Vehbi KARA
Lozan’ın İç Yüzü ve Ayasofya
Bediüzzaman, Emirdağ lahikası isimli kitabında Lozan Anlaşması ile ilgili olarak “Lozan’ın İçyüzü” başlıklı Necip Fazıl Kısakürek’in yazısını yayınlar. Bu yazı Büyük Doğu Mecmuasının 29 sayısında yayınlanmış olup geniş bir özetidir. Bu vatanda yaşayan insanların mukadderatı ile ilgili olmasından ötürü çok anlamlı ve önemlidir.
Kuvvetle muhtemeldir ki bir kanun hükmünde kararname ile Ayasofya’nın camilikten çıkarılarak müze haline getirilmesi Lozan Anlaşmasının gizli maddelerinden birisidir. Halifeliğin kaldırılması ile birlikte bu madde anlaşmaya sokulmak istenmiş fakat çok tepki çekmesi düşünüldüğünden gizli olarak anlaşmaya dahil edilmiştir. Bu çok alçakça girişimin en geniş hali ile yayınlandığı Büyük Doğu, “İsmet Paşa ve Lozan’ın İç Yüzü” başlıklı makalede bilinmeyen bir çok hususu ifşa etmiştir. Önemine binaen bu makalenin tamamını sunuyoruz:
1- Bu sütunların şümul ve ehemmiyeti, hem bugünün, hem de dünün gizli anahtarlarını vermek bakımından o kadar geniş ve büyüktür ki, arada bir bazı tarihî hâdiselere el atıp bütün bir mazi seyrini değiştirici iddialara giriştiğimiz zaman, bizim, geçmiş günlerden değil, gelecek günlerden bahsettiğimizin takdiri lâzım gelir. Biz, tarihî bilgi vermek yerine, bugünü üzerinde taşıyan öyle tarih taşlarının iç yüzünü ortaya koymaktayız ki, bu işin değeri ancak istikbal çapındadır. Bu mânada bir mazi teftişi, içinde bulunduğumuz ve onu takip edecek ân ve zamandan bile üstün bir (aktüalite) kıymeti ifade eder.
2- Büyük Doğu'nun bu son devresine ait ilk sayılarda (Lozan) muahedesinin iç yüzünü gösteren birkaç tarihî ifşa yazısı takdim etmiş ve (Lozan) sulhunun, Batı emperyalizmasına karşı, kulis arası bir anlaşmayla, mukaddesatımızın bizzat imhasına memur edilmek gibi korkunç bir fedakârlık sayesinde elde edilebilmiş olduğunu ileriye sürmüştük. Bu iddia, bir gün tespit edilince, vatan, hattâ dünya çapında bir ehemmiyete ulaşacak ve son çeyrek asrın kıymet hükmünü ifadede cümle kapısı anahtarı yerine geçecektir.
3- Şimdi bu iddiamızı, (Millî Şef)in artık Devlet Reisi bulunmamasından faydalanarak, biraz daha açıklamanın ve vesikalandırmanın zamanı gelmiştir.
4- (Lozan) konferansı, bilindiği gibi, biri 1922-23 İkinci teşrininden Şubatına, öbürü de 1923 Nisanından Temmuzun nihayetine kadar devam etmek üzere iki devre arz eder. Bu devrelerden ilki, Türkiye karşısında gerilen emperyalizmacı devletler zincirinin mâna ve edasına göre, tek hayat hakkı koparmaya muvaffak olunamadığının ve olunamayacağının, ikincisi de tepeden inme gizli bir saikle birçok şey koparmaya muvaffak olunduğunun ve artık olunacağının tam ve sadık tercümanıdır. İki devre arasındaki bariz tezat yakından mütalâa edilecek olursa, bunlardan ikincisinin, ilk temel üzerine atılmamış, fakat öyle gösterilmiş bir bina olduğu meydana çıkar. Zira, ilk devredeki temel, ikinci devredeki inşayı çekemezdi.
5- Birinci devrede Lord (Gürzon) gibi bir kurdun karşısında İsmet Paşa gibi bir kuzu -kuzu fevkalâde güzel bir mahlûktur; haydi şuna oğlak diyelim- vardır. Şu farkla ki, bu oğlak, sırtındaki terli abalardan henüz zafer buğuları tüten ve adına işlenecek dalaverelerden haberi olmayan asîl ve saffetli bir orduya dayandığı için, başlangıçta sâf, hattâ bön ve hattâ garip mikyasta cesur; ve her esaret teklifini derhal reddetmekten başka bir mukabeleye akıl erdirmez tıynettedir. Bu çocukça tıynet, kurtlar arasında gizli bir istihza mevzuudur.
Lord (Gürzon)un sözü:
"İsmet Paşaya ne söyledimse hepsini reddetti; fakat hâlâ ona karşı muhabbetim var."
