Kur'an’ı anlamanın anlamı

“…Selef-i salihinin beyan ettikleri hakaik-ı zahiriye-i Kuraniyeye iman lazımdır… Onlar nassdır, kat’idir, esasdırlar, temeldirler. Kuran, “arebiyyun mubin” fermanıyla manası vazıh olduğunu bildirir. Baştan başa hitab-ı ilahi, o manalar üzerine döner, takviye eder, bedahet derecesine getirir. O mensus manaları kabul etmemekten, haşa sümme haşa, Cenab-ı Hakkı tekzip ve Hz. Risalet’in fehmini tezyif etmek çıkar. Demek meani-i mensusa, müteselsilen menba-ı Risaletten alınmıştır. Hatta İbn-i Cerir-i Taberi; bütün meani-i Kuranı muan’an sened ile müteselsilen menba-ı Risalete isal etmiş ve o tarzda, mühim ve büyük tefsirini yazmıştır…” (29. Mektup, Envar Neşriyat, s. 388-389) “İçtihadda, yani istinbat-ı ahkamda, yani Cenab-ı Hakk’ın marziyyatını kelamından anlamakta, sahabelere yetişilmez.”(27. Söz, Envar Neşriyat, s. 491)

Bu ifadeler, Kuran-ı Kerim’e ait bazı temel kavramların doğru ve sahih anlamının tespiti ve bi’l umum Kuran tefsirin de takip edilmesi gereken usul bakımından hayati bir önemi haizdir. Zira Kurani bir kavramı doğru olarak anlamanın/yorumlamanın evvel ahir şartı, selef-i salihinin o kavramı nasıl anladığını/yorumladığını sahih olarak tespit etmekten geçer. Yani kendi anladığımız öznel manaları, selefin anladığı nesnel manalara arz etmek, o manalar ışığında anlamaya çalışmak veya test etmek gerek. Zaten ‘anlam’ dediğimiz, metin içinde saklı keşşafını bekleyen bir şey değil, Kuran’ın nazil olduğu tarihi vasatta ortaya çıkmış, tebeyyün etmiş tabiri diğerle ete kemiğe bürünmüş apaçık bir şey. Bu, asla “geleneğe yaslanmak” demek değildir, -tam aksine- gelenekçe (selefçe) tespit edilip güvence altına alınan “doğru ve sahih” anlamı, “yanlış ve sakim” anlamlardan (tahriflerden) korumak ve kurtarmaktır. Bir başka ifadeyle, anlam tacirlerince zamanla anlam kaymasına uğratılan veya tahrif edilen “doğru ve sahih” anlam’ı muhafaza etmektir.

Tecdit” dediğimiz kutsi faaliyet bu gibi talihsiz durumlarda girer devreye. Tarih boyunca, İmam Gazzali, İmam Rabbani, Mevlana Halid, Bediüzzaman gibi bütün büyük müceddidlerin ifa ettikleri “tecdit” vazifesinin yegane amacı bundan maada bir şey değil. Çünkü her tecdit, İlahi Mesaj’ın üzerinde, çoğu yanlış anlamalardan ötürü birikmiş olan tozu/toprağı/dumanı silmek ve o İlahi Mesaj’ı nazil olduğu ilk günkü gibi berrak ve anlaşılır bir hale getirerek tekrar idraklere sunmaktan ibarettir. Kısacası her tecdit, bir keşf-i kadimdir, yani mesajı aslına irca etmektir. “Zikri (Kuran) biz indirdik onu koruyacak olan da biziz” (Hicr, 9) ayet-i kerimesi Kuran’ın sadece metninin korunmuşluğunu değil, aynı zamanda, temel kavramlarının sahih anlamlarının da korunmuşluğunu da tazammun eder. Hasılı, Kuran’ın “sahih ve doğru” anlamı tarihte saklıdır.

Evet, “İlahi vahyin bir noktaya kadar farklı okumaları olacaktır ve kanaatimizce bu tabii de karşılanmalıdır. Ancak okuduğumuz, anlamaya/yorumlamaya çalıştığımız metnin, -tabir caizse- karşımızda adeta eli-kolu bağlı bir vaziyette duran ve kişisel heyecanlarımıza, indi ve spekülatif yaklaşımlarımıza ses çıkarmayan/çıkaramayan bir mahiyet taşıdığı sanılıyor, bu yüzden de her isteyenin istediği şekilde manalar istinbat edeceği sanılan böylesi bir kelam’dan çeşitli ilhamlar alınacağı düşünülüyorsa, hiç tereddüt etmeden söyleyebilir ki bu zanlar fevkalade yanlıştır ve Kuran-ı Kerim’in rehberlik vasfına halel getirecek cahilce yakıştırmalardır… Kuran’ın elbette farklı anlamları olacaktır; zira anlama ve yorumlama faaliyetinin “subjektif karakteri” bu sonucu zorunlu olarak tevlid etmektedir. Belki bir sözün tek ve nihai yorumu yoktur, ama unutulmamalıdır ki sonsuz ve sınırsız yorumu da yoktur. Bu nedenle, bir ayetin farklı şekillerde anlaşılabilmesi, onun farklı anlamlar vermek üzere vazedildiğini göstermez; yani farklılık anlaşılan’dadır, anlatılan’da değil! Üstelik bir sözün birden fazla şekilde anlaşılması halinde, onun birden fazla doğru anlamının bulunduğu sonucunu çıkarmak yanlıştır; aksine “onun birden fazla anlamı vardır ama bir doğru anlamı vardır” demek daha doğrudur.” Aksi takdirde, anlam’ın “epistemik güvensizlik” altında olduğu, doğal olarak da bu güvensizliğin o anlam’ın muhataplarına da yansıdığı ve muhataplardaki bu epistemik güvensizliğin (kafa karışıklığı, sahih anlamı tespit etmekte zorlanmak gibi) nedeninin muhatap oldukları metin olduğu şeklinde bir yanılgı oluşabilir.

