Himmet UÇ
Kutb, kutup
Bediüzzaman, Refet Abiye yazdığı bir cevapta bu cümleleri kullanmıştı: “Gavs-ı Azam gibi memattan sonra hayat-ı Hızıriye yakın bir nevi hayata mazhar olan evliyalar vardır. Gavs’ın hususi ism-i azamı “Ya Hayy“ olduğu sırrıyla sair ehl-i kuburdan fazla hayata mazhar olduğu gibi, gayet meşhur Maruf-ı Kerhi denilen bir kutb-ı azam ve Şeyh Hayat ül Harrani denilen bir kutb-ı azim Hazret-i Gavstan sonra mematları hayatları gibidir. Beynel Evliya meşhur olmuştur.“ (Barla 335)
Bediüzzaman bu cümlede üç defa şu kelime grubunu kullanır. Abdülkadir Geylani’ye Gavs-ı Azam, Maruf-ı Kerhi’ye kutb-ı Azam, Hayat ül Harrani’ye kutb-ı azim demiş.
Kutb veya kutubun anlamı ne? Manevi derecelerin en yüksek mertebesi yerinde kullanılır bir tabirdir. Kendisine vuku bulan iltica itibariyle gavs da denir. Mücerred olarak kullanıldığı zaman kutub suretinde telaffuz olunan bu tabir terkip halinde kutb şeklini alır.
Her zamanda nazargah-ı has-ı ilahi olan (Allah’ın özel bakışına muhatab olan) vahid-i zamandan (zamanın birleştiricisi, tevhid edicisi)nden ibarettir. Cenab-ı Hakk’ın tılsım-ı azamı ihsan ettiği zattır. (Allah ile özel bir iletişim tarzı var bize gayp.) Bu zatın sırrı bütün kainata ayan-ı zahire ve batınaya ruhun cesede sirayeti gibi sirayet eder. (Görünen görünmeyen her şeye.) Feyz-i azam mizanı anın yed-i kudretindedir. (Yani kime ne kadar feyiz verilecekse onun terazisinde tartılır sonra verilir.) Tasarrufu ilmine, ilmi ilm-i Hak ka ilm-i Hak da mahiyat-ı gayr-i mechuleye tabidir. (Yaptığı işleri ilmine dayandırır, ilmi de Hakk’ın yani Allah’ın ilmine tabidir, Hakk’ın yani Allah’ın ilmi de varlıkların meçhul mahiyetlerine tabiatlarına bağlıdır. Yani bütün herşeyi Allah ile irtibatlı kuşatan bir ilim ve fiil tasarrufudur.) Kevn-i ala ve kevn-i esfele ruh-ı hayatı ifaza eden bu zattır. (Aşağı ve yüksek varlıklara ruhu veren bu zattır.) Madde-i hayatı ve madde-i ihsası hamil olan hiss-i melekiyesiyle kalb-i İsrafil mahiyetindedir. (Hayatın ve hislerin maddesini taşıyan bir yeterliliğe veya kabiliyete veya meleki bir hisse sahiptir, bununla varlığa ruh üfleyen İsrafil as gibidir, onun kalbidir, ondaki özellikler.) (Bunları Kırkıncı Hoca olsaydı birlikte tartışıp yazsaydık, hey gidi kıymetini bilmediğimiz günler, beni yanına istedi ama birileri engelledi o yıllarında.)
İnsaniyeti itibariyle böyle değildir. Cebrail ona nisbetle neşet-i insaniyedeki nefs-i natıka gibidir. Mikail de ona nisbetle neşet-i insaniyedeki kuvve-i cazibe gibidir. Azrail ise yine o neşetle olan kuvve-i dafia hükmündedir. (Cebrail, İsrafil, Azrail ve Mikail’in icraatı insanın meydana gelmesi sırasında onun kurallarına göre hareket ederler, cazibeyi, dafiayı, natıkayı, ruhu hep onun tensibine göre, insanın neşeti meydana gelmesinde ortaya koyarlar. Bu büyük melekler işin mekanik tarafını kutub ise manevi terkibi terkib eder. Bütün melekler mekanik görevlilerdir, diğer ruhsal nitelikler onların dışında cereyan eder veya yerini alır.