6- Konferansın başında İngilizlerin tavrı, lütfen kendisiyle müzakereyi kabul ettikleri Türk başmurahhasına karşı, âdeta her ân falaka tatbik etmeğe hazır, sert bir mubassır rolüdür. Boğazlar meselesinde Ruslar mecburen Türk emelini müdafaaya geçince, Lord (Gürzon) şöyle der:
"İsmet Paşanın kalpağını (Çiçerin)in başında görüyorum!"
Biraz sonra da Türk başmurahhasını şöyle haşlar:
"-Ben muhtelif tekliflerden hangisinin Türk tezine uyup uymadığını sormuyorum. Sorduğum şudur: (Çiçerin)in beyanatını Türk tezi diye mi kabul edelim, yoksa Türkler dâvalarını ayrıca ortaya atacaklar mı?"
Âlemde politika ağzı olarak, bundan daha fazla hakaret yüklü bir lisan görülmemiştir.
7- En kısa bir zaman sonra Rus ve Türk temsilcileri hariç, Batı emperyalizması temsilcileri ve peyklerinin ne mutaassıp ve yobaz bir Hıristiyanlık gayretiyle harekete geçtikleri, bam telinin yalnız bu noktada olduğu, Türkiye'yi İslamî hegemonyasından düşürmekten başka hiçbir hedef gözetilmediği, azınlıklar meselesinde Lord (Gürzon)un şu sözlerinden belli olur.
"- Türkiye'deki azınlıklar meselesiyle bütün dünya alâkalıdır. Dünyanın gözü, bilhassa, bu dâvaya karşı; (Lozan) konferansına çevrilmiştir. Müttefikler Türkiye ile harbe giriştikleri zaman gayelerinden biri, oradaki Hıristiyan azınlıkları korumak ve hattâ kurtarmaktı. Bu azınlıklar Rumlardan, Yahudilerden, Ermenilerden, Asurîlerden, Keldanîlerden ve Nâsturîlerden ibarettir. "
Bir muharririn notu:
"İngiliz baş murahhası (Hıristiyan azınlıklar) dediği zaman öyle bir heyecan gösteriyordu ki, İngiliz Hariciye Nazırı mı konuşuyor, yoksa Papa'nın vekili mi, belli olmuyordu!"
İşte İngiliz Hariciye Nazırının bu sözleri ve hali, Birinci Dünya Savaşının, Türkiye'ye müteveccih cephesiyle "Ehl-i Salip" zihniyetinden başka bir şey belirtmediğini ispat eder.
8- Hep bu minval üzere devam eden ve Türk Heyetinin kafasına her defa sopayla vurmak ve gizli emelleri sezdirmekle geçen Konferans içinde Lord (Gürzon) nihayet en manidar sözünü söylüyor.
"-Türklerin hayat ve istiklaline herkes hürmetkardır. Türkiyeden istirhamım, tekrar inkişaf edebilmesi için, serbest Türkiye'nin bizimle birlikte, hulûs birliğiyle çalışmasıdır. Böyle bir Türkiye dünyanın hürmetine layık olur. "
Bu sözün mânası şudur:
"-Türkiye, İslâmî alâkasını ve İslâmî temsil rolünü kendi eliyle çözer ve atarsa bizimle hulûs birliği etmiş olur ve Hıristiyan dünyasının hürmet minnetini kazanır; biz de kendisine dilediği istiklâli veririz!"
Bir muharririn notu: "Müzakereler ilerliyor diye memnun olanlar yeniden şaşırdılar. (Gürzon)un politikası yeniden muvaffak oluyor gibiydi. Bütün Amerika ve İngiliz gazetecileri Hıristiyanlık meselesini hemen günün en mühim dâvası haline koymuşlardı. "
9- Fakat yukarıda bildirdiğimiz gibi, henüz hakikî kastları anlamak ve ona açıkça muhatap olmak mevkiinde bulunmayan İsmet Paşa, her teklifi reddediyor, sadece reddediyor ve başka hiçbir şey yapmıyordu. Fakat bir aralık bütün emelin Türkiye'yi, mazisindeki ruh ve mukaddesat kökünden ayırmak olduğunu sezmiş olmalı ki, asla esaret kabul edemeyeceği iddiası altında şu gizli ivaz ve teminatı vermek lüzumunu duydu:
"- Hiçbir Türk hükümeti bu gibi muahedeleri kabul edemez, (.... ... ) Türklerin, asrın icaplarına uygun bir varlık temin etmek için, eskiden beri kökleşmiş ve köhne engellerden kurtulmak hususunda besledikleri kat'i azmin inkâr edilmez delilidir. "
Harfi harfine iktibas ettiğimiz bu sözlerle Türk baş murahhasının eskiden beri kökleşmiş ve köhne engellerden kurtulmak hususunda Türk milletine beslettiği kat'î azimle ne kasdettiğini ve bunu hangi maksat altında İslâmiyet düşmanlarına ivaz diye takdim ettiğini sormak lâzımdır.
