Serdar BİLGİN
Manevi hastalıklara Mesnevi-i Nuriye'den şifalar (3)
Bir önceki yazımızda manevi hastalıkların doğru anlaşılmasının ve yönlendirilmesinin hastalığın tedavisinde önemli olacağı düşüncesi ile Mesnevi-i Nuriye’de ifade bulan dört manevi hastalığı genel hatları ile tanımlamaya, tanımaya çalışmış; sağlıklı olmak için duygu ve düşüncelerimizi nasıl yönlendirmemiz gerektiği hususunda Mesnevi-i Nuriye’nin o derin sularında cevap aramaya başlamıştık. Bugünkü yazımızda bu arayışa –gücüm ölçüsünde- devam edeceğim-inşallah-.
İlk Sözler
Hatırlayalım, manevi hastalıkların temel sebebinin dünya sevgisi ve iman zayıflığı olduğunu ifade etmiştik. Bu hal, Üstadın ifadesi ile devekuşu misali başını nisyan kumuna sokmuş bir insanın halidir. Bu hal, insanın akli ve duygusal dengesini kaybettiği, kendini unuttuğu bir haldir. Bu halde; ulum evhama tahavvül eder. Hikmetler illet ve belâlara tebeddül eder. Vücut ademe inkılâp eder. Hayat ölüme ve nurlar zulmetlere ve lezâiz günahlara tahavvül eder. İnsanın ahbabı ve mal ve mülkü insana a'dâ ve düşman olurlar. Bekabelâ olur. Kemâl hebâ olur. Ömür hevâ olur. Hayat azap olur. Akıl ikab olur. Âmâl, alâma inkılâp eder.” Ve bu hal; davranışlara yansır. Sorumluluk duygusu zayıflar, gurur, ucb, yeis, su-i zan, hırs, kıskançlık, kin, haset, gıybet, dedikodu, duyarsızlık, cimrilik, karamsarlık, riya vs. gibi olumsuz bir kişilik gelişimi başlatır. Bu süreci madde bağımlılığı, hırsızlık, cinayet, zina, kumar gibi kötülükler takip eder. İnsanın, ailenin ve toplumun maddî-manevî hayatına zarar verir.
Ay doğmuyorsa yüzüne,
Güneş vurmuyorsa pencerene,
Kabahati ne güneşte, ne ayda ara.
Gözlerindeki perdeyi arala. (Mevlana)
Vesvese-Evham-Gaflet
Devekuşu misali başını nisyan kumuna sokmuş, gözlerindeki perdeyi aralayamamış insan; çevresindeki güzellikleri görmez, olumsuz duygu ve düşüncelere kapı aralar, şikâyetleri de kabahatleri de bitmez. Kendini bir günah sarmalının içinde bulur ve insan; günahlardan gelen yaralar ve yaralardan hâsıl olan vesvese, evham ve gaflet ile imanını zedeler.
Tam bu noktada Üstat Mesnevi-i Nuriye’de, vesvese ve evhama karşı namazın mânevî bir kalkan olduğunu, Resul-i Ekrem'in (a.s.m.) sünnetlerinin de birer yıldız, birer lâmba vazifesi gördüğünü ve her bir sünnetin zulmetli dalâlet yollarında güneş gibi parladığını ifade eder. Efendimizin sünnetlerini semâdan tedellî ve tenezzül eden iplere benzetir onlara temessük edenlerin yükseleceğini, saadetlere nâil olacağını dile getirir ve devam eder.
“İ'lem eyyühe'l-aziz! İnsan kalben ve fikren hakaik-i İlâhiyeye bakıp düşündüğü zaman, bilhassa namaz ve ibadet esnasında, gerek şeytan tarafından, gerek nefsi tarafından pek fena, pis ve çirkin vesveseler, hatıralar, sinekler gibi kalbe, akla hücum ederler. Bu gibi hevâî, vehmî ve çirkin şeylerin def'iyle uğraşan adam, o vesveselere mağlûp olur. Ancak onları mağlûp edip kaçırmak çaresi, müdafaayı terk edip onlarla uğraşmamaktır. Evet, arılarla uğraşıldıkça onlar hücumlarını arttırırlar. Onlara karışılmadığı takdirde, insanı terkeder, giderler. Hem de o gibi vesveselerin, ne hakaik-i İlâhiyeye ve ne de senin kalbine bir mazarratı yoktur. Evet, pis bir menzilin deliklerinden semânın güneş ve yıldızlarına, cennetin gül ve çiçeklerine bakılırsa, o deliklerdeki pislik ne bakana ve ne de bakılana bulaşmaz. Ve fena bir tesir etmez.”
Üstat, aksi halde insanın evhama, vesveselere maruz kalarak bütün bütün çizgiden çıkabileceğinin de altını çizer. Vesveselerin ve evhamın gaflete kapı aralayacağını, gafletin kuvvet bulup tabiata kalb edeceğini ifade eder ve insanın yaptığı her ameli dünyevî bir mükâfata dönüştürebileceği uyarısı yapar. Bu durumda kalp soğur ve katılaşır, ihlâs kaybolur, insanın Cenâb-ı Hakk’tan uzaklaşmasına kapı aralar. İşte dalâlete isâl eden kesret yolu budur.
“Zavallı düşünmüyor ki, o düşünce ile amelini adem-i ihlâs ile iptal eder. Çünkü, sevap itâsında ve ücret aldığında, nâsı, Rabb-i Nâsa şerik yapar ve halkın nefretlerine hedef olur.”
Böyle bir durum nefis muhasebesini elzem kılıyor. Üstat, böyle vaziyete düşen bir adamın çare-i necatının tazarru, istiğfar ve tefekkür olduğunu ve tefekkür ile gafleti izale edebileceğimizi dile getirir.