Bir başkası da kutbu ”velayetle ilerlemiş kamillere denir. Velayet ehlinin birçok kısımları ve her kısmının bir kutbu vardır. Reislerine “kutb-ül Aktab” denir. Kutb lafzı mutlak zikredilince kutbül aktab anlaşılır. Sofiyeye göre Adem, Hakk’ın cemiyet-i esasiyesine mazhar olmakla beraber her zamanda Hakkın alemde bir halifesi vardır. Alemin kalbi olan bu zat kutb-ül aktabdır. Kendisinden istimdad edildiği zaman gavs adını alır. Feyz ondan taksim edildiği için Ebulkasımdır. Ebadiyetül ayn makamı ancak onundur. Hakikat-ı Muhammediyeye mazhardır. Muhammed’den (asm) önceki peygamberlerin hepsi o hakikatten feyz aldıkları gibi Muhammed’den (asm) sonra da veliden veliye intikal eden o sırdır.
Yunus bu nazariyeyi;
“Muhammed bir denizdir
Cümle alemi tutmuş
Evliyalar ördeği
Gölünde Muhammed’in (asm)
Çulhalar dokumadı
Terziler dikmedi
Kimseler eskitmedi
Libasın Muhammedin” kıtalarıyla anlatıyor.
Şu halde Hz. Muhammed (asm) ölmüyor, elbise değiştiriyor. Sırrın intikali cihetiyle bir ayniyyedir. Kutb vefat edince o sırrı mukarreblerinden biri mazhar olur. Kainata Kutb’ın neşesi hakimdir. Herkes ona o varidatına tabidir. Bu zat nübüvvet-i teşriiye ile görevlerini kısmen üstlenmiştir.
İsna aşeriyeye göre kutb, gavs on birinci imam Hasan Askeri’nin oğlu İmam Mehdi’dir. Şah nimetullah-ı veli Attar, Şarani‘ye göre Muhyiddin-ı Arabi bu zümredendir.
Bir başkası şöyle der: “Vasat dairedeki nokta merkezine kutup denildiği gibi kemalat-ı insaniye dairesinin nokta-i mihveri olan Zat-ı Ali Kadre yani vücudu alemi cismani ve ruhaninin medarı olup zahiriyle alem-i zahiri ve batınıyla alem-i batını idareye memur bulunan insan-ı kamile kutb ıtlak olunur.”
Kutbiyet mertebesi iki kısımdır, bir kısmına kutbül irşad diğer kısmına kutbül aktab ve kutbül vücud denilir. Kısm-ı evvelin mertebesi batın-ı Nübüvvet (kutbiyet-i kübra) ve bir kısm-ı saninin batın-ı hatem-i nübüvvet olan hatemül enbiyadır.
Kısm-ı sani mertebesini haiz olan kamil-i deryadile gavs-ı azam dahi ıtlak olunur. Kısm-ı Evvel ashabı kısm-ı evvel ehlinden dun (daha altta) ve kısm-ı sani derecesinde olanlardan efzundur (yukardadır.)
Kutb-ı irşadın taaddüd ve tekasürü caiz kutb-ı vücut ise her asırda derece-i vahidiyeti haizdir. Kutb-ı ism-i ilahisi Abdullah ve Abdullah-ı Cami olup ubudiyet-i hakikiyesi saik ve istimal-i esma cihetiyle kaffe-i ricalullaha faikdir. Her bir kutup felek-i Rabi de kürsinişin-ı hayat olan idris Aleyhisselama naib ve Nebiyy-i Müşarünileyhin ruh-ı mukaddesesi Kutb-ül Enbiya Aleyh-i eftal ül tahaya Efendimizin meded-i ruhaniyesine talibdir. Zira Habib-i Cenab-ı Kibriya minelevvel ila ahir kutbül Aktabı enbiyadır. Ulum-ı mutavassıfa devr-i ademden zaman sadnişin-i nebeviyeyeye aleyhittabiiyeye gelinceye kadar güzeran eden müddeti medide zarfında yirmi dört kadar kutbül vücudun sayebahş-i alem-i zuhur olduğunu rivayet ve bu isimlerin Lisan-ı Süryanide tarif edildiğini beyan ve hikayet ediyorlar.
Bir başkası şöyle der, ”Kutbiyet manen bir mertebe-i ulya ve gavsiyyet, bir saltanat-ı evliyadır ki ona istihkak, o dereceye itila yalnız kesret-i ibadet ve fart-ı riyazat gibi mücahedat ile değil mahz-ı ata-ı Kibriya olarak tevcih-i Hüdadır. Nice evliya-i izam manen o mertebeye kadar yükselmişler fakat mazhar-ı teveccüh-i Hüda olamamışlardır.”
Devam edecek
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.