10- Fakat Konferansta hâlâ, her şey, bir tarafın açıkça ve kabaca her defa kafaya dank diye vurması ve öbür tarafın "Kabul etmem de etmem!" tarzında mukabelesinden başka bir şey belirtmiyordu. Muhakkak ki Türk başmurahhasına, Türk mukaddesatının bizzat feda ettirilmesi gibi muazzam bir Hıristiyan zafer ümidi olmasa, müzakereler çok kısa kesilecek ve yapılması gereken işler hemen fiili ve amelî safhaya dökülecekti. Orada sırf böyle bir içten tahrip kasdına mevzu bulunmadığı için, koca Almanya, koca Avusturya ve miskin Bulgaristan ne hale getirilmiş, neleri kabule mecbur tutulmuştu!.. Yunan ordularını denize dökmüş olmasına rağmen herhalde Türkiye'nin kuvveti, bu iki imparatorluktan üstün değildi!!! Onun İçindir ki, İsmet Paşa önünde Lord (Gürzon), her halde muhtemel bir süngü sayısının hürmetine ısrar edip durmuyordu. Nitekim İngiliz gazeteleri baklayı ağızlarından çıkardılar. 29 Ocak 1922 tarihli (Tayms)in başmakalesinden bir parça:
"Türkler iki şeyden birini seçmek zorundadırlar. Ya kendilerine teklif edilen âlicenabane vaziyeti kabul ederek memleketlerinin ihyası için kuvvetli müzaheret temin ederler, yahut Türkiyeyi Asya'nın çöllerinde erişilmesi imkânsız bir memleket haline sokarlar. "
Herhalde bu gazete "âlicenabane" teklifin ne olduğunu bilenlerdendi.
11- Fakat İsmet Paşa, izah ettiğimiz basit ruh haletiyle daima ısrarda ve teklifleri reddetmekte devam ediyor, Misâk-ı Millîyi ileriye sürüyor ve Musul meselesi konuşulurken Lord (Gürzon) un "Tarihin hangi devresinde harbi kazanmış bir devletin karşısına böyle bir Misak ile çıkılmıştır?" tarzındaki hakaret dolu istihzasına cevap veremiyor, sadece kabul etmediğini söylemekle kalıyor; İngiliz Hariciye Nazırı da, Konferans Umumi Kâtibine "Resmî tebliği okuyunuz!" emrini vererek Konferansın inkıtaını haber veriyordu.
12- İsmet Paşa o aralık hakikî kasttan o kadar habersizdir ki, İslâmî mukaddes emanetlerin muhafaza veya iadesi gibi asla yabancıları alâkalandırmaz ve politikaya girmez bir mesele konuşulurken şu cevabı veriyor:
"- Mukaddes hatıraların muhafaza ve istimali, Hilâfet makamının haklarındandır. Peygamber Efendimizin kabri meselesine gelince, bu bahis tamamıyla Müslim ve müminlere ait bir bahistir. Burada müzakere olunamaz. Bu mukaddes bahis etrafında tek bir iddia dermeyan etmek hakkını kendimde göremem. İslâm âlemi bu noktalarda pek ziyade hassastır. Hilâfete ait meselelerin ecnebi mahfillerde münakaşa edilmesini hiçbir suretle tecviz etmez. Ümit ederim ki, İngiliz baş murahhası, iddialarımı kabul ve haklı görecektir. "
O gün, şu veya bu sebep altında bu cevabı verenin, pek kısa bir zaman sonra vâki olacak icraat hengâmesinde bilfiil hükümet reisi bulunmasına ne buyrulur?
13- Artık 1922 yılı nihayet sona ermiş ve yeni yılın ilk ayı da tamamlanmıştır. (Lozan) konferansından hiçbir ümit tütmediğini gösteren bir hava vardır.
İşte, işte!.. Gizli müessirin birdenbire hızını artırdığı, gizli emeli iki taraf arasında kulaktan kulağa götürdüğü ve taraflar arasında hususî temaslar temin ettiği ân bu ândır. Mutavassıt, daima olduğu ve ilk sayılarımızda tafsilâtiyle haber verdiğimiz gibi, bir Yahudidir, ismi (Hayim Naum)dur ve Türk heyetinde müşavir sıfatiyle bulunmaktadır. Her şeyden evvel hiçbir tevil, bu adamın nasıl olup da resmî Türk heyeti kadrosuna girebildiğini izah edemeyecektir. Yoksa peşinen ve (dikte) suretiyle mi?..