“Dikkat, teemmül, evham zulümatını dağıtıyor. Lâkin nefsinde, bâtınında, hususî ahvâlinde tefekkür ettiğin zaman, derinden derine tafsilât ile tetkikat yap. Fakat âfakî, haricî, umumî ahvâlâta teemmül ettiğin vakit, sathî, icmâlî düşün, tafsilâta geçme. Çünkü icmalde, fezlekede olan kıymet ve güzellik tafsilâtında yoktur. Hem de âfakî tefekkür, dipsiz denize benziyor, sahili yoktur. İçine dalma, boğulursun.
Nefsî tefekkürde tafsilâtlı, âfâkî tefekkürde ise icmâlî yaptırır, dünya hayatının kısa ve dar olduğunu hatırlatır, bu kısacık ömürde, «yolu doğru-istikameti doğru» bir şekilde yürümenin önemini vurgular. Nefsimizin süflî arzu ve isteklerine gem vurmamızı tavsiye eder ve bizlerden kalp, ruh, akıl, hayal, göz, dil ve kulak gibi kuvvelerimizin yüzlerini, geçici dünya hayatından ebedî hayata çevirmemizi ister ve vahdete takarrüb ettirmeye vesile olur.
Burası dünya
Ne çok kıymetlendirdik,
Oysa bir tarla idi
Ekip biçip gidecektik.
(Cahit Zarifoğlu)
Enâniyet
Manevi hastalıkların temelinde yer alan bir diğer husus ise, enenin yanlış bina edilmesidir. Şems, büyüklüğüne güvenerek o kudretin elinden kurtulamaz. İnsanın manevi hastalıklarının ene büyüdükçe büyüdüğünü ifade etmeliyiz. Ene büyüdükçe insanı manevî âlemler adına keşfe hazırlayan latîfelerin öldüğünü ve o insanın ne kadar uğraşsa da keşfe açılamadığını söyleyebiliriz. Bu hal; “Kuran’ı Hakim”in ifadesi ile kalbin mühürlendiği bir haldir.
“İnkârcılara gelince, onları uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar. Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözleri üzerinde de bir perde vardır.” (Bakara-7)
Cenâb-ı Hakkın sıklıkla küfür ile kibri yan yana zikretmesine, Şeytanın cennetten kovulmasına burada telmih yapmak istiyorum.
Üstat, enâniyetin kalbini, "Allah Allah" zikrinin şuâ ve hararetiyle yakıp delebileceğimizi, büyüyüp gafletle firavunlaşmasının önüne geçebileceğimizi ifade eder ve bizlere gururumuzun hortumunu bükmemizi, sıkmamızı, başını kırmamızı ve iman ile doldurmamızı tavsiye eder. İşte o zaman elemlerin lezzetlere inkılâp edeceğini, hayatın ağır yükü ve dalgaları arasında sakin ve huzurlu bir şekilde ilerleyebileceğimizin altını çizer. Allah’a olan tam güvenimiz sayesinde ölüm dâhil tüm musibetleri daha dirayetli karşılayabileceğimizi, dünyamız maddî yokluklar içinde de kalsa kalbimizin manevî huzurlara gark olabileceğini dile getirir.
“İ'lem eyyühe'l-aziz! Allah'a tevekkül edene Allah kâfidir. Allah, Kâmil-i Mutlak olduğundan, lizatihî mahbubdur. Allah, Mûcid, Vâcibü'l-Vücud olduğundan kurbiyetinde vücut nurları, bu'diyetinde adem zulmetleri vardır. Allah, melce' ve mence'dir. Kâinattan küsmüş, dünya ziynetinden iğrenmiş, vücudundan bıkmış ruhlara melce' ve mence' odur. Allah Bâkîdir; âlemin bekası ancak Onun bekasıyladır. Allah Mâliktir; sendeki mülkünü senin için saklamak üzere alıyor. Allah, Ganiyy-i Muğnîdir; herşeyin anahtarı Ondadır. Bir insan Allah'a hâlis bir abd olursa, Allah'ın mülkü olan kâinat, onun mülkü gibi olur.”
Son Sözler
Kalp ve ruhumuzda açılan yaraların tedavisi akıl ve kalp ittifakında ve kalbin ilahî ahlak çerçevesinde yönetiminde gizlidir. Kamil insan olmanın ve bütün yaratılmışların üstünde cami bir cevhere sahip olmanın yolu akıl ve iç duyumlarımızın çok iyi kontrol edilmesinden, hayatın maddî ve manevî açıdan dengeli yönetilmesinden, yönlerin ve yüzlerin doğru bir istikamete çevirmesinden geçer.
Musibetleri ciddiye alırsak daha da büyürler oysa küçümsenirse kaybolup giderler. Dertlerimize odaklanırsak onlardan asla kurtulamayız. Musibetlere karşı koyabilmek için Cenâb-ı Hakka muhtaç olduğumuzu dile getirmemiz gerekiyor.
“Allah’ım! Açıklarımı ört, korkularımı gider ve bana güven ver.”
Cenâb-ı Hakka güvenirsek yalnızlığımıza ve dertlerimize çare bulur, Cenâb-ı Hakk üzerimizdeki yükü alır, Cenâb-ı Hakkın sabır ile bahşettiği güç ve sebat, insanın her belaya karşı koymasını sağlar. Belaya karşı dua ve şükür ile karşılık vermemize vesile olur. Bizler; başka şeylere yönelip yorulmayız, onlara minnet etmeyiz, boyun eğmeyiz. Çünkü Cenâb-ı Hakk ile irtibat lezzetleri artırdığı gibi, elemleri dahi azaltacak bir etki meydana getirir. O halde bizler; hadsiz elemlerden kurtulmak için şuurlu bir imana sahip olmalıyız.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.