Himmet UÇ
Kur’an, insan, beyan
Otuz Üç Pencere isimli sayısız pencerelerin gösterildiği şahane eserin son penceresi pencereler ile Kur’an arasındaki münasebeti anlatır. Bu olağanüstü anlatım seyirleridir.
Pencerenin başındaki iki ayet bir bahri muhit gibidir.
“Elhamdülillahi llezi enzele ala abdihi hil kitabe velem yecellahü ivaca./Hamd o Allah’a mahsustur ki kuluna kitabı indirdi ve onun içine farklı hiçbir şey koymadı.”
“Kitabün enzelna hü ileyke litühricennase minezzülümati ilan nur./Kur’an insanı zulumattan ışığa çıkarır.”
Bütün pencereler Kur’an denizinden bazı katreleri anlatır. Düşün Kur’an’da ne kadar ab-ı hayat hükmünde envar-ı tevhid var. Kıyas edebilirsin. Fakat bütün o pencerelerin menbaı ve madeni ve aslı olan Kur’an‘a gayet mücmel bir surette gayet basit bir tarzda bakılsa dahi, yine gayet parlak ve nurani olduğunu Yirmi Beşinci Söz olan icaz-ı Kur’an risalesine ve Ondokuzuncu Mektub’un Onsekizinci işaretine havale ediyoruz. Ve Kur’an’ı bize gönderen Zat-ı Zülcelal’inarş-ı Rahmanisine niyaz edip deriz:
Rabbena la tuahizna innesina evehdena
Rabbena lu tuzi kulubena bade iz hedeytena
Rabbena takabbel minna inneke entessemiül alim
Ve tüb Aleyna inneke entettevvabürrahim.
Bütün pencereler Sure-i Rahman’ın derya misüllü çekirdeklerinin tafsilatıdır.
Birinci pencere canlıların muhtelif hacatı ve metalibini, isteklerini anlatır. İkinci pencere vücud ve şahsiyetlerin farklılıklarına göre yaratılışı anlatır. Üçüncü pencere, bütün hayvanat ve nebatat ordusunun farklı hayat isteklerini anlatır. Dördünce pencere dualara, beşinci pencere yaratılışın defi ve ani meydana gelişine ayna tutar. Altıncı pencere bütün alemleri, gökleri, deniz ve karayı, hava boşluğunu, bulutları, sahra ve tepelerdeki küçük küçük çiçekleri, büyüme anındaki varlıkların durumunu, kalplere ulum ve hakikatleri yansıtmayı, ilhamı. Yedinci pencere sanatlı yaratılmışların intizamlarını, vezinli olmalarını, zinetlerini, icadlarının kolaylığını, birbirine benzemelerini, yaratılışların ortak olmasını, Allah‘a bağlar. Onun vücudunun gerekliliğini, kudretinin tamlığını, birliğini, hikmetle yaratan bir Sani olduğunu nazara verir. Diğerleri de yine farklı pencereler açar insanın inanç evrenine.
İnsanı yarattı./Helekal insane.
Kur’an’ın muhatabı insandır. Ta kadim zamanlardan bugüne bütün indirilenlerin hitab ettiği insandır. Kur’an’ın ilk muhatabı Hz. Adem’den Hz. Peygambere (asm) kadar insan bir ilahın bu kainatı yüksek gayeler için inşa ettiğini anlayacak düzeydedir. Elbette Hz. Peygamberden itibaren insan önceki devirlerin insanına göre daha gelişmiş ruhi yapısı olan bir varlıktır. İnsanın dini algılaması bu devirde daha çok yönlü paralellik göstermiştir. Dolayısıyla da bir tek dinin muhatabı olacak keyfiyet kazanmıştır. O Server-i Cihan (asm) geldikten sonra başka dinlere ihtiyaç duyulmamıştır.