14- Taraflar arası temaslar ilk eserini verdiği ve Türk baş murahhasıyla İngiliz baş murahhası beyninde ânî bir anlayış havası esmeğe başladığı için, o zamana kadar sadece kendilerine bir duvar aramak zorundan Türkiye'yi himaye eden komünist Moskoflar, birdenbire müthiş bir hayrete düşmüşlerdir. (Çiçerin)in hayret derecesine bakın ve onun aşağıdaki sözlerinde toplanan delâlet unsurlarına dikkat edin! (Çiçerin)in başlı başına vesika mahiyetindeki sözlerini, aynen ve kelimesi kelimesine gösteriyoruz:
"- Projede Müttefiklerce ve Türk heyetince yapılmış karşılıklı fedakârlıklar görüyorum. Bunların nasıl ve ne sebeplerle kabul edildiğini bilmiyorum. Gizli müzakereler benim için mevcut değildir. Rusya'ya, bilmediği bir mukavele zorla kabul ettirilmek isteniyorsa, açık söylemelidir ki, buna Rusya'nın tahammülü yoktur. Eğer bizimle konuşulsaydı ehemmiyetli müsaadelerde bulunmamız kabildi. Fakat bu vaziyet karşısında.... . "
Lord (Gürzon) vahşi bir komünist ağzında gizli maksadın âdeta ifşa edilircesine bir hal almasından o kadar öfkeleniyor ki, (Çiçerin)e şöyle mukabele ediyor:
"- Bazı latifeler vardır ki, hoştur, insanı güldürür; bazı latifeler de vardır ki, fena şakadır. Fakat insan bunların karşısında daha fazla güler. Mösyö (Çiçerin)in sözleri ikinci nevidendir. "
15- Buna rağmen Türk başmurahhası bizzat karar vermek vaziyetinde olmadığı ve bu son şekli büyüğüne bildirmek zorunda bulunduğu için, zahiren Konferanstaki inkıta vaziyeti olduğu gibi muhafaza edilmektedir. Güya tehditkâr ve müstağni İngiliz Hariciye Nazırı, ayağını, bineceği trenin vagon basamağına dayamış, haykırmaktadır:
"-Gidiyorum! Ya imzalayın yahut ebediyen ayrılıyoruz!"
16- Vaziyet, fevkalâde gizli tutulmasına rağmen, birkaç umumi cephesiyle hemen hiç kimsenin gözünden kaçmıyor. O kadar ki, (Lozan Palas) otelinde Fransız murahhasının karısı (Madam Bompar) bu vaziyet üzerine, her zevzek ve çaçaron Fransız karısı gibi muazzam bir çam deviriyor. Bir Türk'e diyor ki:
"- Konferansı inkıtadan Fransa kurtardı. Hâlbuki siz son dakikada ve birdenbire İngilizlerle anlaştınız ve Fransızlara ait her şeyi reddetmeğe başladınız!"
17- Ve Lord (Gürzon), Fransız ve Amerikan murahhaslarının keza sun'î telâşlarına rağmen ayrılıyor. İsmet Paşa da memleketine dönüyor. Kendisini Haydarpaşa'dan Ankara'ya götüren tren, Devlet Reisini İzmir'den Ankara'ya götüren trenle Eskişehir'de buluşuyor. Bir arada ve başbaşa seyahat... Sonra Ankara, gizli Meclis toplantıları; (... )
18- Konferansın bundan sonrası tamamiyle (statik) mahiyette ve İngiltere'den ziyade tâli devletlerle ve tâli meseleler üzerinde çekişmelerden ibarettir. Hattâ Lord (Gürzon) bir daha (Lozan)a dönmeğe bile tenezzül etmemiş, başmurahhas olarak (Rumbold) gönderilmiştir. Artık her şey, Türkiye hesabına çantada kekliktir. Yeni hizbin bundan böyle İslâmiyeti katletmekte, hasım dünyanın kumandanlarından ve "Ehl-i Salip kodamanlarından daha hevesli" ve hamarat örnekler bulacağı ve bilhassa hudut dışı değil de, hudut içi ve millî irade yaftası altında çalışacağı, şüpheden varestedir.
19- Hâlbuki (Lozan) kahramanlığının tarifi şöyledir: "- Tarihî ân, işte o ândır. İşte o ândır ki, 24 Temmuz 1923 Salı günü saat tam üçü dokuz geçe, İsmet Paşanın attığı bu imza ile Osmanlı İmparatorluğu tasfiye edilmiş ve yeni Türkiye Devleti kurulmuş oluyordu. "
Büyük Doğu Dergisi, 6 Ekim 1950, Sayı:29 (Vesikalar Konuşuyor, Büyük Doğu Yayınları, 1. Baskı / s. 174-181)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.