden ve hürriyet-i fikirlerinden ve taassuplarından âzade olarak tam ihlaslarından doğan dâhî bir şahs-ı manevîde bulunur. İşte Kur'anı ancak böyle bir şahs-ı manevî tefsir edebilir.” (İşaratü’l-İcaz)
Uzak istikbalden kastı ise “Lâ ya'lemu'l-ğaybe illâllah” diyerek sabırsızlıkla bekliyoruz.
Kıyametten evvel, İslamiyetin senelerce sürecek muzaffariyet yıllarında bu tefsire kavuşuruz belki.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.