Sure-i Rahman’da kainat mektebi alisinin inşasının bir seyri vardır, ayetler ona göre sıralanmıştır. “Errahmen, Allamel Kur’an halakal insane allamehül beyan…” Bu bir mektebin tesis zinciridir. Kainat mektebi fiziksel olarak oluşturulduktan sonra bir öğrenci, akabinde bir öğretmen, öğretmen eliyle kitaplar ve son kitap gönderilmiştir. O zaman bu kitabı anlayacak öğrencinin zihni ve sair melekeleri alemin ve kitabın anlamını çözmelidir. Bu yüzden okumak ve anlamak verilmelidir. Tam zamanında insana beyan verilmiştir. Beyan insan aklının izah edemediği bir metafizik keyfiyeti konuşturana malum bir durumdur. Kitabı okumak ve anlamak ve onunla amel etmek.
Bediüzzaman’ın Otuz Birinci Penceresinin adı çok çok manidardır. “Şu pencere insan penceresidir ve enfüsidir. Ve Enfüsi cihetinde şu pencerenin tafsilatını binler muhakkikin-i evliyanın mufassal kitaplarına havale ederek yalnız feyz-i Kur’an’dan aldığımız birkaç esasa işaret ederiz.“ Şu cümleyi hazzettikten sonra onu yazdıran Allah’a bir şükür secdesi gerekir. “İnsan öyle bir nüsha-i camiadır ki Cenab-ı Hak bütün esmasını insanın nefsi ile insana ihsas ediyor.” Hem yaratıyor hem de yaratana işaretleri esmanın yansımaları ile gösteriyor, yaratılışın şekli bile harika.
İnsanı kötü akıbetten korumak için gayret eder Bediüzzaman. “Elbette bu ecel cellâdının elinden ve kabir haps-i münferidinden kurtulmak çaresi varsa, insanın en büyük ve herşeyin fevkinde bir endişesi, bir meselesidir. Evet, çaresi var ve Risale-i Nur Kur’ân’ın sırrıyla o çareyi, iki kere iki dört eder derecesinde kat’î ispat etmiş.“
İnsan geçmiş ve geleceği düşünür ve o hesap üzere yaşar. Bu sadece ona verilmiştir ama çok insan bunları hesaba katarak yaşamaz. İnsan olmanın şartı bu.
”Fakat, ey insan, senin mazi ve müstakbelin akıl cihetiyle bir derece gaybîlikten çıkmasıyla, setr-i gaybdan hayvana gelen istirahatten tamamen mahrumsun.”
Bediüzzaman insanı çok yönlü tarif etmiştir.
“İnsan binler çeşit elemlerle müteellim (elem duyan) ve binler nev’î lezzetlerle mütelezziz (lezzet alan) olacak bir zihayat (canlı) makine ve gayet derece acziyle beraber hadsiz maddî-mânevî düşmanları olandır.“
Aşağıdaki metin felsefe ve kelam fakültelerine asılacak insanın çok yönlü tarifini ihtiva eden bir metindir. Kelam, felsefe ve ilim adamlarını çağırın burada söylenenleri şerh etsinler siz de onlara not verin. Bu metinlerin gerçek hakkını veren insanlar gelmedikten sonra pazar tezgahında bekleyip müşterisizlikten mahcub mallara benzeyecekler.
1-İnsan şu kâinat ağacının en son ve en cemiyetli meyvesi. En son insan yaratılmıştır, çünkü evren onu yaşatacak bir seviye kazandıktan sonra ancak insan gelebilir.
2-Ve hakikat-ı Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm cihetiyle çekirdek-i aslîsi. İnsan kainat ağacının çekirdeği, onun yaşaması için bu kainatın inşası gerekir, bir tohum nasıl bir ağacı meydana getirir, insan da öyle.
3-Ve kâinat Kur’ân’ının âyet-i kübrası. Kainat da okunması gereken mücessem bir Kur’an’dır. Onun en büyük ayeti delili ise insandır, çünkü en mükemmeldir, diğer canlılarda olmayan bir çokluğa, çok yönlülüğe sahiptir.