Onun için, Kuran-ı Kerim’in bazı temel kavramlarından (hakaik-ı zahiriye-i Kuraniye) selef ve halef’in anlamadığı, çıkarmadığı bir manayı anlamak ve çıkarmak, aslında, o kavramı hiç anlamamaktır, daha yerinde bir deyişle onu asli mecrasından çıkarıp tahrif etmektir. İşte Müslüman modernistlerin başta “Salat”, “Abese”, “Adiyat”, “Alak”, “Surhunne İleyk”, “Vedribuhhunne” olmak üzere temel bazı Kurani kavramlara modern zamanların ilcaatına göre yükledikleri keyfi, usulsüz ve asılsız anlamlara bundan dolayı karşı çıkıyor ve bunların çoğunun isabetli olmadığını düşünüyoruz. Yine de her şeyin en doğrusunu alemlerin Rabbi olan Allah (c. c) bilir.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
10 Yorum
  • Halil Kaya / 09 Mayıs 2016 Pazartesi 20:28

    Kastedilen atlar ama gazi ve mücahitlerin atları mı, yoksa yağma ve baskın için giden çapulcuların atları mı?. Problem zaten burada. Mevdudi ise selef alimleri tarafından ileri sürülen gazi ve mücahidlerin atları yorumunun kabul edilebilirlik sınırları içinde olmadığını ifade ediyor.

    Yanıtla (0) (0)
  • mustafa BAĞLI / 10 Mayıs 2016 Salı 08:53

    Kastedilen atlar ise sorun yok. Gerisi teferruattır. Çünkü mana anlaşılmış ve sabit olmuş demektir.

    Yanıtla (0) (0)
  • Ali / 07 Mayıs 2016 Cumartesi 11:11

    Ama bununla beraber sanki Kuran ayetlerinin tek anlamı varmış gibi bir şey çıkıyor ortaya. Belki ben yanlış anladım...

    Yanıtla (0) (0)
  • İbrahim / 08 Mayıs 2016 Pazar 12:25

    Bence siz yanılmışsınız çünkü yazıdan böyle bir sonuç çıkmıyor

    Yanıtla (0) (0)
  • Ali / 07 Mayıs 2016 Cumartesi 10:36

    Faydalı bir yazı olmuş. En önemli cümlesi şu bence: "“Zikri (Kuran) biz indirdik onu koruyacak olan da biziz” (Hicr, 9) ayet-i kerimesi Kuran’ın sadece metninin korunmuşluğunu değil, aynı zamanda, temel kavramlarının sahih anlamlarının da korunmuşluğunu da tazammun eder."

    Yanıtla (0) (0)
  • M.Kırcalı / 06 Mayıs 2016 Cuma 09:21

    Mevdudi'nin bütün açıklamaları da gösteriyor ki "ADİYAT" kelimesi bütün selef tarafından "ATLAR" anlaşılmış. Bunda herhangi bir sorun yok. Bütün bunlardan sonra başka anlama yormak yazarın dediği gibi isabetli değildir.

    Yanıtla (0) (0)
  • Halil Kaya / 05 Mayıs 2016 Perşembe 16:41

    Kimbilir hangi düşman onlara ne zaman hücum edecekti? Sabah olduğunda, geceyi tehlikesiz geçirdikleri için biraz rahatlıyorlardı. Kabileler arasında sadece kan davası için değil, birbirinin mallarını, hayvanlarını elde etmek, kadınlarını ve çocuklarını köleleştirmek için de savaş çıkardı. Bu zulümlerde ve kan dökmelerde çoğunlukla atlar kullanılıyordu. Allah, insanın Rabb'ine karşı nankör olduğuna dair delil olarak, kendilerine verilen bu kuvvetleri iyilik yerine kötülük için kullanmalarını göstermektedir. Allah'ın verdiği imkanları ve onlara bağışladığı güçleri Allah'ın en nefret ettiği şey olan yer yüzünde fesat çıkarmak için kullanmaları, aslında Allah'a karşı en büyük nankörlüktür.

    Yanıtla (0) (0)