4-Ve İsm-i âzamı taşıyan âyetü’l-kürsîsi. Kainat Kur’an’ının en büyük ayetidir.
5-Ve kâinat sarayının en mükerrem misafiri. Kainat sarayına en sıradan bitkiler de misafir gelir ama en ikram edilen olağanüstü canlı insandır, mükerrem misafirdir.
6-Ve o saraydaki sair sekenelerde tasarrufa mezun en faal memuru. İnsan kendi dışındaki bütün canlılara müdahale edecek bir ve onları düzenleyecek bir memurdur.
7-Ve kâinat şehrinin zemin mahallesinin bahçesinde ve tarlasında, varidat ve sarfiyatına ve zer’ ve ekilmesine nezarete memur. Yeryüzünün ekilme ve mahsülünü alma hakkına sahip olan insandır.
8-Ve yüzer fenler ve binler san’atlarla teçhiz edilmiş en gürültülü ve mes’uliyetli nâzırı. İnsan yüzlerce fenni iktisab edecek bir geniş zihin ile yaratılmıştır, o fenleri varlığa dağıtan onları okuyacak zekayı ve zihni de insana verilmiştir, cihazlandırılmıştır. Bazen yaptıkları olmadık intibalar uyandırır, o zihinle bomba icad eder ama insanlığa faydalı işler yapan dikkatle olayları izleyendir.
9-Ve kâinat ülkesinin arz memleketinde, Padişah-ı Ezel ve Ebedin gayet dikkat altında bir müfettişi, bir nevi halife-i arzı. Allah’ın gayet dikkat edilen bir müfettişi, varlığı denetleyeni, adeta kendinde olan denetim görevinin bir kısmını insana yüklemiş.
10-Ve cüz’î ve küllî harekâtı kaydedilen bir mutasarrıfı. Varlıkları teftiş hakkına sahip ama hareketleri kontrol altında.
11-Ve semâ ve arz ve cibâlin kaldırmasından çekindikleri emanet-i kübrâyı omuzuna alan. Büyük cisimler ve cirimler insanın camiiyetini kaldırmayı kabul etmemiş kaçınmışlar o görev insana verilmiş.
12-Ve önüne iki acip yol açılan, bir yolda zîhayatın en bedbahtı ve diğerinde en bahtiyarı.
13-Çok geniş bir ubudiyetle mükellef bir abd-i küllî,
14-Ve Kâinat Sultanının İsm-i âzamına mazhar ve bütün esmâsına en câmi bir aynası, ve hitabât-ı Sübhâniyesine ve konuşmalarına en anlayışlı bir muhatab-ı hassı,
15-Ve kâinatın zîhayatları içinde en ziyade ihtiyaçlısı, ve hadsiz fakrıyla ve acziyle beraber hadsiz maksatları ve arzuları ve nihayetsiz düşmanları ve onu inciten zararlı şeyleri bulunan bir biçare zîhayatı, ve istidatça en zengini,
16-Ve lezzet-i hayat cihetinde en müteellimi (elem duyanı) ve
17-Lezzetleri dehşetli elemlerle âlûde, (karışık)
18-Ve bekaya en ziyade müştak ve muhtaç ve en çok lâyık ve müstehak ve
19-Devamı ve saadet-i ebediyeyi hadsiz dualarla isteyen ve yalvaran
20- Ve bütün dünya lezzetleri ona verilse,
21-Onun bekaya karşı arzusunu tatmin etmeyen,
22-Ve ona ihsanlar eden Zâtı perestiş derecesinde seven ve sevdiren ve sevilen
23-Çok hârika bir mu’cize-i kudret-i Samedâniye (muhtaç fakat yine en zengin) ve bir acûbe-i hilkat, (yaratılışın en şaşırtıcı örneği.)
Ne İslam düşünce tarihinde ne de başka yerde bu kadar cami, çok yönlü bir tarifler silsilesi yok.
Ona anlayıp açıkça anlatmayı öğretti/Allamehül beyan.
Alem mektebini yaratan inşa eden, sonra insanı, talebeyi getirip o okula koyan, sonra kitabını peygamberler vasıtasıyla eline veren, o kitabı anlayıp alemi yorumlayan bir zihni kapasiteyi insana verecektir. İşte bu beyandır.
Bediüzzaman saygısı, hürmeti ve hassasiyeti ve dili ile Kur’an demez “Kur’an-ı Muciz’ül Beyan” der. O bütün kudsi kelimat ve insanlar karşısında dili olağanüstü bir saygı ve hürmet ile kullanır, onları kelimelerle tebcil eder. İlim dili ile pazar dilini birleştiren hain sadeleştirmeciler bir milleti ve dilini böyle mahvettiler. Bediüzzaman dilin bekçisi. Herkes anlamaz ama yapılan bu, onun yaptıklarını çok az adam anlar. Abdülkadir Geylani Hazretleri Kur’an‘a kırk değişik anlam verirmiş çok az insan anlarmış en çok anlayan ülema sınıfı on manayı anlarmış.
Kur’an Allah’ın mülkünü ayrıntılı tanıtır, en çok tekrar ettiği ayet ve imaj onun azametini gösteren cümlelerdir. Kastamonu’da lise talebeleri Bediüzzaman’a “muallimlerimiz Allah’tan bahsetmiyorlar” derler. O da onlara tarihi bir söz söyler. Bu söz ilim ile din arasındaki ilişkiyi en iyi anlatan yüksek değerde bir sözdür. Bugün ülkemiz hala dini ile ilmi iki ayrı obje gibi anlatmakta, ne ilimden ne de dinden gereken kurtarıcı feyzi alamamaktadır. Bütün eserleri ilimlerin Allah’a açılan pencereleridir.
“İşte bu muhteşem ve parlak bir bürhan-ı vahdaniyet olan mezkûr hücceti ders vermek içindir ki, Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyan çok tekrarla, en ziyade ve âyetleriyle Hàlıkımızı bize tanıttırıyor, diye o mektepli gençlere dedim. Onlar dahi tamamıyla kabul edip tasdik ederek "Hadsiz şükür olsun Rabbimize ki, tam kudsî ve ayn-ı hakikat bir ders aldık. Allah senden razı olsun" dediler.
Bediüzzaman dualarında da, en meşhur duası olan Cevşen‘de de Kur’an’ı asli özne yapmıştır.
“Hem meselâ, Kur’ân’ın hakiki ve tam bir nevi münâcâtı ve Kur’ân’dan çıkan bir çeşit hülâsası olan Cevşenü’l-Kebir namındaki münâcât-ı Peygamberîde (a.s.m.) yüz defa cümlesinin tekrarında, tevhid gibi kâinatça en büyük hakikat ve mahlûkatın rububiyete karşı tesbih ve tahmid ve takdis gibi üç muazzam vazifesinden en ehemmiyetli bir vazifesi ve şekavet-i ebediyeden kurtulmak gibi nev-i insanın en dehşetli meselesi ve ubudiyet ve acz-i beşerin en lüzumlu neticesi bulunması cihetiyle, binler defa tekrar edilse yine azdır.
İşte tekrarat-ı Kur’aniye bu gibi esaslara bakıyor. Hattâ bazen bir sayfada iktiza-yı makam ve ihtiyac-ı ifham ve belâğat-ı beyan cihetiyle yirmi defa sarîhan ve zımnen tevhid hakikatini ifade eder; değil usanç, belki kuvvet ve şevk verir. Risale-i Nur’da, tekrarat-ı Kur’âniye ne kadar yerinde ve münasip ve belâgatça makbul olduğu, hüccetleriyle beyan edilmiş.”
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.